SİNİR SİSTEMİ
SEMİYOLOJİSİNİN GENEL PRENSİPLERİ
NÖROLOJİK HASTAYA
YAKLAŞIM
Yazanlar: N. Görkem Şirin, Gülşen Akman-Demir, Sara Zarko Bahar, Edip
Aktin
Son
güncelleştirme tarihi: 27.07.2020
Hastayı dinledikten sonra nesi olduğunu anlamadıysanız muayene
ettikten sonra da anlamayacaksınız.
Amerikalı sinir
hekimi Merritt'in bu sözü, sayıları giderek artan gelişmiş
inceleme yöntemlerine karşın, yine de doğruluğunu koruyor. İyi bir anamnez,
diğer tıp dallarında olduğu gibi, nörolojide de hekime doğru bir yönelim ve
yaklaşım sağlar. Hatta bu, nörolojik hastalıklar için daha da geçerlidir. Sinir
sisteminin birçok hastalıklarında hastanın yakınması, belirtilerin başlayış
şekli ve kronolojik gidişi hastanın diğer bazı özellikleriyle birlikte ele
alındığında anatomik lokalizasyon ve hatta etyoloji yönünden problemi büyük
ölçüde aydınlatır.
Hastanın yakınması, öyküsü, özgeçmişi ve soygeçmişi ile ilgili
bilgilerin soruşturulması yani anamnez alma, nörolojik hastalıklarda da diğer
tıp dallarındaki gibidir. Sinir sistemi hastalıklarında öykü alma, bunu izleyen
muayene ve bulguların kaydedilmesi ile ilgili bazı önemli özelliklerin gözden
geçirilmesi yararlı olacaktır.
Kuşkusuz, iyi bir anamnez ve eksiksiz bir
muayene zaman içinde kazanılan becerilerdir. Ama bu konudaki eğitim sistemsiz,
disiplinsiz ve sadece kulaktan dolma kopuk kopuk bilgilerden ibaret kalırsa
zamanın, hatta geçip giden uzun yılların bile kişiye fazla bir şey
kazandırmayacağını bilmek gerekir.
Yakınma ve Öykü
Hastanın öyküsünü anlatırken kullandığı kelimelerle neyi kastettiğini
anlamak her zaman kolay olmayabilir. Bunlar yöreden yöreye hatta kişiden kişiye
değişebilir. "Uyuşma"; duyusal bir belirti olabileceği gibi kol veya
bacaktaki kuvvetsizlik anlamında da kullanılmaktadır. Nörolojik yakınmaların
önemli bir bölümünün ağrı ve parestezi gibi sübjektif duyular olduğunu
unutmamalı ve nitelikleri inceden inceye soruşturulmalıdır. Sık rastlanan
“başağrısı” yakınması özellikleri araştırılmadığı zaman boş ve hekime bir şey
söylemeyen bir kelimeden ibaret kalabilir. Yahut da dinleyene "İşte bu,
tipik bir migren atağıdır"; dedirten bir berraklıkta ortaya konabilir.
Özetle, hekim hastanın “sıkıntı”sının ne
olduğunu, ne söylemek istediğini anlamadan muayeneye geçmemelidir. Bu hem
yakınmalarını öğrenirken, hem de öyküsünü dinlerken uyulması gereken bir
kuraldır.
Nöroloji kliniklerine getirilen hastaların bir bölümü anamnez
verecek durumda değildir. Kişi stupor veya komada olabilir, biraz önce
geçirdiği epileptik bir nöbetin şaşkınlığı içinde bulunabilir. Yahut hastada
iletişimi bozacak derecede konuşma kusuru vardır. Bazen de hasta çocuktur veya
bir demans tablosu içindedir. Ayrıca hastayı aileden biri, sokakta bulan bir
yabancı veya bir güvenlik görevlisi getirebilir. Bu durumda gerekli bilgiyi bu
kişilerden almaya çalışmalıdır. Bilinçsiz durumdaki hastayı getiren kişinin
kimliğini tespit etmek her bakımdan yararlı bir alışkanlıktır.
Nörolojik Hastalıklarda Başlayış Şekli ve
Doğal Gidiş
Sinir sistemi hastalıklarının başlayış şekli ve gidişini öğrenmek
büyük önem taşır. Bu özelliklerine bakarak hastalığın doğası hakkında bazı
tahminlerde bulunmak mümkündür.
Nörolojik hastalıkların bir kısmı akut olarak başlar. Hastada
birkaç dakika veya saat içinde örneğin bir hemipleji yerleşir. Hasta akut
dönemde kaybedilmezse felç bir süre aynı düzeyde kaldıktan sonra günler veya
haftalar içinde geriler. Hafif ya da ileri derecede düzelme görülür. Beyin
damarlarındaki tıkanma ve beyin kanamalarının doğal gidişi böyledir.
Bazı hastalıklar ise sinsi bir şekilde başlar; yavaş yavaş
ilerleyerek haftalar, aylar ve hatta yıllar içinde yerleşir. Örneğin bir
hemipleji, parapleji veya başka bir nörolojik tablo uzun süre alan böyle bir
gidiş sonunda ortaya çıkar. Buna tümörlerde ve sinir sisteminin herediter veya
edinsel dejeneratif hastalıklarında rastlanır. (Bakınız: Sinir Sisteminin Dejeneratif Hastalıkları)
Başka bazı nörolojik hastalıklar da dalgalı bir gidiş gösterir.
Nörolojik tablo, yerleştikten bir süre sonra tamamen veya kısmen düzelir. Fakat
aradan aylar veya yıllar geçtikten sonra hasta yeniden nörolojik yakınmalarla
hekime başvurur. Bu da zamanla bir dereceye kadar geriler. Bu kötüleşme ve
iyileşme dönemleri, birçok kez tekrarlayabilir (İngilizce deyimi ile
relapsing-remitting). Sonunda, her epizoddan arta kalan nörolojik sekellerin
birbirine eklenmesiyle hafif veya ağır bir engellilik tablosu ortaya çıkabilir.
Böyle bir doğal gidiş multipl skleroz gibi inflamatuar hastalıklar için
tipiktir. (Bakınız: Merkezi Sinir Sisteminin Miyelin Hastalıkları)
Gün içinde görülen dalgalanmalar da hastalığın doğası hakkında
bilgi verebilir. Örneğin sabah iyi uyanan birinin gün içinde yavaş yavaş
güçsüzlüğünün artması, gün içinde tekrar dinlenebilirse biraz düzelme
göstermesi, myasthenia gravis gibi nöromüsküler bileşke hastalıklarını akla
getirir. Başağrısının sabah kötü olması, gün içinde azalması ise kafa içi
basıncın artışı ile giden hastalıkları akla getirebilir.
Bununla beraber, hastalığın doğal gidişi, tanı
yönünden olduğu kadar, tedavi sonuçlarının değerlendirilmesi bakımından da önem
taşır.
Yukarda söylenenlerden bir serebrovasküler olayın tedavi görmeden
de iyiye doğru gidebileceği anlaşılmaktadır. Aynı şey, spontan düzelmelerin sık
görüldüğü multipl skleroz için de geçerlidir. Bu durum, bu hastalıklarda
yapılan tedavilerin değerlendirilmesini çok güçleştirmektedir. Görülen düzelme
yapılan tedaviye mi bağlıdır, yoksa hastalığın doğal seyrinin bir sonucu mudur?
Bunu söylemek metodoloji bakımından hiç de kolay değildir. Buna karşın, verilen
ilaçla hastanın iyiye gitmesi arasında kısa yoldan sebep-sonuç ilişkisi kurmak
sık rastlanan yanlışlıklardan biridir
Tanısı Öyküye Dayanan Sinir Sistemi
Hastalıkları
Bazı nörolojik hastalıklarda tanı sadece
öyküye dayanır.
Bunların arasında migren, diğer primer başağrısı bozuklukları ve
idyopatik trigeminal nevralji sayılabilir. Bu hastalıklarda nörolojik belirti
ve spesifik bir laboratuvar bulgusu yoktur. Tanı, dikkatli bir soruşturmayla
tespit edilen ve bu hastalıklar için tipik olan klinik özelliklere bakarak ve
ayırıcı tanıdaki diğer seçenekleri dışlayarak konur. Migren ve trigeminal
nevraljide bilgisayarlı tomografi (BT) ve manyetik rezonans görüntüleme (MRG)
gibi inceleme yöntemleri tanıya ancak dışlama yönünden katkıda bulunurlar.
Yani, olayın altında ortaya konabilen bir beyin lezyonu bulunmadığını, başka
bir deyişle, öyküye dayanarak konan tanının doğru olduğunu gösterirler.
Epilepsi de, her şeyden önce, nöbetin tarifine dayanan klinik bir
tanıdır. Elektroensefalografinin (EEG) normal olması hekimi bu tanıdan
uzaklaştırmaz.
Kısacası, öykü almaya ayrılan zaman tam yerine harcanmış demektir.
Hatta, İngiliz nöroloğu Gordon Holmes' in dediği gibi "Hasta karşınızda
bir muamma gibi duruyorsa onu ikinci kez dinleyiniz. Bütün araştırma
yöntemlerine oranla bilmeceyi çözme şansınız daha büyük olacaktır."
Nörolojik Muayene ve İlk İzlenimler
Kuşkusuz, bir hastada tanıya gidiş, ancak tepeden tırnağa muayenenin
sonunda ele alınması gereken bir husustur. Özellikle nörolojiyle yeni tanışan
tıp öğrencisi ve genç hekimlerin eksiksiz bir muayeneyi baştan itibaren
vazgeçilmez bir ilke olarak benimsemeleri gerekir. Bununla birlikte, hastadan
alınan ilk izlenimler bile tanıya gidişte yardımcı olabilir. Bu nokta
nörolojide özellikle önem taşır: Hasta, yüzü, bakışları, ses tonu ve konuşması
ile baştan itibaren pek çok şey anlatmaya başlamıştır bile.
Hele yürüme güçlüğü olan hastalar, kapıdan girdikleri andan başlayarak dikkatli
bir hekimin işine çok yarayacak ipuçları verirler. Hemiplejik hastanın kolu gövdesine
yapışık, bacağını oraklayarak yürümesi; Parkinson hastasının kıpırtısız maskeli
yüzü, monoton konuşması, yürürken sallanmayan kolları ve vücudunun genel
antefleksör postürü; kas distrofilerinin karnı öne çıkık “badi-badi”
yürüyüşleri derhal göze çarpar. Dizartri ve afazi gibi konuşma kusurları da
hemen dikkati çeken ilk izlenimlerdendir.
Nörolojik muayenenin hangi sıra içinde yapılacağı, sinir
sisteminin çeşitli fonksiyonlarının nasıl muayene edileceği, muayene tekniğinin
incelikleri, hastalık durumlarında ortaya çıkan bulgular ve bunları muayene
notlarına kaydetme şekli nörolojik muayene bölümünde ayrıntılarıyla
anlatılmıştır. (Bakınız: Nörolojik Muayene)
Sendrom ve Nörolojik Lokalizasyon
Tespit edilen nörolojik bulguların bir araya gelmesiyle bir
sendrom ortaya çıkar. Hemipleji sendromu, parapleji sendromu gibi. Bu sendromun
lokalizasyonu nöroanatomi ve nörofizyoloji bilgilerine dayanarak yapılır. Bazen
bulgular o derecede birbirini tamamlayan bir bütün oluşturur ki bu semptom
topluluğunun sinir sisteminin ancak şu veya bu bölgesinin hastalığıyla
açıklanabileceği isabetle ileri sürülebilir. Aşağıda sinir sisteminin değişik
bölümlerine ait birkaç tipik lokalizasyonun klinik bulguları ele alınacaktır.
1-Afazi ile birlikte giden bir sağ hemiplejinin ortaya çıkabilmesi
için lezyonun piramidal yolu ve konuşma alanlarını beraberce hastalandırması
gerekir. Böyle bir lezyon sol hemisferdedir ve genellikle hasara yol açmıştır.
2-Bir hastada serebellar ve piramidal bulgulardan oluşan bir
tabloyla birlikte diplopi, vertigo gibi belirtiler varsa bunların tümünü birden
açıklayacak lokalizasyon beyinsapıdır.
3-Bacakları tutmayan ve iki taraflı piramidal bulgular tespit
edilen bir hastada gövdede belirli bir seviyeye kadar çıkan duyu kusuru ve
sfinkter bozukluğu varsa böyle bir motor-duyusal parapleji sendromunu yaratacak
lezyon medulla spinaliste olmalıdır.
4-Belden bacak arkasına vuran, öksürükle artan ağrılardan yakınan
bir hastanın muayenesinde Aşil refleksi alınmıyorsa bu bulgular 1. sakral
radiksin basıya uğradığını gösterir.
Lezyonun Natürü
Hastalığın sinir sistemindeki lokalizasyonundan sonra sıra
lezyonun doğasını tayine gelir. Nörolojik tabloya neden olan etyolojik faktörün
tespitinde; başlayış, seyir ve diğer anamnez özelliklerinin yardımcı
olabileceği daha önce söylenmişti. Yukarda lokalizasyon konusunda verdiğimiz
örnekleri bu bakımdan tekrar ele alabiliriz.
1- Sağ hemipleji ve afazi olan olguda hastalık akut olarak
başlamışsa, hastada yüksek kan basıncı ve diyabet gibi ateroskleroza yol açan
hastalıklar varsa akla ilk gelen olasılık lezyonun vasküler doğada olmasıdır.
Hele, tablo yerleştikten bir süre sonra yavaşça iyileşme başlamışsa damarsal
etyoloji olasılığı daha da kuvvet kazanır.
Buna karşılık, hastalık yavaş yavaş yerleşmişse ve giderek
ağırlaşıyorsa beyinde yer kaplayıcı bir olay (primer veya metastatik beyin
tümörü gibi) olasılığı büyüktür. Hastada sinir sistemi dışında primer bir habis
tümör tespit edilmişse metastaz olasılığı ön plana geçer.
2- Beyinsapı lokalizasyonuna uyan belirtiler veren hastada da
etyolojik tanıya giderken anamnez özelliklerinden yararlanılır. Hasta gençse,
tablo kısa zamanda yerleşmişse ve daha önce optik nevrit, piramidal paraparezi,
sfinkter kusuru gibi sinir sisteminin farklı bölgelerinin etkilendiğini
gösteren bulgulardan oluşan epizodlar geçirip düzelmişse bu beyinsapı sendromu
muhtemelen yeni bir multipl skleroz atağına bağlıdır.
Aynı sendrom yavaş yavaş yerleşmişse; tablo günler veya haftalar
içinde yeni bulgular eklenerek progresif bir şekilde oluşmuşsa, arada hiç
düzelme dönemi yoksa, yavaş gelişen lezyonlar akla gelir. Beyinsapı gliomu
bunlardan biridir.
Bu beyinsapı sendromu sistemik ateroskleroz belirtileri olan yaşlı
bir hastada dakikalar veya saatler içinde akut bir şekilde ortaya çıktığı zaman
serebrovasküler bir olay ilk olasılıktır. Hele bu tablo yerleşmeden önceki
günlerde hastada aynı belirtiler birkaç kez tekrarlayıp düzelmişse bu olasılık
daha da kuvvetlenir (Bakınız: Geçici İskemik Ataklar).
3- Paraplejik hastanın yakınmaları sinsi başlayıp ilerleyici bir
nitelik göstermişse medulla spinalise bası yapan bir lezyon düşünülmelidir.
Klinik tablo bunun tam tersine, akut bir şekilde yerleşmişse ve örneğin aşı
uygulaması veya viral bir hastalığı izleyerek birkaç gün içinde ortaya çıkmışsa
bu kez post-vaksinal, post-infeksiyöz bir miyelit akla ilk gelecek etyolojik nedendir.
Buna karşın, tablo saatler içinde hiperakut bir şekilde yerleşmişse medulla
spinalisin damarsal hastalıkları akla gelmelidir. (Bakınız: Medulla Spinalis Hastalıkları)
4- Radiküler ağrıları olan hastanın yakınmaları ters bir bel
hareketinden sonra ortaya çıkmışsa lomber disk hernisi olasılığı üzerine
durulmalıdır. Hasta öyküsünde buna benzer bel ve bacak ağrıları olup bir süre
sonra düzeldiğini söylüyorsa bu, tanıyı destekleyen bir noktadır. Aynı klinik
tablo yavaş başlayıp iyileşme olmadan ilerleyici bir nitelik gösteriyorsa bunun
altında malign bir tümör, bir kan hastalığı veya başka bir lokal patoloji
bulunabileceğini düşünerek hasta ayrıntılı bir şekilde incelenmelidir.
Yukarıdaki örneklerden de anlaşılacağı üzere, hastanın
özgeçmişindeki özellikler, bu arada yüksek kan basıncı, diyabet, diğer
organların habis urları, iltihabi ve diğer hastalıklar ile meslekle ilgili
intoksikasyonlar nörolojik tablonun etyolojisini aydınlatıcı olabilir. Bu
nedenle, birçok sinir sistemi hastalığının etyolojik tanısında değişik tıp
dallarıyla sıkı bir işbirliği gerekir.
Sinir sistemi hastalıklarından bir bölümü de kalıtımla ilgilidir.
Bunlar, genellikle yavaş ilerleyen, ailenin başka üyelerinde veya daha önceki
kuşaklarda da ortaya çıkan hastalıklardır. Hastanın soygeçmişindeki bu özellik
tanıya gidişte yardımcı olur.
Laboratuvar İncelemeleri
Etyolojik tanıya giderken çok çeşitli laboratuvar araştırmalarına
başvurmak gerekebilir. Bunların bir kısmı tıbbın her alanında kullanılan
biyokimyasal, mikrobiyolojik, vb. yöntemlerdir. Tahmin edileceği gibi bunlar
uzun bir liste oluşturur. Laboratuvar incelemelerinin bir bölümü ise sinir
sistemi hastalıklarında kullanılan spesifik tetkiklerdir. Beyin-omurilik sıvısı
muayenesi merkezi sinir sistemi hakkında değerli bilgiler verir. EEG,
elektromiyografi (EMG), uyarılmış potansiyeller (evoked potentials, EP) ile
kas, sinir ve beyin biyopsisi önemli yardımcı inceleme yöntemleridir.
Nöroradyoloji, yıllar içinde gösterdiği gelişmelerle sinir hekiminin en vazgeçilmez
yardımcıları arasına girmiştir. Anjiyografi gibi oldukça eski araştırma
tekniklerindeki yeniliklerin yanısıra bilgisayarlı tomografi (BT) ve manyetik
rezonans görüntülemenin (MRG) nörolojik hastalıklara uygulanması adeta bir
devrim yaratmıştır. Nükleer tıp bilimi tarafından geliştirilen çeşitli
radyoaktif işaretleyicilerle gerçekleştirilen pozitron emisyon tomografi (PET)
incelemesi de nörolojide giderek daha yaygın kullanım alanı bulmaktadır.
Nörolojide kullanılan laboratuvar metodları kitabımızda ayrı bir bölüm olarak
yer almaktadır. Bunların dışında, genetik alanındaki gelişmeler pek çok
herediter hastalığın kesin tanısının konmasında büyük yarar göstermektedir
(Bakınız: Nörolojide Laboratuvar İncelemeleri)
Bazı Özel Durumlar
Acil olgular: Nörolojik hastaların bir
bölümü acil olarak kliniğe getirilir. Hasta uyanıklık kusuru, konfüzyon, afazi,
vb. nedenlerle anamnez verebilecek durumda olmayabilir. Hastayı getirenler de
yeterli bilgi sahibi olmayabilirler. Her şeyden daha önemlisi, hastanın durumu
zaman kaybını affetmez. Yani, zaman hekim ve hastanın aleyhine çalışmaktadır;
tanı için kullanılabilecek zaman sınırlıdır.
Böyle durumlarda temel kural, tablo geri dönülmez aşamaya varmadan
müdahale edebilme şansını yitirmemektir. Bu bakımdan, hekim bir yandan gerekli
bilgiyi toplamaya çalışırken bir yandan da hızla tedaviye yönelir. Her şeyden
önce vital fonksiyonları gözetmek gerekir. Bu konuda en kritik sorunlardan biri
solunum yolunun açık tutulmasıdır. Ardından damar yolunun açılması ve acil
birkaç kan tetkikinin gönderilmesi gerekir. Epilepsi nöbetleri için de aynı şey
söylenebilir. Hasta status epileptikus tablosu içinde olabilir. Burada ilk
yapılacak şey, devam ettiği takdirde hastayı ölüme götürebilecek olan ardarda
gelen nöbetlerin semptomatik tedavisidir. Etyolojik nedeni belirlemeye yönelik
araştırmalar da hemen bunu izlemelidir. Hipoglisemi ve diğer metabolik nedenlere
bağlı koma tabloları, subdural ve epidural hematomlar, değişik nedenlere bağlı
beyin fıtıklaşmaları, vb. bu gruba giren tablolardandır. Bu konu Koma ve Komalı Hastanın Muayenesi bölümünde ele alınacaktır (Ayrıca bakınız: Nörolojide
acil yaklaşım)
Hastayı ilk gören hekimin dikkat edeceği
noktalar: Nörolojik hastalardan bir bölümü evde veya yerel koşullar içinde
tanısı konulamayan ve/veya tedavisi yapılamayan hastalardır. Bunlarda
genellikle ilerleyici bir nörolojik tablo veya giderek kapanan bilinç durumu
söz konusudur. Böyle bir hasta bir nöroloji kliniğine gönderilirken dikkat
edilmesi gereken bazı hususlar vardır. Her şeyden önce öykü ve bulgular
okunaklı bir el yazısıyla veya daha iyisi bilgisayarda yazılmalıdır. Kişiye
özgü kısaltmalar yanlış anlamalarla yol açabilir. Bu konuda yurdumuzda standart
bir kısaltma sistemi bulunmamaktadır. PR, patella refleksi anlamına da
gelebilir, plantar refleks olarak da anlaşılabilir. AR, Aşil refleksi veya
abdominal refleksin kısaltılmış şekli olabilir. Tendon refleksleri (TR), derin
tendon refleksleri (DTR) ve kemik-veter refleksleri (KVR) hep aynı anlamda
kullanılan, fakat kısaltılmış şekilleri tereddüt uyandırabilecek deyimlerdir.
En doğru yol, bu gibi kısaltmalardan kaçınmak, terimleri tam olarak yazmaktır.
Özellikle nörolog olmayan genç hekimlerin epilepsi, miyokloni,
kore gibi deyimleri kullanmak yerine gördüklerini net bir şekilde tanımlamaları
doğru olur.
Komalı hastalarda bilinç düzeyinin kaydedilmesi önem taşır; zira
hastalığın sonraki gidişi buna göre değerlendirilecektir. Uyanıklık düzeyinin
somnolans, stupor, koma gibi kelimelerle değil, tanımlanarak belirtilmesi çok
önemlidir: "bilinç kapalı, sesli uyarana cevapsız ancak ağrılı uyaranı
lokalize ediyor”, veya "bilinç kapalı, sesli uyaranla gözlerini açıyor
ancak anlamlı iletişim kurulamıyor” gibi. Böyle hastalarda pupillaların
büyüklüğüne de dikkat edilmelidir. Anizokori terimini kullanmaktansa hangi
pupillanın büyük, hangisinin küçük olduğunu ve ışık cevabını kaydetmelidir.
Acil poliklinikte uyanıklık kusuru olan hastaya fundus muayenesi yapabilmek
için asla pupil dilatör ajanların uygulanmaması akılda tutulmalıdır; aksi
takdirde gelişmekte olan tentorial herniasyon gözden kaçacaktır.
Hemiparezi, paraparezi gibi deyimler hastanın seyrini anlatmada
tek başına yeterli olmayabilir. "Sağ bacağını kaldıramıyor, ancak yatak
yüzeyinde güçlükle çekebiliyor” veya “Sağ kolunu omuz hizasına kadar
kaldırabiliyor" gibi deskriptif ifadelerin eklenmesi çok daha net bir anlaşma
sağlayabilir.
Son olarak, hastayı gönderen hekim anamnez bilgilerine muayene
bulgularını ekledikten sonra muayenenin yapıldığı tarih ve saati kaydetmelidir.