PLEKSUSLAR
VE HASTALIKLARI
Yazanlar:
Zeliha MATUR, A. Emre ÖGE
Son
güncelleştirme tarihi: 01.07.2019
Pleksuslar,
T2-11 hariç olmak üzere, spinal sinirlerin ön ana dallarının (ÖAD; ventral
rami) birleşmesi ile oluşan karmaşık sinir ağlarıdır. Servikal (C1-4 ventral
rami), brakiyal (C5-8 ve T1 ÖAD), lomber (T12 ve L1-L4 ÖAD), sakral (L4-5
ve S1-4 ÖAD) ve koksigeal (S5 ÖAD ve koksigeal sinir) pleksuslar mevcuttur.
Lomber ve sakral pleksuslar birbirleri ile lumbosakral trunkus (L4-5) aracılığıyla
bağlantılı olduğu için lumbosakral pleksus (LSP) olarak da anılırlar. Pleksus
lezyonlarını tek tek spinal kök veya periferik sinir tutulumlarından ayırt
etmek güç olabilir; üstelik birçok pleksus tulumuna spinal kök veya periferik
sinir lezyonu da eşlik edebilir. Bu nedenle pleksusların anatomik yapısını
ve pleksus bölümlerinin duyusal ve motor innervasyonlarını iyi bilmek gerekir.
Bu bölümde brakiyal ve lumbosakral pleksusların yapısı ve lezyonlarından
ayrıntılı olarak bahsedilmiştir.
Brakiyal
Pleksus
Brakiyal
Pleksus Anatomisi
Boyundan
koltuk altına kadar uzanan bu sinir ağı üst ekstremitenin motor, duyusal
ve postganglionik sempatik liflerini taşır. C5-T1 spinal sinirlerinin ÖAD
bir araya gelmesinden oluşur. Anatomik olarak beş parçaya ayrılır. Bunlar
proksimalden distale doğru şöyle sıralanırlar (Şekil 1):
1.
Kökler:
C5-T1 spinal sinirlerinin ÖAD
2.
Trunkuslar:
Üst, orta ve alt trunkus
3.
Divizyonlar:
Her bir trunkus ön ve arka divizyona ayrılır
4.
Kordlar:
Lateral, posterior, medial kord
5.
Terminal
sinirler: Median, radial, ulnar, aksiller ve muskülokütanöz sinirler
Şekil
1.
A: Brakiyal pleksusun başlıca anatomik bölümleri (Divizyonlar * ile işaretlenmiştir).
B: Brakiyal pleksusun koronal T2 ağırlıklı MRG kesitinde görünümü.
C5-T1
spinal sinirlerin ÖAD karma sinirlerdir. Boyunda derinde ön ve orta skalen
kasların arasında yerleşmişlerdir. Dorsal skapular sinir, C5 ÖAD’den doğrudan
ayrılır, C5-C7 ÖAD’lerden ayrılan lifler birleşerek uzun torasik siniri oluşturur.
C5-C6
ÖAD birleşerek üst trunkusu oluşturur. C7 ÖAD orta trunkus olarak devam eder.
C8-T1 ÖAD ise alt trunkusu meydana getirir. Trunkuslar, boyun arka üçgeninin
ön-alt bölümünde yerleşir. Trunkuslardan çıkan tek sinir supraskapular sinirdir,
üst trunkusun proksimalinden ayrılır.
Divizyonlar,
her bir trunkusun ön ve arka parçalara ayrılmasıyla oluşur. Klavikülanın
arkasında yerleşirler. Divizyonlardan doğan bir terminal sinir yoktur.
Kordlar,
aksillanın proksimalinde yerleşmişlerdir. Aksiller arterin ikinci parçasına
göre aldıkları konumla adlandırılırlar. Üst ve orta trunkusun ön divizyonlarının
birleşmesiyle lateral kord, tüm trunkusların arka divizyonlarının birleşmesiyle
posterior kord oluşur. Medial kord, alt trunkusun ön divizyonunun devamıdır.
Lateral korddan lateral pektoral, muskülokütanöz ve median (lateral kısmı)
sinirler; posterior korddan torakodorsal, üst ve alt subskapular, aksiller
ve radial sinirler; medial korddan medial pektoral, medial kütanöz ve medial
antebrakiyal kütanöz, ulnar ve median (medial kısmı) sinirler doğar.
Brakiyal
Pleksopatiler
Sınıflama
Brakiyal
pleksopatiler, lezyonun yerine, dağılımına veya patolojik süreci oluşturan
nedenlere göre sınıflandırılabilir:
—
Lezyonun yerleşimine göre başlıca iki sınıfa ayrılır: Divizyonların proksimalinde
yer alan lezyonlar supraklaviküler, distalinde yerleşen lezyonlar infraklaviküler
olarak adlandırılır. Supraklaviküler lezyonlar kök dağılımı gösterirken,
infraklaviküler lezyonlar daha çok periferik sinir dağılımına uyar. Supraklaviküler
pleksopatiler infraklaviküler olanlardan çok daha sıktır, daha çok kapalı
germe-çekme travmalarına bağlıdır, daha ağır lezyonlarla seyreder ve prognozları
daha kötüdür.
—
Lezyonun yaygınlığına göre kısmi (parsiyel) veya tam (total) olarak sınıflandırılır.
—
Etiyolojiye göre ise başlıca 4 grupta toplanabilirler: 1. Travmaya bağlı,
2. Konjenital (büyük kısmı travmatik perinatal nedenlere bağlıdır) 3. Travma
dışı nedenlere bağlı, 4. İyatrojenik brakiyal pleksopatiler (Tablo
1).
Tablo
1.
Etiyolojilerine
göre brakiyal pleksopatiler (Kaynak
4 ve 7’den yararlanılarak)
1.
Travmatik Açık
yaralanmalar Kesici-delici
cisimlerle yaralanma, ateşli silah yaralanması Kapalı
yaralanmalar Çekme-germe,
sıkıştırma, kök kopması 2.
Konjenital Prenatal Maternal
uterus malformasyonları, Kayzer Wilhelm sendromu, ailesel konjenital brakiyal
pleksus felci, konjenital varisella sendromu, humeral veya vertebral
osteomiyelit, 1.kotun ekzostozu, tümörler (nörofibrom, rabdoid tümörler,
miyofibrom, hemanjiom vs.) İntranatal
(Obstetrik brakiyal pleksus felci) Omuz
distosisi, makrozomi,
alet
kullanımı yardımıyla doğum |
3.
Travma
dışı İnflamatuar İdiyopatik
brakiyal pleksus nöropatisi, diyabetik radikülo-pleksus nöropatisi, cerrahi
sonrası inflamatuar pleksopati Neoplastik Primer
(nadirdir, genellikle nörofibromlar), metastatik (en sık akciğer, meme
kanserleri), paraneoplastik Radyasyona
bağlı Tuzaklanma Nörojenik
toraks çıkışı sendromu İnfeksiyöz Viral
(EBV, VZV, parvovirus B19, CMV, kabakulak, HIV, HSV), Bakteri ve mantarlar
(Leptospira
sp., Mycobacterium tuberculosis, Yersinia sp., Salmonella typhii, Coccidioides
immitis, Borrelia burgdorferi) |
4.
İyatrojenik Sinir
blokları ve diğer enjeksiyonlar Postoperatif
(median sternotomi sonrası, ameliyat sırasında uzun süreli anormal pozisyonlama,
doğrudan intraoperatif sinir hasarı) Omuz
redüksiyonu |
Klinik
Brakiyal
pleksopatilerin çoğu güçsüzlük ile kendini gösterir. Ağrı güçsüzlüğe göre
daha seyrek görülen bir belirti olmakla birlikte idyopatik brakiyal pleksus
nöropatisi (İBN), kanser invazyonundan kaynaklanan veya birden fazla kök
avülsiyonuyla seyreden pleksopatiler ve tartışmalı nörojenik toraks çıkışı
sendromu (TÇS) hemen daima ağrılı tablolardır. Buna karşılık, gerçek nörojenik
TÇS’de, radyasyon pleksopatilerinin çoğunda ağrı yoktur ya da çok geri plandadır.
Paresteziler seyrek görülür ve genellikle demiyelinizan lezyonlarla seyreden
tablolara eşlik eder.
Nörolojik
muayenede brakiyal pleksusun tutulan kısımlarına ve tutulumun yaygınlığına
göre değişen paternlerde güçsüzlük, refleks değişikliği ve duyu kaybı saptanır.
Supraklaviküler lezyonlarda ortaya çıkan nörolojik bulgular daha çok segmental
(dermatomal, miyotomal) bir patern gösterirken, infraklaviküler lezyonlarda
bir veya birkaç terminal sinirin tutulmasına benzer segmental olmayan bir
dağılım izlenir.
En
sık tutulum şekilleri tüm pleksus (pan-pleksopati), üst trunkus veya alt
trunkus tutulumlarıdır. Tüm
pleksusun hasarında,
C5-T1 segmentinden innerve olan tüm kaslarda güç kaybı; o kolda derin tendon
reflekslerinde azalma veya kayıp ve omuza kadar uzanan duyu kusuru görülür.
Kol gevşektir. Tüm omuz, dirsek, el bileği ve parmak hareketleri kısıtlıdır
veya yapılamaz. Üst
trunkus lezyonlarında
ise C5-C6 segmentlerine uyan dağılımda güç kaybı ve duyu kusuru görülür.
Biseps ve brakioradialis refleksleri hipoaktif veya kayıptır. Omuz abdüksiyonu
ve dirsek fleksiyonu kısıtlıdır veya yapılamaz. Eğer lezyon C5 kökünü etkileyecek
kadar çok proksimaldeyse romboid ve levator skapula kasları da etkilenir.
Kol, omuz içe rotasyonda, dirsek ekstansiyonda ve ön kol pronasyonda olacak
şekilde sarkar ki buna “bahşiş bekleyen garson” postürü adı verilir. Alt
trunkus lezyonlarında
ise C8-T1 segmentlerine uyan dağılımda kas gücü kaybı ve duyu kusuru görülür.
Parmak fleksör refleksi hipoaktif veya kayıptır.
Kord
lezyonları daha az sıklıkta görülür. Posterior
kord
lezyonlarında, aksiller ve radial sinir alanına uyan güç kaybı ile posterior
kütanöz, aksiller, radial sinir alanına uyan duyu kusuru görülür. Lateral
kord
lezyonlarında, muskülokütanöz ve median sinirin lateral kısmından (C6, C7
köklerinden gelen lifler) innerve olan kaslarda güç kaybı olur. Medial
kord
lezyonlarında ise ulnar sinir innervasyonlu tüm kaslarda ve median sinirin
medial kısmından (C8,T1 köklerinden gelen lifler) innerve olan kaslarda güç
kaybı gelişir (Tablo 2).
Tablo
2. Brakiyal
pleksus lezyonlarında muayene bulguları (Kaynak
1 ve 2’den yararlanılarak)
Etkilenen
bölge |
Güç
kaybı |
Refleks ¯/Æ |
Duyu
kusuru |
Üst
trunkus |
Omuz
abdüksiyonu, dirsek fleksiyonu, kolun eksternal rotasyonu, ön kolun supinasyonu |
Biseps,
brakioradialis |
Kolun
dış yanı |
Orta
trunkus |
Önkol,
el bileği ve parmak ekstansiyonu |
Triseps |
Önkolun
ekstansör yüzü, el sırtının radial tarafı |
Alt
trunkus* |
El
bileği ve parmak fleksiyonu, el intrinsik kasları |
Parmak
fleksör |
Kolun
ve ön kolun mediali, elin ulnar tarafı |
Lateral
kord |
Dirsek
fleksiyonu, ön kolun supinasyonu ve pronasyonu, radial el bileği fleksiyonu,
2., 3. ve 4. parmakların proksimal interfalengeal eklemden fleksiyonu,
başparmak fleksiyonu, 2. ve 3. parmakların distal interfalengeal eklemden
fleksiyonu |
Biseps |
Ön
kol laterali |
Medial
kord |
Ulnar
el bileği fleksiyonu, başparmak abdüksiyon, fleksiyon ve opozisyonu, 4.
ve 5. parmakların distal interfalengeal eklemden fleksiyonu, diğer el intrinsik
kasları |
Parmak
fleksör |
Kol
ve ön kol mediali |
Posterior
kord |
Omuz
ekleminin dışa rotasyonu, kol abdüksiyonu ve içe rotasyonu, dirsek ve bilek
ekstansiyonu, ön kol supinasyonu, parmak ekstansiyonu |
Triseps,
brakioradialis |
Kolun
ve ön kolun ekstansör yüzü, 5. parmak dışında el sırtı |
*Üst
servikal gangliona gelen sempatik lifler T1 köküyle taşınır. T1 kök tutulumunda
aynı tarafta Horner sendromu (ptoz, miyoz, anhidroz) görülür.
¯
/ Æ:
Azalmış veya kayıp
Tanı
Çoğu
zaman öykü, nörolojik muayene, görüntüleme incelemeleri ve elektrodiagnostik
muayene bulguları birlikte değerlendirilerek tanı konur. İyi bir anamnezle,
olası nedene göre (idyopatik, travma, kanser, radyoterapi, doğum vs.), tutulumun
oluş şekli, dağılımı ve seyri belirlenmelidir. Nörolojik muayenede tutulumun
dağılımı ve şiddetini saptamanın yanı sıra tanıya yardımcı olabilecek ek
bulgulara (Horner sendromu, miyokimi vs.) dikkat edilmelidir. Tüm belirti
ve bulgularla lezyonun supraklaviküler (pre-, postganglionik veya mikst)
ya da infraklaviküler olduğunun belirlenmesi prognoz tayini ve tedavinin
seçiminde önemlidir. Ancak, tüm titiz incelemelere rağmen anatomik lokalizasyon
tam olarak yapılamayabilir.
Görüntüleme
incelemeleri
çeşitli faktörler dikkate alınarak seçilmelidir. Düz radyografiler, etiyolojide
şiddetli travma, humerus fraktürü ve dislokasyonu, gerçek nörojenik TÇS,
neoplazma ve radyasyon söz konusu ise yararlıdır. Ayrıca göğüs, omuz, klaviküla,
humerus ve omurga düz radyografileri eşlik edebilecek diğer yaralanmaları
taramak amacıyla da kullanılır. Radyografilerle yabancı cisimler de görülebilir.
Bilgisayarlı tomografi (BT), travma sonucu gelişen hematomların ya da malin
infiltrasyonların saptanmasında yararlı olabilir. BT miyolografi ise servikal
spinal kanalın görüntülenmesinde iyi bir seçenektir ve kök avülsiyonlarını
göstermede değerli olabilir. Brakiyal pleksus yapılarını incelemek için genelde
en başarılı olan manyetik rezonans görüntüleme yöntemidir (MRG) (Şekil 2). Duruma göre MR miyelografi, MR nörografi, ultrasonografi
(USG) ve pozitron emisyon tomografisi (PET) çalışmaları da tanıda kullanılabilmektedir.
Şekil 2.
Travmaya bağlı çok sayıda sinir kökü avülsiyonu olan hastanın üstte T1 ağırlıklı
koronal, altta T2 ağılıklı transversal MRG kesitleri. Solda foramenlerin
içine doğru uzanan beyin-omurilik sıvısı (BOS) intensitesinde travmatik psödomeningosel
görünümlerine dikkat ediniz.
Elektrodiagnostik
incelemeler,
fokal sinir lezyonları ve izole radikülopatiler için planlananlara göre daha
geniş tutulur. Brakiyal pleksopatinin değerlendirilmesinde duyusal ve motor
sinir iletim incelemeleri, iğne elektromiyografisi (EMG), somatosensoryel
uyandırılmış potansiyel (SEP) ve motor uyandırılmış potansiyel (MEP) incelemeleri
kullanılır. İncelenecek sinir ve kasların seçiminde, bunlardan hangilerinin
hangi pleksus segmentlerini temsil ettiği göz önüne alınır. (Şekil
3 ve 4).
Şekil 3.
Birinci parmak uyarımı ile kaydedilen median ve 5. parmak uyarımı ile kaydedilen
ulnar sinir duyusal aksiyon potansiyellerinin işaret ettiği pleksus segmentlerinin
şema şeklinde gösterimi. SEP incelemelerinde de periferik sinirler bu kurallara
göre seçilerek uyarılır ve pleksusun üzerinden yakın alan potansiyelleri,
daha proksimalden uzak alan potansiyelleri (spinal ve kortikal potansiyeller)
kayıtlanır.
Şekil
4.
Tenar ve hipotenar kaslar ile biseps kasından kayıtlama ile yapılan motor
iletim incelemeleri ve iğne elektromiyografisi bulgularının hangi pleksus
segmentlerine işaret ettiğini gösteren basitleştirilmiş resim. Sağ alttaki
temsili grafikte, hipotenar bölgeden kayıtlama ile yapılan motor iletim incelemesinde
ulnar sinir kolda periferik lokalizasyonlarda uyarıldığında (ST) elde edilen
motor yanıtlar üst ve orta sırada görülmektedir. Uyarım noktası ön planda
segmental demiyelinizasyonla seyreden pleksus lezyonunun proksimaline çıkınca,
elde edilen yanıtın amplitüdü düşmüştür (parsiyel iletim bloğu) ve lezyonun
lokalize edilmesini sağlamıştır.
Bulgular
lezyonun tipine (aksonal dejenerasyon veya segmental
demiyelinizasyon) göre farklılık gösterir (Bakınız: Elektromiyografi
ve Sinir İletim İncelemeleri).
Duyusal iletim incelemeleri postganglionik tutulumu preganglionik tutulumdan
ayırt ettiren bir gösterge olduğu için çok değerlidir. Aksonal dejenerasyonla
seyreden postganglionik lezyonlarda tutulumun derecesine göre duyusal cevap
amplitüdlerinde düşme veya kayıp görülür; duyusal iletim hızları ise normal
veya ağır aksonal kayıp varlığında hafif yavaş olabilir. Segmentel demiyelinizasyonla
seyreden tutulumlarda ise duyusal cevap amplitüdleri genellikle normaldir.
Motor iletim incelemelerinde aksonal dejenerasyonla seyreden tutulumda motor
cevap amplitüdleri düşüktür, iletim hızları ise normal bulunur. Segmental
demiyelinizasyonla seyreden durumlarda uyarımlar kolda, yani pleksus distalinde
yapıldığında motor cevap amplitüdleri normaldir. Uyarımlar pleksustaki lezyonun
proksimalinden yapıldığında ise cevapların amplitüdü düşer (iletim bloğu)
ya da temporal dispersiyon paterni görülür (Şekil 4). Bunlar
lezyonun lokalize edilmesini çok kolaylaştırmakla birlikte, pleksus ve/veya
sinir kökü düzeyinde elektriksel veya manyetik uyarım yöntemleri ile ilişkili
teknik güçlükler mevcuttur. F dalgaları periferik uyarım noktası ile medulla
spinalis arasında var olan herhangi bir lezyondan şüphe edilmesine yardımcı
olabilir.
İğne EMG’sinde aksonal
hasar söz konusuysa ilgili kaslarda istirahatte fibrilasyon ve pozitif diken
potansiyelleri izlenir. Bu “denervasyon” potansiyelleri kasın lezyona uzaklığına
göre 8-14 gün içinde belirir. İstemli kası sırasında ise akut dönemde katılımı
azalmış motor ünite potansiyelleri (MUP’ler) görülür. Daha sonraki dönemlerde
lezyonun şekli ve seyrine göre kollateral reinnervasyonu ya da rejenerasyon
sonucu ortaya çıkan MUP şekil değişiklikleri gözlenir. Segmental demiyelinizasyonla
seyreden tutulumlarda fibrilasyon ve pozitif diken potansiyelleri seyrektir.
Paraspinal kaslar ve pleksusutan en proksimalde ayrılan sinirlerden innervasyon
alan kasların iğne EMG’sinde denervasyon bulguları izlenmesi radiks hasarı
varlığını gösterir.
SEP
incelemesi
duyusal ve mikst sinirlerin proksimal segmentlerini incelemeye imkân verdiğinden
brakiyal pleksopatilerin değerlendirilmesinde yardımcı olabilmektedir (Şekil 5). Örneğin, median SEP incelemesinde, median sinirin
periferik iletisi normalken, N9 potansiyelinin latans ve/veya amplitüdünde
anormallik olması, brakiyal pleksusun aksilla ile üst trunkusu arasında yer
alan bir lezyonunu; N9 normalken N13’te anormallik olması ise üst trunkus
ile omurilik arasında yerleşmiş bir tutulumunu düşündürür. Çeşitli duyusal
sinirler uyarılarak farklı brakiyal pleksus yapılarının bütünlüğü test edilebilir.
SEP, intraoperatif monitörizasyonda brakiyal pleksusun sağlamlığını korunduğunu
izlemede de kullanılmaktadır. MEP
incelemelerinde,
bir kastan kayıt yapılırken ilgili sinirin periferik segmentlerinden elektriksel
uyarımı izleyerek pleksus ve sinir kökü düzeyinden elektriksel veya manyetik
uyarım yapılarak lezyon lokalize edilmeye çalışılır (Şekil 6).
Şekil
5.
Sağ idyopatik brakiyal pleksus nöropatisi olan olguda sağ (A) ve sol (B)
median SEP incelemesi. Üstteki traselerde Erb noktası, ortadakilerde servikal
7. vertebra spinöz çıkıntısı ve en alttakilerde karşı taraf somatosensoriyel
korteksi üzerinde kalvarium üzerine (Cc) konan elektrodlarla kaydedilen yanıtlar
görülmektedir (ortak referans Fz elektrodu). Solda median sinir uyarımına
her üç seviyeden normal latans ve amplitüdlü yanıtlar elde edilirken, sağda
ilk iki seviyede yanıt kaydedilemiştir.
Şekil
6.
Radyasyon pleksopatisi olgusu. A: Sol (üstteki traseler) ve sağ (alttaki
traseler) m. abductor digiti minimiden kayıtlama yapılırken n. ulnarisin
bilek, dirsek altı, dirsek üstü ve aksilladan elektriksel uyarımı ve servikal
manyetik sinir kökü uyarım ile elde edilen yanıtlar üst üste konarak verilmiştir.
Elektriksel uyarımla elde edilen yanıtlar iki taraf arasında belirgin farklılık
göstermezken, sağda sinir kökü uyarımı ile elde edilen yanıt belirgin derecede
daha geç latanslı, düşük amplitüdlü ve dispers bulunmuştur. Bu radyasyona
bağlı pleksus lezyonunun ön planda segmental demiyelinizasyonla seyreden doğasına
işaret eder. B ve C: Radyasyon pleksopatisi olgusunun iğne elektromiyografisinde
miyokimik ve nöromiyotonik boşalımlar.
Brakiyal
pleksopatilerin büyük kısmını travmatik brakiyal pleksopatiler oluşturur. Bunu sırayla idyopatik brakiyal pleksus
nöropatisi, kansere bağlı brakiyal pleksus nöropatisi, radyasyon pleksopatisi,
obstetrik brakiyal pleksus felci, nörojenik TÇS ve iyatrojenik brakiyal pleksopatiler
takip eder. İzleyen bölümde brakiyal pleksopatilerin en sık görülen altı
nedeninden daha ayrıntılı olarak söz edilmiştir.
Travmatik
Brakiyal Pleksopatiler
Kapalı
çekme (traksiyon) yaralanmaları en sık görülen lezyonlardır. Çoğu trafik
kazaları, en çok da motosiklet kazaları sonucu görülür. Daha az görülen diğer
nedenler: Endüstriyel kazalar, yüksekten düşmeler, omuza ağır cisim düşmesi,
sporcu sakatlanmalarıdır (kayak yapanlar, dağa tırmananlar, futbolcular).
Çekme yaralanmalarında genellikle aksonal hasar görülür. Çekilme çok yüksek
enerjili ise kök avülsiyonu gelişebilir. Birden çok kök avülsiyonu veya trunkus
rüptürü olduysa prognoz kötüdür. Buna karşılık sadece segmental demiyelinizayonla
seyreden bir lezyon söz konusuysa, 3-6 haftada iletim bloğu çözülür, prognoz
iyidir (Şekil 7). İnfraklaviküler yaralanmalarda aksiller
arter tromboz ve rüptürü tabloya eşlik edebilir.
Şekil
7.
Kuvvetli şekilde taş fırlatarak brakiyal pleksus infraklaviküler segmentlerinde
düşük enerjili bir traksiyon travması oluşturan
hastanın T2 ağırlıklı MRG kesitlerinde çevre yumuşak dokularındaki postravmatik
intensite değişikliği.
Çekme-germe
yaralanmalarının tedavisi çok kompleks bir konudur.
Erken müdahale spontan iyileşme şansını engelleyebilir, geç müdahale ise
reinnervasyon şansının kaybına neden olabilir. Bu tür travmalarda sinir dokusunun
fiziksel bütünlüğünün ne kadar korunduğu başlangıçta çok iyi anlaşılamadığından,
genel olarak konservatif bir yaklaşım benimsenir ve ancak 2-3 aylık bir gözlemin
ardından düzelme göstermeyen olgularda cerrahi tamir gündeme gelir. Yüksek
enerjili travmalar ve ekstremitede tam felç gibi durumlarda daha erken müdahale
düşünülebilir. Artan ağrı ve nörolojik bulgular, eşlik eden kemik ve damar
lezyonları, hematom oluşumu ve kompartman sendromları akut dönemde girişimi
gerektirir. Kök avülsiyonlarının spontan iyileşme açısından prognozları çok
kötü olduğundan ve doğrudan cerrahi tamir yapılamadığından, ağır fonksiyonel
defisite yol açanlarında sinir transferi operasyonları planlanır.
Açık
yaralanmalar kapalılara göre daha seyrek görülür. Genellikle ateşli silah
yaralanmaları, kesiler (bıçak, cam, hareket eden metal cisimler vs. ile)
ve hayvan ısırması ile olur. Açık yaralanmalarda genellikle damarlar, akciğer
gibi komşu yapılar da etkilenir ve bunlara çok acil müdahale gerekir. Delici
aletlerle yaralanmada, sinir lifleri oluşan hematom, psödoanevrizma veya
arteriovenöz fistül sonucu ikincil olarak da etkilenebilir. Keskin cisimlerle
açık yaralanmalarda mümkün olan en kısa sürede eksplorasyon ve eğer mümkünse
uç-uca tamir yapılır. Künt uçlu cisimlerle yaralanmalarda başlangıçta debritman
yapıldıktan sonra, sinir uçlarının sınır hatlarının belirmesi amacıyla tamir
için 3-4 hafta beklenebilir. Düşük enerjili silahlarla yaralanmalarında genellikle
nöropraksi görüldüğü için izlenebilir; yüksek enerjili ateşli silah yaralanmalarında
ise şiddetli yumuşak doku hasarı görüldüğünden erken dönemde eksplore etmek
gerekir.
Sırt
çantası paralizisi,
genellikle askerler, dağcılar ya da bebeklerini uzun süre askılı çanta ile
taşıyan kişilerde, ağır çanta askılarının basısına
bağlı olarak gelişen hafif şiddette üst pleksus lezyonları ile karakterizedir.
Genellikle tek yanlı güçsüzlükle kendini gösterir, ancak travma devam ederse
paresteziler, nadiren de ağrı ve atrofi gelişir. Üst trunkus tutulur ama
bazen izole uzun torasik sinir veya spinal aksesuar sinir nöropatisi de görülebilir.
Hastaların çoğunda ön plandaki patolojik süreç fokal demiyelinizan iletim
bloğu olduğu için aylar içinde düzelme görülür.
“Burner”
(“Stinger”) sendromu,
Amerikan futbolu gibi yoğun temas ve çarpışmaların yaşandığı sporlarda, boyun
ve omuz bölgesine oluşan travmaların ardından gelişir. Genellikle üst pleksus
aksı ve medulla spinaliste geçici fonksiyon bozukluğu sonucu yanma ve acıma
hissi ortaya çıkar, sıklıkla saatler içinde geçer. Kas kuvvetsizliği görülmesi
nadirdir. Yurdumuz gibi yoğun temas sporlarının yapılmadığı ülkelerde buna
benzer tabloların hekime başvurması çok nadir bir durumdur.
İdyopatik
Brakiyal Pleksus Nöropatisi
Akut
brakiyal nevrit,
nevraljik
amiyotrofi
veya Parsonage-Turner
sendromu
gibi adlarla da bilinen nadir görülen bir tablodur. Genellikte tek yanlı,
birkaç gün ya da hafta süren şiddetli omuz ağrısını izleyerek omuz kavşağı
kaslarında gelişen güç kaybı ve erime ile karakterize olan bu tablo idyopatik
veya herediter olabilir. Brakiyal pleksusun bir bölümü ve/veya pleksustan
ayrılan sinirlerin bir veya birkaçı etkilenir. Çok nadiren iki yanlı olabilir.
Ondokuzuncu yüzyılın sonlarından itibaren bildirilmeye başlanmış, ilk kez
1948’de Parsonage ve Turner tarafından 136 hastadan oluşan olgu serisinde
tarif edilmiştir.
İdiyopatik
formun kesin nedeni bilinmemekle birlikte genetik yatkınlık zemininde immün
tetikleyicilere ve travmalara duyarlılık olduğu
düşünülmektedir. Hastaların %50’sinden fazlasında öncülük eden infeksiyon
veya aşılanma öyküsü, sinirlerin inflamasyonunu gösteren patoloji raporları,
ilk 4 hafta içinde kortikosteroide tedavisine yanıt alınan bazı hastalar
immün bağlantılı hipotezi desteklemektedir. Cerrahi girişim, doğum, egzersiz,
travma öyküsü ya da eşlik eden sistemik hastalıklar da (sistemik lupus eritematozus,
poliarteritis nodosa, temporal arterit vs.) İBN’ye öncülük veya eşlik edebilir.
Genellikle
genç ya da orta yaşlı erkekleri (erkek kadın oranı 2:1
ile 4:1 arasında bildirilmiş) etkiler. Çok daha nadir olan herediter formu
otozomal dominant geçiş gösterir. Bazı ailelerde 17. kromozomun kısa kolunda
SEPT9 geninde mutasyon saptanmıştır. Genç yaş grubunda kadın ve erkekleri
eşit olarak etkileyen ve atakların taraf değiştirmesi nedeniyle zaman içinde
bilateral bulguları olan bir tabloya dönüşen bu formda dismorfik yüz özellikleri
(hipotelorizm, uzun burun köprüsü, fasyal asimetri) de gözlenebilir (Modigliani
yüzü). Herediter form ağrısız da olabilir.
Klinik
ani başlangıçlıdır. Tek yanlı, omuz kavşağı ve skapular bölgede çok şiddetli,
zonklayıcı, saplanıcı, batıcı keskin karakterde ağrı olur. Ağrı devamlıdır,
omuz hareketleri, öksürme-hapşırma ile artmaz. Bunu izleyen birkaç hafta
içinde güçsüzlük gelişir. Zaaf geliştikten sonra ağrı hafifler ve künt karakter
kazanır. Genellikle üst trunkustan innerve olan kaslar tutulur. Alt trunkus
tutulumu nadirdir. Pleksus yapılarındaki akson kaybının derecesine göre en
çok tutulan kaslarda atrofi gelişir (Şekil 8). İBN seyrinde
bazen tek bir sinir tarafından innerve edilen kaslar tutularak tanı güçlüğüne
yol açar. Bunlar en sık olarak uzun torasik, supraskapuler, aksiller, radyal
ve anterior interosseus sinirlerden innervasyon alanlardır. Yüzde 5’inde
frenik sinir tutulumu eşlik edebilir. Varyant brakiyal pleksus nöropatilerinde
alt kranyal sinirler, rekürran laringeal sinir, lumbosakral pleksus tutulumları
bulunabilir. Duyu kaybı daha seyrek görülen ve geri planda olan bir belirtidir;
genellikle maksimum kas güçsüzlüğü bulunan bölgede görülür.
Şekil
8.
İdiyopatik brakiyal pleksus nöropatisi olan hastalarda kas güçsüzlüğü ve
atrofisi. Sağ spinal aksesuar (A), solda belirgin olmak üzere iki yanlı posterior
interosseus (B), sağ brakiyal pleksus üst trunkus (C, D) tutulumuna bağlı
bulgular görülmektedir.
Ayırıcı
tanıda servikal segmentleri etkileyip akut ağrı ve güç kaybına neden olabilecek
servikal radikülopati, servikal disk hernisi, neoplastik brakiyal pleksopati
gibi nörolojik hastalıklar ya da omuz eklemi kökenli diğer hastalıklar akılda
tutulmalıdır. Görüntüleme incelemeleri de daha çok bu hastalıkların dışlanması
için kullanılır. Elektrodiagnostik muayene tanının doğrulanması, diğer durumların
dışlanması, lezyonların pleksustaki lokalizasyonları ve bu lokalizasyonlardaki
akson kaybının derecesine dayanarak prognoz hakkında bilgi sahibi olmak için
yapılır. Elektromiyografi inelemesinde tutulumun ağırlığına göre, etkilenmiş
pleksus bölümlerinden innervasyon alan kaslarda denervasyon bulguları ve
bu kaslardan kaydedilen motor yanıtlarda amplitüd kaybı izlenir. Olguların
önemli kısmında duyusal yanıtların korunmuş olması bir ön boynuz/radiks tutulumu
izlenimi alınmasına sebep olabilir. İBN’nin henüz spesifik bir immünolojik
belirteci yoktur. Hastaların %36’sında IgM tipi anti-gangliosit antkiorları
pozitif olabilir ancak bunun patolojik önemi bilinmemektedir.
İdyopatik
brakiyal pleksus nöropatisinin erken dönemine ait patolojik veriler sınırlı
olmakla birlikte, endonöral damarları ve epinöriumu çevreleyen nekrotizan
olmayan mononükleer inflamatuar hücre infiltrasyonu bildirilmiştir. Geç dönem
bulguları daha fazla çalışılmıştır; maksopkopik olarak sinir fasiküllerinde
“kum saatine benzer boğumlar”, mikroskobik olarak CD8-pozitif T lenfositlerinin
infiltrasyonun eşlik ettiği perinöral kalınlaşmalar gösterilmiştir. 3 Tesla
MRG, klinik olarak tutulmuş sinirlerde “kum
saatine benzer boğumlar”ı, lezyon öncesi ve sonrası genişlemeleri, “boğa
gözü” değişikliklerini göstermeyi mümkün kılmıştır. MRG denerve kaslarda kısa
sürede gelişen ödemi de gösterir. USG, pleksus dışındaki sinir tutulumlarını
göstermede MRG’ye üstündür, “kum saatine benzer boğumlar” birçok pleksusu
dışı sinirde gösterilmiştir. USG’de görülen bulgular: (1) Sinirde boğumlanma
olmaksızın şişme, (2) sinirde tam olmayan boğumlanma ile birlikte şişme,
(3) sinirde tam boğumlanma ile birlikte şişme ve (4) dönme femoneni olarak
özetlenebilir.
Tedavi
semptomatiktir. Akut şiddetli ağrının olduğu dönemde, ağrının kontrolü için
genellikle opioid analjezikler gerekir. Ağrı kontrolünde non-steroid antiinflamatuarlar,
gabapentin, pregabalin, karpamazepin, amitpitilin, trankütane veya dorudan
sinir uyarımı, akupunkturdan yaralanılır. Paralizi döneminde kontraktürlerin
önlenmesi için egzersiz tedavisi uygulanır. Güçsüzlüğü devam eden hastalarda
ekstremiteyi fonksiyel durumda tutacak yardımcı ortezlerden yararlanılabilir.
İmmünsüpresif tedavinin yararı bilinmemektedir. İlk 4 hafta içinde verilen
oral prednisolonun ağrı tedavisinde ve prognozun daha iyi olmasında etkili
olabileceği bildirilmekle birlikte bu hâlâ tartışmalı bir konudur. Çeşitli
ameliyatlar, anestezi ve doğum sıklıkla herediter nevraljik amiyotrofi ataklarını
tetikler. Bazı hastalarda kortikosteroid profilaksisinin bu atakları önlediği
bildirilmiştir.
Diyabetik
lumbosakral radikülopleksus nöropatileri şiddetli ağrı ile başlangıç ve ardından
günler veya birkaç hafta sonra ortaya çıkan kuvvetsizlik-atrofi paterni açısından
İBN’ye büyük benzerlik gösterir. Bu tablonun İBN ile ayırt edilmesi zor olan
bir servikal formu olduğu da bildirilmektedir.
İdyopatik
brakiyal pleksus nöropatisi oldukça selim seyirli bir tablodur. İyileşme
genellikle ilk aylarda başlar. Hastaların %36’sı 1. yılın, %75’i 2. yılın,
%85’i 3. yılın sonunda iyileşir. Tekrarlama ihtimali %5 ile 26 arasında değişir.
Alt trunkus lezyonları, muhtemelen reinnervasyonu gereken kasların uzaklığı
nedeniyle, üst trunkus lezyonlarına göre daha kötü prognozludur. Geç dönemde,
iyileşmeyen veya çok az iyileşen, görüntüleme incelemelerinde sinir fasiküllerinde
“kum saati boğumlar”ı ve dönme görülen hastalara, cerrahi girişim ile nöroliz,
sinir greftleri ve sinir transferleri önerilir.
Kansere
Bağlı Brakiyal Pleksopati
Brakiyal
pleksusun primer neoplazmaları nadirdir. Bunlar çoğunlukla sinir kılıfından
kaynaklanır ve en sık selim nörofibromlar görülür. Buna karşılık brakiyal
pleksusu etkileyen malin tümörlerin çoğu metastatiktir. Ya primer tümörün
brakiyal pleksusa doğru yayılımı (Pancoast tümörü) ya da aksiller lenf metastazlarından
infiltrasyonu söz konusudur (Şekil 9). Genellikle akciğer
ve meme kanseri metastazı görülür. En sık görülen tutulma şekli başlangıçta
alt trunkus ya da C8-T1 köklerinin etkilenmesi, daha sonra diğer pleksus
segmentlerine yayılmasıdır. Brakiyal pleksopati bazen kanserin ilk belirtisi
olarak ortaya çıkabilir.
Şekil
9.
Brakiyal pleksusa bası ve infiltrasyon yapan farklı neoplazma örnekleri.
A: Akciğer radyografisi. B: Toraks BT’si, koronal rekonstrüksiyon (^^ ile
işaretli), C: T1 ağırlıklı MRG kesiti (^^ ile işaretli), D: Sintigrafi incelemesi.
Ağrı
genellikle ilk ve önde gelen belirtidir. Omuzdan kola, ön kol mediyaline
yayılan, şiddetli ve devamlı karakterde bir ağrı görülür. Bir müddet sonra
ilerleyici güç kaybı eklenir. Sempatik zincir etkilendiğinde Horner sendromu
ortaya çıkar. Nörolojik muayenede brakiyal pleksusun etkilenen kısmı ile
ilgili bulgular mevcuttur. Genellikle alt trunkus tutulumu söz konusu olduğu
için, el intrinsik kaslarında güçsüzlük, C8-T1 dermatomuna uyan duyu kusuru
bulunur. Pleksus MR’ı neoplazmayı tanımada çok duyarlıdır, ancak bazen radyasyon
pleksopatisi ile ayırım yapmak zor olabilir. Sınırları belirli bir lezyon
daha çok kanseri düşündürür, ancak görüntüleme yöntemleri ile tanının kesinleştirilememesi
ve biyopsi ile doğrulamaya gidilmesi gerekebilir.
Tedavi,
ağrı kontrolünü, fizik tedaviyi ve kansere yönelik radyoterapi
ve kemoterapiyi içerir. Nöropatik ağrı tedavisinde trisiklik antidepresanlar,
diğer antidepresanlar ve antikonvülzanlar kullanılır, opioid analjeziklerin
kullanılması gerekebilir.
Radyasyona
Bağlı Brakiyal Pleksopati
Radyasyonun
neden olduğu brakiyal pleksopati, göğüs kafesinin üst yarısı, aksiller bölge,
toraks çıkışı ve boyna yönelik radyoterapi sonrası gelişebilir. Tedavi dozu,
tedavi tekniği ve birlikte kullanılan kemoterapötikler, radyasyon hasarı
gelişimiyle doğrudan ilişkilidir. Toplam dozun yüksek olması (>6000cGy),
az fraksiyonla yüksek doz verilmesi (fraksiyon başına >200cGy), birden
fazla bölge tedavi edildiğinde radyasyon alan dokuların çakışması riski arttırır.
Patofizyolojide mikrovasküler yetmezlik sonucu iskemi ve radyasyon sonrası
doku fibrozisi sorumlu tutulur (Şekil 10). Elektrofizyolojik
açıdan brakiyal pleksusutaki lezyonlar ön planda segmental demiyelinizasyonla
seyreder, hastalığın progresyonu ilerledikçe buna aksonal hasar bulguları
eklenir. Radyasyon sonrası erken gelişen, gelip geçici bir pleksopati tablosu
da bilinmekle birlikte (erken
gecikmiş pleksopati,
radyasyondan 2-14 ay sonra), asıl problemi yavaş fakat sürekli progresyon
göstererek hastanın üst ekstremitesini kullanamaz hale getiren geç
gecikmiş pleksopati
oluşturur. Bu komplikasyon, radyoterapi tekniklerindeki gelişmelerle son
onyıllarda çok azalmıştır.
Şekil
10.
Radyasyona bağlı brakiyal pleksopati olgusunda radyasyonun oluşturduğu deri
değişikliği.
Kanser
tedavisi gören bir hastada brakiyal pleksus tutulumunun kansere mi radyasyona
mı bağlı olduğunun ayırt edilmesi çok önemlidir (Tablo 3).
Radyasyon pleksopatisi tedavisi izleyen aylar ya da yıllar içinde (30 yıl
sonra bile olabilir) ortaya çıkar, bu zaman aralığı büyük değişkenlik göstermekle
birlikte daha çok 7,5 ay ile 6 yıl arasındadır (median 40 ay). Hastaların
çoğu meme kanseri tedavisi görmüş kadınlardır. Başlangıç belirtileri genellikle
duyusal belirtiler (uyuşukluk, parestezi ve dizesteziler) ve ardından güç
kaybıdır. Belirtiler giderek artar. Ağrı geri plandadır ve hastaların ancak
%35’inde belirgin bir bulgudur. Nörolojik muayenede en belirgin tutulum C5-C6
dermatom ve miyotomundadır (görüldüğü gibi, radyasyona bağlı brakiyal pleksopatilerde
üst pleksus aksının, neoplastik infiltrasyona bağlı olanlarda ise alt pleksusun
tutulması ön plandadır. Ancak bu tutulma şekilleri iki pleksopati nedenini
birbirinden ayırmak için yeterli değildir. Örneğin birçok radyasyon pleksopatisinde
alt trunkus-medial kord tutulması bulguları saptanır). Kaslarda fasikülasyon
ve miyokimiler gözle ve palpasyonla saptanabilir. Horner sendromu görülmez.
EMG, radyasyon pleksopatisinin kansere bağlı pleksopatiden ayırımında yardımcı
olabilir (Şekil 6). Radyasyon pleksopatisinde tutulmuş pleksus
segmentlerinden innervasyon alan kaslarda ritmik fasikülasyonlar ve miyokimik
boşalımların görülme ihtimali yüksektir. Sinir iletim incelemesi bulguları,
pleksopatinin tümör infiltrasyonlarındaki aksonal tutulmanın aksine ön planda
segmental demiyelinizasyonla seyrettiği hakkında fikir verebilir (distal
uyarımla kas yanıtı amplitüdlerinde belirgin düşme olmaması, pleksusun proksimalinden
uyarımla iletim bloğu gösterilmesi gibi). MRG’de T2 ağırlıklı kesitlerde
hipointens değişiklikler görülür, kontrast tutmaz ya da hafif olarak tutar.
Eğer kanser metastazından ayırt edilemiyorsa şüpheli olgularda PET yapılabilir.
Neoplastik süreçlerde PET’te glukoz alımının artmış olduğu saptanır. Hâlâ
ayırım yapılamıyorsa biyopsi ile doku tanısı yapılmaya çalışılır.
Radyasyona
bağlı pleksopatinin etkin bir tedavisi bilinmemektedir. Cerrahi girişimle
nöroliz yapılması, ağrı varsa azaltılması için denenebilir. Ancak bu girişim
hastanın defisitini de arttırabilir. Doku iskemisi hipotezine dayanarak verilen
antikoagülan tedavinin az sayıda olguda semptomları ve elektrofizyolojik
iletim bloklarını gerilettiği bildirilmiştir. Aynı gerekçe ile hiperbarik
oksijen tedavisi de denenmiştir. Bu tedavi girişimlerinin hiçbirinden tutarlı
şekilde faydalı sonuç elde edilmemiştir. Hastaya lenfatik drenajı arttırmak
için yöntemler öğretilmesi; zaaf için egzersiz uygulamaları; glenohumeral
eklemi stabilize etmeye yönelik cihaz kullanımı
gibi yöntemler uygulanmaktadır.
Tablo
3.
Kanser
tedavisi gören hastada gelişen brakiyal pleksopatide metastaz ve radyasyon
hasarı ayırımını destekleyen bulgular (Kaynak
9’dan değiştirilerek)
Özellik |
Tümör infiltrasyonu |
Radyasyona
bağlı fibroz |
Geçici
radyasyon hasarı |
|
|||
Ağrının
sıklığı |
%80 |
%18 |
%40 |
||||
Ağrının yeri |
Omuz, kolun
üst kısmı, dirsek, 4. ve 5. parmaklar |
Omuz, el
bileği, el |
El, önkol |
||||
Ağrının
tarzı |
Omuzda
künt ağrı, dirsekte ve elin ulnar tarafında delici ağrılar; ara sıra parestezi
ve disesteziler |
Omuz ağrısı;
el ve kolun C5-C6 dağılımında belirgin paresteziler |
El ve kolun
C5-C6 dağılımında paresteziler |
||||
Şiddet |
Orta-şiddetli
(%98 aşırı) |
Genellikle
hafif-orta (%20-35’inde şiddetli) |
Hafif |
||||
Seyir |
Progresif
nörolojik işlev bozukluğu; C7-T1 dağılımında kas atrofisi ve güçsüzlüğü,
sürekli ağrı; bazen Horner sendromu |
İlerleyici
kas güçsüzlüğü; pleksusun tümü veya üst pleksus dağılımı; nadiren Horner
sendromu |
Tamamen
düzelen geçici kas güçsüzlüğü |
||||
İncelemeler |
|
|
|
||||
MRG |
T2 ağırlıklı
görüntülerde yüksek sinyal yoğunluğu; kontrast tutabilir |
T2 ağırlıklı
görüntülerde düşük sinyal yoğunluğu; genellikle kontrast tutmaz |
Veri yoktur |
||||
BT |
Kitle;
sınırlı veya yaygın doku infiltrasyonu |
Yaygın doku
infiltrasyonu |
Normal |
||||
EMG |
Segmental
yavaşlama |
Yaygın
miyokimi |
Segmental
yavaşlama |
||||
Konjenital
(Neonatal) Brakiyal Pleksus Felci
Konjenital
brakiyal pleksus felci (KBPF), doğum öncesi (prenatal) ya da doğum süreci
sırasında (intranatal) gelişir. Görülme sıklığı her 1000 canlı doğumda 0,5
ile 1,7 arasında bildirilmektedir. Prenatal nedenler: Ailesel konjenital
brakiyal pleksus felci, maternal uterin malformasyon, konjenital varisella
sendromu, humerusun proksimal başını veya servikal vertebra gövdesini tutan
osteomiyelit, birinci kotun ekzostozu, brakiyal pleksus bölgesinin tümörleri,
intrauterin malabsorbsiyon ve plansenta yetmezliğine bağlı gelişen Kayzer
Wilhelm sendromudur. İntranatal risk faktörleri arasında annenin diyabetik
ve multipar olması, daha önceki çocuğunda obstetrik brakiyal pleksus felci
olması, intrauterin tortikollis, omuz distosisi, makadla geliş, yardımla
doğum, makrozomi sayılabilir.
İntranatal
dönemde gelişen (obstetrik) brakiyal pleksus felçleri omuz distosisi gibi
bir nedenle güçleşmiş doğum sırasında pleksus yapılarının germe-çekme hasarına
uğraması ile ortaya çıkan travmatik nöropatilerdir. Ancak, benzer perinatal
pleksopatilerin sezaryen doğumla dünyaya gelen bebeklerde de görülmesi gibi
nedenler prenatal dönemde de brakiyal pleksus travmaları olabildiğini düşündürmektedir.
Daha nadir olan bu ikinci durumu ilkinden ayırmak genellikle güçtür. Doğumun
ardından çok erken dönemde yapılan EMG, lezyonun oluş zamanı konusunda bazen
yardımcı olabilir.
Brakiyal
pleksus yapıları farklı dağılımda ve şiddette etkilenir. En sık görülen (%70
dolayında) tipi Erb felci olup brakial pleksusun üst kısımlarının (üst Erb
felci: C5-6, geniş Erb felci: C5-7 segmentleri) tutulumu söz konusudur (Şekil 11). Klinik olarak omuzda içe dönme ve adduksiyon, dirsek
ekstansiyonu, el bileği fleksiyonu ve parmakların ekstansiyonu (bahşiş bekleyen
garson eli) görülür. Daha seyrek olarak tüm brakiyal pleksus (C5-8, T1 segmentleri)
tutulabilir. Tüm kolda gevşek felç vardır, pençe elin eşlik ettiği “yelken
kol” görünümüne neden olur. Klumpke paralizisi en seyrek görülen (<%2)
tipi olup C8 ve T1 segmentlerinin tutulumuna bağlı olarak ön kolda supinasyon,
el bileği ve parmaklarda aşırı ekstansiyon postürüne sebep olur. T1 kök avülsiyonu
varsa Horner sendromu da klinik tabloya eşlik eder (Şekil 12).
Klinik seyir lezyonun nöropraktik, aksonotimetik veya nörotimetik olmasına
göre değişir. Saf nöropraktik lezyonlar sekel bırakmadan iyileşir. Aksonotimetik
lezyonlar 4-6 ayda yavaşça düzelir. Nörotimetik lezyonlar en şiddetli olanlardır.
Bunlarda yalnız akson ve miyelin kılıf değil sinir destek yapıları da hasarlıdır.
Proksimal sinir ucundan rejenerasyon başladığında destek doku olmadığı için
rejenerasyon başarılı olmaz ve nöromalar gelişebilir. Periferik sinir lezyonlarının
tümü için geçerli olan bu prognoz sınıflamasının yanısıra, travmatik pleksus
lezyonlarında en önemli kötü prognoz belirleyicileriden birisi kök avülsiyonlarının
varlığıdır. Doğumsal brakiyal pleksus felcine, klaviküla ve humerus fraktürleri,
tortikollis, sefal hematom, fasiyal sinir felci ve diyafram felci eşlik edebilir.
Şekil
11.
Erb felci olan 1 aylık bebek. Sağ kolun içe rotasyon ve adduksiyonda, önkolun
ve elin pronasyonda olduğu görülmektedir.
Şekil
12.
Araç içi trafik kazasına bağlı total pleksus lezyonu (solda) ve obstetrik
brakiyal pleksopatisi (sağda) olan iki olgunun sol taraflarında Horner sendromu bulguları görülmektedir.
Tanı
araçları arasında MRG en çok sinir kökü avulsiyonlarını göstermede yararlı
olabilir (Şekil 2). EMG, klinik muayenenin devamıdır, lezyonun
şiddeti, dağılımı ve bazen zamanı konusunda bilgi verir. Reinnervasyon takibi
ve ameliyata karar vermede de EMG’nin yararı olabilir. Bununla birlikte klinisyenler
genellikle EMG’nin klinik gözlemlere oranla fazla optimistik sonuçlar verdiğini
ve prognoz tayininin klinik skalalar kullanılarak yapılması gerektiğini savunmaktadırlar.
Tablo 4’de sık kullanılan klinik KBPF sınıflamalaları ve
prognoz beklentisi özetlenmiştir. Prognoz belirlemede daha objektif sonuçlar
veren EMG yöntemleri de ileri sürülmüştür.
Perinatal
brakiyal pleksus felçleri genellikle iyi prognozludur ve olguların çoğu konservatif
tedavi altında yeterli iyileşme gösterir. Tedavideki önemli sorun, yeterli
iyileşme göstermeyecek olguların belirlenmesi ve cerrahi girişime yönlendirilmesinde
yaşanmaktadır. Hasarlı pleksus yapılarından innervasyon alan kaslarında genellikle
tam felç olan bu grup hastalarda, cerrahi girişim kararı günümüzde daha çok
bebeğin aylar içinde klinik düzelme belirtileri gösterip göstermemesine dayanılarak
alınmaktadır. Cerrahi tedavinin planlanmasında konservatif yöntemlerle düzelmesi
beklenmeyen en önemli fonksiyonlara sahip kasları innerve eden pleksus segmentlerinin
tamirinin yanısıra, bu kaslara sağlam pleksus/sinir yapılarından sinir transferi
ya da fonksiyonların tendon transferi gibi yöntemlerle düzeltilmesi olanakları
değerlendirilir.
Tablo
4.
Konjenital
bakiyal pleksus felci
sınıflaması
ve prognoz beklentisi (Kaynak
8’den alınmıştır)
Sınıflama |
Tutulan
kökler |
Klinik
bulgular |
Tam
düzelme |
|
Narakas
grubu |
Diğer |
|||
I |
Üst
Erb felci |
C5-6 |
Omuz
içe dönmüş ve adduksiyonda, dirsek ekstansiyonda, ön kol pronasyonda |
3
ayda %59, 6 ayda %65 |
II |
Geniş
Erb felci |
C5-7 |
Yukarıdaki
ile birlikte el bileği fleksiyonda ve parmaklar ekstansiyonda |
|
III |
Tüm
felç |
C5-8,
T1 |
Tüm
kolda gevşek felç |
3
ayda %0, 6 ayda %14 |
IV |
Tüm
felç + Horner sendromu |
C5-8,
T1 |
Yukarıdaki
ile birlikte Horner sendromu |
|
|
Klumpke
felci |
C7-8 |
Ön
kol supinasyonda, el bileği ve parmaklar aşırı ekstansiyonda |
<%50 |
Toraks
Çıkışı Sendromları
Toraks
çıkışı sendromları (TÇS), servikoaksiller kanalda (daha çok ön ve orta skalen
kaslar ile 1. kot arasında oluşan interskalen üçgen), damarların (subklavyen
arter ve venler); brakiyal pleksus bileşenlerinin ya da (çok daha nadir olarak)
ikisinin birden kronik basıya uğraması sonucu ortaya çıkan farklı klinik
antitelerden oluşur. Başlıca vasküler (arteriyel, venöz), gerçek nörojenik,
tartışmalı ve travmatik nörovasküler TÇS olarak sınıflandırılır.
Vasküler
TÇS,
genellikle genç erişkinleri etkiler, her iki cinste eşit sıklıkta görülür,
tek yanlıdır. Arteriyel olanda subklavyen arterin genellikle kemik gelişimini
tamamlamış bir servikal kotun üzerinde asılıp basıya uğraması sonucunda stenozu ve post-stenotik
dilatasyonu söz konusudur. Hastalar, kolun başın yukarısına doğru kaldırılmasıyla
yapılan işlerde kronik iskemik belirtilerden (kolda ağrı, renk solukluğu,
nabız kaybı) yakınır. Damar içinde trombüs gelişimine bağlı distal mikroembolizasyonlar
ya da akut oklüzyon gelişebilir. Venöz olanda subklavyen/aksiller vende daralma
ve tromboz sonucunda kolda genellikle ani başlangıçlı ödem, siyanoz ve ağrı
görülür.
Gerçek
nörojenik TÇS,
servikal kot ve bant sendromu olarak da bilinir.
T1 kökü ve alt trunkus proksimali, uzun bir C7 vertebra transvers cisminden
ya da buna eklenen rudimentar bir servikal kotun ucundan 1. kot proksimaline
uzanan fibröz bir bant nedeniyle gerilir ya da bu bant üzerinde asılır (Şekil 13, 14). Genellikle genç ve orta yaşlı kadınları etkiler
ve tek yanlı tutulumla seyreder. Esas olarak motor belirtiler ön plandadır.
Çoğunlukla hastalar elde belirgin zaaf ve atrofi geliştikten sonra hekime
başvururlar. Zaman zaman kol ve ön kol medialinden el medialine uzanan, genellikle
hafif şiddette ağrı olabilir. Muayenede el ve ön kol fleksör kaslarında güç
kaybı, elde tenar bölgede belirgin atrofi, ön kol medialinde incelme saptanır.
Duyu azalmasının dağılımı C8-T1 dermatomuna uyar (Şekil 14).
Şekil
13.
Solda gerçek nörojenik TÇS’de C7 transvers çıkıntısından 1. kota uzanan fibröz
band üzerinde alt pleksus yapılarının T1 kök elemanlarında baskın hasara
uğraması; sağda median sternotomi operasyonunda alt pleksus yapılarının bu
kez C8’de baskın hasarlanması temsil edilmiş (Levin KH, Wilbourn AJ, Maggiano
HJ: Cervical rib and median sternotomy
related brachial plexopathies. A reassessment. Neurology 1998;
50: 1407-1413).
Şekil
14.
A: Nörojenik TÇS hastasında sağ tenar bölge ve ön kol medialindeki atrofi
görülüyor. B ve C: Sağ C7 transvers çıkıntısına eklenen rudimanter
kotun radyografide (B) ve T1 ağırlıklı MRG kesitinde (C) görünümü.
Tartışmalı
TÇS,
kadınları daha çok etkileyen, iki taraflı olabilen, ya boyundan kolun iç
tarafına uzanan ağrı ve paresteziler ya da omuzdan göğüs ve sırtın üst tarafına,
boyna uzanan ağrılar
ile karakterize bir tablodur. Boyun ve omuzları etkileyen akut veya tekrarlayan
travmaların ya da fabrika ve ofis çalışanlarında vücudun yoğun ve ergonomik
olmayan şekilde kullanımın bu tablonun oluşumunda rol oynadığı düşünülmektedir.
Hastaların muayenesi genellikle normaldir. Bir kısmında Adson manevrası gibi
kola belirli pozisyonlar verilmesi ile yapılan testlerde nabız azalması/kaybı
bulunabilirse de, bu gibi testlerin normal kişilerde de önemli oranda pozitif
olabildiği hatırlanmalıdır. Gerçek TÇS’den çok daha sık görülen bu tablo,
iki yanlı olması, objektif klinik ve elektrofizyolojik muayene bulgusunun
olmaması nedeniyle “tartışmalı” bir klinik durumdur. Bu olguların bir kısmında,
rastlantı ile radyolojik incelemelerde bir servikal kot görülmesi gibi yetersiz
tanı kriterleri ile TÇS tanısı konabilmekte ve gereksiz cerrahi girişimler
yapılabilmektedir.
Travmatik
nörovasküler TÇS,
nadir görülen, tek yanlı, genellikle klaviküler anormalliklerden kaynaklanan
ve özellikle erişkin erkekleri etkileyen bir tablodur. Aksiller arterin proksimal
kısmı, aksiller ven ve brakiyal pleksusun kordları tek başına ya da herhangi
bir kombinasyonda yaralanır. Çoğunlukla brakiyal pleksusun medial kordu tutulur.
Tanıda
direkt radyografi ile rudimentar servikal kot, elonge C7 transvers cismi,
klaviküla anormalliği görülebilir (Şekil 14). MRG ve BT,
benzer belirti ve bulgulara yol açabilecek diğer durumları dışlamada da yardımcıdır.
MRG’de nadiren T1 kökünde, proksimalindeki endonöral sıvı akımın bozulmasına
bağlı gelişen ödeme bağlı şişlik görülebilir (Şekil 15). Doppler
USG ile arter ve venlerin daralması, trombüs ve anevrizma varlığı gösterilebilir.
Nörojenik TÇS’de oldukça patognomonik olan bir EMG paterni vardır. Medial
kütanöz antebraki ve ulnar duysal cevap amplitüdleri (ilkinde baskın olarak)
düşük veya alınamazken, median motor cevap amplitüdünde belirgin azalma bulunur.
İğne EMG’sinde öncelikle tenar kaslarda nörojenik tutulum bulguları görülür.
Şekil
15.
Nörojenik TÇS olgusunda sağda bası nedeniyle proksimalde şiş görünen T1 kök
ve kılıfı. Solda koronal, sağda transversal planda T2 ağırlıklı MRG kesitleri.
Saf
vasküler TÇS nadirdir, objektif vasküler bulguları gösterilen hasta damar
cerrahisine yönlendirilir. Klaviküla travması öyküsü netse, üzerinden aylar
geçmiş olsa bile travmatik nörovasküler TÇS açısından hasta dikkatle değerlendirilmelidir.
Elinde tek yanlı erime ve zaaf ile gelen genç bir kadında öncelikle nörojenik
TÇS düşünülmeli ve incelemeleri bu yönde planlanmalıdır. Özgül elektromiyografik
bulguların varlığı tanı koydurur, yukarıda özetlenen radyolojik bulgular
da tanıyı destekler. Uygun hastalarda cerrahi olarak basıya neden olan fibröz bandın kesilmesi,
ağrı, ve parestezi yakınmalarının geçmesini sağlayabilir, zaaf ve atrofinin
artmasını önleyebilir. Brakiyal pleksus hasarı genellikle şiddetli aksonal
hasarla seyrettiğinden motor bulgularda düzelme pek umulmasa da, bazı olgularda
kas kuvvetsizliğinde düzelme gözlenebilir.
Lumbosakral
Pleksus
Lumbosakral
Pleksus Anatomisi
Alt
ekstremitelerin duyusal ve motor innervasyonunu sağlayan bu sinir ağı, retroperitoneal
bölgede bulunur; lomber ve sakral pleksusların birleşmesinden meydana gelir.
Lomber pleksus, üst LSP olarak da anılır, T12 ve L1-4 spinal sinirlerin ÖAD’lerinin
birleşmesi ile oluşur; lomber bölgede psoas kası kitlesi içinde bulunur;
vertebraların transvers çıkıntılarının hemen önünde ön ve arka divizyonlara
ayrılır ki bunlar sonra ön ve arka dalları verir. Anterior divizyonlardan
oluşan ön dallardan çıkan başlıca sinirler iliohipogastrik, ilioinguinal,
genitofemoral ve obturator sinirler; posterior divizyonların birleşmesinden
sonra oluşan arka dallardan gelişen başlıca sinirler ise lateral femoral
kütanöz ve femoral sinirlerdir. L4’ün ÖAD’sinin bir kısmı ve L5’in ÖAD’si
birleşerek lumbosakral trunkusu yapar ve sakral pleksusa katılır. Sakral
pleksus, alt LSP olarak da anılır, sakral kemiğin pelvik yüzeyinde ve piriformis
kasının ön yüzeyinde bulunur; L4-5, S1-4 spinal sinirlerinin ÖAD’lerinin
birleşmesi ile oluşur. Daha sonra ön ve arka dalları oluşturucak olan anterior
ve posterior divizyonlara ayrılır. Anterior divizyonlardan oluşan ön dallardan
çıkan başlıca sinirler, siyatik sinirin tibial bileşeni, posterior femoral
kütanöz ve pudendal sinirler; posterior divizyonlardan oluşan arka dallardan
çıkan başlıca sinirler ise siyatik sinirin peroneal bileşeni, süperior gluteal,
inferior gluteal ve piriformis sinirleridir.
Lumbosakral
Pleksopatiler
Lumbosakral
pleksus lezyonları, brakiyal pleksus lezyonlarına göre daha az görülür. Bu
farkı yaratan en önemli şey, travmatik lezyonların, LSP daha korunaklı bir
bölgede yerleştiği için, daha az olmasıdır. LSP hasarının en sık görülen
nedenleri Tablo 5’te özetlenmiştir. Çoğu durumda
pleksus tutulumu tek başına değildir, kökler ve sinirlerin proksimal kısımları
da birlikte etkilenir ki bu durum “lumbosakral radikülopleksus
nöropatisi” olarak anılır. Alt LSP lezyonları daha sıktır.
Pleksusun
üst kısmı (üst LSP), alt ve ön karın kasları, kalçanın fleksör, eksternal
rotator ve adduktör, dizin ekstensör kaslarına motor işlevleri; kasık, uyluğun
lateral, anterior ve medial yüzleri ile baldırın medialinde ayak bileğine
kadar uzanan yüzeyine duyusal beslemeyi sağlar. Patella refleksinin aferent
ve eferent yolları, üst LSP tarafından oluşturulur. Pleksusun alt kısmı (alt
LSP), kalçanın ekstensör, abduktör ve internal rotator kasları ile dizin
fleksör kaslarına, ayak bileği ve parmak hareketlerini sağlayan tüm kaslara,
üriner ve anal sfinkterlere motor işlevleri; kalçalara, perianal bölgeye,
uyluğun posterior yüzeyine, dizaltında bacağın mediali dışındaki tüm yüzeylere
duyusal beslemeyi sağlar. Aşil refleksinin aferent ve eferent yolları alt
LSP tarafından oluşturulur. Nörolojik muayenede pleksusun tutulan bölümlerine
ve tutulumun yaygınlığına göre değişen derecelerde kas güçsüzlüğü, reflekslerde
azalma/kayıp ve duyusal bozukluk görülür. Bunun yanısıra üst LSP tutumunda
kalçadan uyluğun ön yüzüne yayılan ağrı; alt LSP tutulumunda pelvisde kalçadan
uyluğun arkasına, baldırın postero-lateraline yayılabilen derin bir sıkıcı
ağrı eşlik edebilir. Alt LSP lezyonları, üriner ve anal sfinkter bozukluğuna
neden olabilir.
Tablo
5.
Sık
görülen lumbosakral pleksopati nedenleri (Kaynak
3’ten değiştirilerek)
İnflamatuar/mikrovaskülit
Diyabetik
lumbosakral radikülopleksus nöropatisi İdyopatik
lumbosakral radikülopleksus nöropatisi Cerrahi sonrası
inflamatuar nöropati Sarkoidoz Pelvik tümörler Habis tümörler:
Kolorektal, serviks, over, mesane, prostat, lenfoma, sarkom, malin melanom Metastaz:
Meme, akciğer Selim tümörler:
Nörofibroma, perinöroma Endometriozis Amiloidoz:
Amiloidoma Hematomlar
ve diğer vasküler lezyonlar Iliakus kası
hematomu (yalnızca femoral sinir etkilenir) Psoas kası
hematomu (retroperitoneal, kompartman sendromu riski) Ortak veya
internal iliak arter anevrizması/yalancı anevrizması Aortun alt
uç bölümünde veya ortak iliak arterde tıkanma Aorto-iliak
girişimleri izleyen iskemi Travma, pelvik
fraktür Motosiklet
kazası Spor yaralanmaları Postoperatif Radyasyon
İnfeksiyon Yerel organların
infeksiyonu: Gastrointestinal sistem, üriner sistem, omurga Yaygın infeksiyon:
HIV, diffüz infiltratif lenfositoz sendromu Doğum |
Lumbosakral
pleksopatilerde tanı öykü, nörolojik muayene, görüntüleme incelemeleri ve
elektrodiagnostik muayene bulguları birlikte değerlendirilerek konur. İyi
bir anamnezle, olası nedene göre (hematom, tümör, diyabet, travma, radyoterapi,
infeksiyon, doğum vs.), tutulumun oluş şekli, dağılımı ve seyri belirlenmelidir.
Tablo 6’da lumbosakral pleksopati tanısı koyarken en sık başvurulan
yardımcı tanı yöntemleri özetlenmiştir.
Elektrodiagnostik
incelemeler, lezyonu kök ve proksimal sinir lezyonlarından ayırt edip LSP’ye
lokalize etmede yararlı olmakla birlikte, bazen
suboptimal kalabilir. İnceleme fokal sinir lezyonları ve izole radikülopatiler
için planlananlara göre daha geniş tutulur. Örneklenecek sinirler ve kasların
seçiminde, bunlardan hangilerinin hangi pleksus segmentlerini temsil ettiği
göz önüne alınır. Örneğin üst LSP tutulumu düşünülüyorsa rutin olarak incelenen
fibuler ve tibial motor, süperfisial peroneal ve sural duyusal iletim incelemelerinin
yanısıra femoral motor, safen ve lateral femoral kütanöz duyusal iletim incelemeleri
de yapılır. İğne EMG’sinde LSP’yi oluşturan sinir köklerinden innervasyon
alan kaslar örneklenir. Her kök için aynı kökten ama farklı iki periferik
sinirlerden innervasyon alan en az iki kas seçilir; paraspinal kaslar da
incelenir.
Lumbosakral
pleksopatiler en çok lumbosakral radikülopatiler, proksimal siyatik ve femoral
sinir lezyonları ile karışır. LSP lezyonlarından çok daha sık olan lumbosakral
radikülopatilerde duyusal iletim incelemeleri normaldir, iğne EMG’sinde paraspinal
kaslarda pozitif diken ve fibrilasyon potansiyelleri görülebilir. Aksonal
LSP lezyonlarında bileşik kas aksiyon potansiyeli ve duyusal sinir aksiyon
potansiyeli amplitüdlerinin düşmesi beklenir; sinir iletim hızları normal
veya hafif yavaş olabilir. İğne EMG’sinde etkilenen pleksus bölümlerinden
innerve olan kaslarda pozitif diken ve fibrilasyon potansiyelleri ile nörojenik
motor ünite potansiyelleri görülür. Radyasyona bağlı lumbosakral pleksopatilerde
miyokimik deşarjlar görülebilir.
Görüntüleme
incelemeleri etiyolojik faktörler dikkate alınarak seçilmelidir. Lumbosakral
omurga ve pelviste kemik fraktürlerini ya da yıkımla giden kemik tutulumlarını
göstermede düz grafiler ve BT yararlıdır. Pleksusu invaze eden veya sıkıştıran
kitle lezyonlarında BT ve MRG incelemelerinden yararlanılır. MR nörografi
(MRN) ile anormal sinir sinyallerinin ve/veya belli bir sinir dağılımına
uyan kaslardaki değişikliklerinden görülmesi ile LSP lezyonları lokalize
edilebilir. MRN’nin radyasyona bağlı pleksopatiyi tümör nüksünden ayırt etmede,
sinir tuzaklanma bölgesini lokalize etmede, inflamatuar LSP lezyonlarını
göstermede, periferik sinir tümörlerini saptamada konvansiyonel MRG’ye üstünlüğü
vardır. Vasküler lezyonlarda anjiyografi incelemeleri, neoplastik lumbosakral
pleksopatilerde PET incelemesi gerekebilir.
Sinir
biyopsisi özellikle inflamatuar LSP’lerin tanısında yardımcı bir yöntemdir.
Sural, süperfisial peroneal ve safen duyusal sinirleri tercih edilir. İnflamatuar
ve serolojik kan ve BOS incelemeleri inflamatuar LSP’lerde önemli belirteçlerdir.
BOS sitolojisi, neoplastik LSP infiltrasyonunu sarkoidoz veya Lyme gibi infeksiyöz
tutulumlardan ayırt etmede değerlidir.
Tablo
6.
Lumbosakral pleksopati tanısında kullanılan laboratuvar incelemeleri (Kaynak
3’ten)
Sinir
iletim çalışmaları ve iğne elektromiyografisi Kan
incelemeleri Tam
kan sayımı Metabolik
profil Hemoglobin
A1c Sedimentasyon
hızı Romatoid
faktör SSA/SSB Antinükleer
antikor Antinötrofilik
sitoplazmik antikor (ANCA) Lyme
titresi Angiotensin
konverting enzim (ACE) HIV İmmunfiksasyon
elektroforezi Paraneoplastik
antikor paneli Beyin-omurilik
sıvısı (BOS) incelemeleri Hücre
sayısı BOS
proteini BOS
glukozu BOS
viral çalışmaları (özellikle sitomegalovirus) BOS
sitolojisi BOS
ACE BOS
Lyme Lumbosakral
pleksusa yönelik manyetik rezonans görüntüleme (MRG) Lumbosakral
omuga MRG’si Pozitron
emisyon tomografisi (PET)/BT (neoplazma için) Sinir
biyopsisi |
Lumbosakral
pleksopatilerin çoğu travmatik olmayan nedenlerden ötürü gelişir. En sık
görülen LSP tutulumu, diyabetik ve idyopatik lumbosakral radikülopleksus
nöropatisidir. Bunu pelvik tümörler ve kitleler izler. Diyabetik lumbosakral
radikülopleksus nöropatisi için bakınz:
Periferik
sinirlerin yaygın ve çok odaklı hastalıkları.
İzleyen bölümde lumbosakral pleksopatilerin sık görülen üç nedeninden daha
ayrıntılı olarak söz edilmiştir.
Kansere
Bağlı Lumbosakral Pleksopati
Lumbosakral
pleksus, çoğunlukla komşuluğundaki kemik, yumaşak doku ve organlardan kaynaklanan
kanserlerin doğrudan yayılımı ile tutulur. Diğer tutulum şekilleri tümörün
sakrum, iliak kanat veya omurgaya ikincil invazyonu, meningeal, hematojen
veya lenfatik yayılım yoluyladır. LSP en sık kolorektal, serviks, over ve
mesane kanserlerinin doğrudan, meme ve akciğer kanserlerinin hematojen yolla
yayılımı ile tutulur. Lenfomanın intranöral yayılımı, çok nadiren prostat
kanserinin perinöral yayılımı bildirilmiştir. En sık alt olmak üzere üst,
alt veya tüm pleksus tutulumu şeklinde karşımıza çıkabilir. Çoğunlukla tek
taraflıdır; olgunarın dörtte birinde iki taraf tutulabilir. %35 civarında
epidural yayılım görülür.
Klinik
olarak çoğunlukla ağrı ile kendini gösterir. Ağrı subakut başlangıçlıdır.
Lumbosakral pleksusun hangi kısmının tutulduğuna bağlı olarak alt sırt, kalça,
uyluk veya kalçada bulunan ağrı çok şiddetli ve bıçakla kesilir tarzdadır.
Lokal, radiküler veya yansıyan veya bunların kombinasyonları şeklindedir.
Neoplastik lumbosakral pleksopatiden kaynaklanan ağrının benzersiz bir özelliği,
yatarak uzanıldığında artması ve yürümekle rahatlamasıdır. Diğer belirtiler
sıklık sırasına göre bacakta güçsüzlük; duyu kaybı; refleks asimetrisi; siyatik
çentik, lomber veya sakral vertebralarda hassasiyet; pozitif düz bacak yükseltme
testi; bacak ödemi; rektal kitle; dizestezi; sfinkter tonusunda azalma ve
fasikülasyonlardır. Tümör epidural olarak yayıldığında üriner inkontinas
gelişebilir. Otonom tutulum nadirdir. Klinik belirtiler ilerleyicidir. Prognoz
kötüdür. Kanser tedavisinin yanısıra ağrı tedavisi yapılır. Dorsal rizotominin,
ağrı kontrolünde kısmi fayda sağladığı,opioid kullanımını
azalttığı bildirilmiştir.
Tanıyı
doğrulamak için pelvis ve pleksus görüntülemeleri yapılır. Yüksek çözünürlüklü
konstrastlı MRG ve PET tercih edilir. PET malinitenin yaygınlığını belirlemede
çok değerlidir. MRG, tümörün LSP’ye invazyonu veya basısını, metastazı birbirinden
ayırt edebilir. Ancak değişik evrelerdeki inflamasyon, kanama veya nekrozu
tanımak hâlâ zor olabilir. Ayırıcı tanıda radyasyona bağlı pleksopati, kalçanın
avasküler nekrozu ve pelvik kemiğin lokal infeksiyonu akılda tutulmalıdır.
Radyasyona
Bağlı Lumbosakral Pleksopati
Radyasyon,
periferik sinirlerde kronik inflamasyon, organize fibroz ve mikrovasküler
hasar oluşmasına sebep olur. Etki doza ve radyasyonun şiddetine bağlıdır.
Akut geçici veya geç etki şeklinde olabilir. Radyasyona bağlı periferik sinir
hasarı için başlıca risk faktörleri arasında yüksek toplam radyasyon dozu,
fraksiyon başına yüksek doz, sinir liflerinin büyük bir kısmını içeren radyasyon
alanı, sıcak nokta yüksek dozu, eş zamanlı kemoterapi ve altta yatan başka
periferik nöropati (diyabetik, herediter vs.) varlığı bulunur. LSP, kadınlarda
serviks veya over kanseri, erkeklerde prostat veya testis kanseri ve her
iki cinsiyet için kolon kanseri gibi pelvik organlardaki neoplazmın radyasyon
tedavisinden sıkça etkilenir. Radyasyon tedavisine iyi cevabı nedeniyle Hodgkin
hastalığı sıklıkla, pelvik ve para-aortik lenf nodlarında büyük miktarda
radyasyondan kaynaklanan, radyasyona bağlı lumbosakral pleksopatiyle ilişkilidir.
Klinik
belirtiler tipik olarak, bacak kaslarında yavaşça artan güçsüzlük ile başlar;
seyrek olarak duyu kaybı eşlik edebilir. Ağrı genellikle yoktur veya hafiftir.
Radyasyon pleksopatisi pelvik ışınlamanın ardından aylar, yıllar ve hatta
on yıllar sonra ortaya çıkabilir. Üst LSP öncelikle tutulma eğilimindedir
ve genellikle bilateraldir.
Görüntüleme
incelemelerinde tekrarlayan bir tümörden radyasyon pleksopatisini ayırt etmek,
her ikisi de değişken sinyal özelliklerine sahip olduklarından, zor olabilir.
MRG’de, radyasyon pleksopatisini düşündüren, "tramvay izi" olarak adlandırılan
kan-sinir bariyerinin bozulmasından dolayı ince bir kontrast tutulum şekli
görülebilir. PET’te, radyasyon pleksopatisinde 2-florodeoksiglukoz (FDG)
alımı yoktur veya çok azdır. Oysa tümörler sıklıkla artmış FDG alımı gösterir.
Radyasyon
pleksopatisi olan hastaların yaklaşık yarısında EMG’de miyokimik deşarjlar
saptanır. Bu bulgu, tanı konulmakta zorluk çekilen hastalarda, radyasyon
pleksopatisinin, tümör nüksünden ayırt edilmesine yardımcı olabilir.
Radyasyon
pleksopatisinin belirtileri tipik olarak radyasyon tedavisinden sonraki yıllar
boyunca yavaşça ilerler. Nadiren, birkaç yıl sonra düzelebilir veya stabilize
olur. Etkin bir tedavisi yoktur.
Vasküler
Lezyonlara Bağlı Lumbosakral Pleksopati
Lumbosakral
pleksopatilerin vasküler etiyolojileri arasında iskemi, kanama ve vasküler
yapılarla doğrudan bası bulunur.
Retroperitoneal
hematom, önemli bir vasküler lumbosakral pleksopati nedenidir. Travma, antikoagülan
kullanımı olan hastada femoral arter veya ven kateterizasyonu, lumbosakral
blok, hemofili, antikoagülan kullanımı, hematolojik maliniteler sebebiyle
ilipsoas kas kompleksinde hematom gelişebilir. Sadece iliakus kası içinde
sınırlı küçük hematomlarda femoral sinir, psoas kasının içine de yayılan daha
büyük hematomlarda ise lomber pleksusun diğer bileşenleri de etkilenir. Nadiren
hematom çok büyük olur ve LSP’nin tümü etkilenebilir. İlk belirti kasıkta
ağrı olup uyluğun ön yüzüne ve lomber bölgeye yansır. İliopsoas kasında spazm
gelişir. Hasta, ağrıyı azaltmak için kalçayı fleksiyona getirir, lateral
pozisyonda uzanır. Etkilenen pleksus bileşenlerinin dağılımında kas güçsüzlüğü
ve duyu kusuru gelişir. Eğer hematom kitlesi büyükse, hipotansiyon, taşikardi,
hematokrit düşüşü gibi sistemik belirtiler de görülür. Hematomlar hem BT
hem de MRG ile iyi bir şekilde görüntülenir, BT'nin aktif kanama sahalarını
daha iyi göstermede, MRG’nin birikmiş kan ürünlerinin yaşını belirlemede
üstünlüğü vardır. Prognoz genellikle iyidir. Eğer varsa antikoagülan tedaviye
kesmek, sistemik hipovolemi belirtilerini tedavi etmek (yatak istirahati,
kan transfüzyonu) yeterlidir. Nadiren, kompartman sendromu gelişenlerde,
cerrahi girişimle fasyotomi yapmak gerekebilir.
Abdominal
aort başta olmak üzere ortak, dış ve iç iliak arterler; alt ve üst gluteal
arterler; ve hipogastrik arterlerin anevrizması
ve psödoanevrizması (yırtılması ile birlikte veya değil) lumbosakral pleksopati
nedenleri olarak bildirilmiştir. LSP’nin zengin bir vasküler beslenmesi olduğundan
pleksusun iskemik lezyonları pek beklenmez. Bununla birlikte, böbrek transplantasyonunda,
özellikle önceden aterosklerotik hastalığı var olanlarda, arteriyel transpozisyon
veya bypass sırasındaki geçici hipoperfüzyona bağlı olarak iskemik lumbosakral
pleksopati geliştiği bildirilmiştir. Yine mezenterik arter trombozunun cerrahi
tedavisinin ardından, muhtemelen önceden mevcut aterosklerozu olanlarda lumbosakral
pleksopati gözlenmiştir. Abdominal aort diseksiyonu da LPS iskemisinin bir
nedeni olabilir. Vasküler
hastalıklar veya prosedürlerle ilgili lumbosakral pleksopati, tek taraflı,
akut başlangıçlı, alt sırt veya yan tarafta ortaya çıkan ağrıyı izleyerek
gelişen aynı taraftaki bacakta motor güçsüzlük ile kendini gösterir.
KAYNAKLAR
1.
Brazis
PW, Masden JC, Biller J. The localization of lesions affecting the cervical,
brachial, and lumbosacral plexuses. İçinde: Brazis PW, Masden JC, Biller
J (eds). Localization in Clinical Neurology. 3. Baskı. Little, Brown and
Company, USA, 1996: s.51-65
2.
Chad DA.
Disorders of Nerve Roots and Plexuses. İçinde: Bradley WG, Daroff RB, Fenichel
GM and Jankovic J (eds). Neurology in Clinical Practice. 4. baskı. Butterworth-Heinemann,
Boston, 2004: s.2282-2290.
3.
Dyck PJ,
Thaisetthawatkul P. Lumbosacral plexopathy. Continuum (Minneap Minn). 2014:1343-1358.
4.
Ferrante
MA. Brachial plexopaties: classification, causes and consequences. Muscle Nerve
2004: 30; 547–568.
5.
Foad
SL, Mehlman CT, Ying J. The epidemiology of neonatal brachial plexus palsy
in the United States. J
Bone Joint Surg Am. 2008;90:1258-1264.
6.
Matur Z,
Dikici F, Salmaslioglu A, Sencer S, Baslo B, Oge E. Teaching neuroimages:
swollen T1 nerve root in neurogenic thoracic outlet syndrome. Neurology.
2013 Jun 4;80(23):e247.
7.
Shanina
E, Liao B, Smith RG. Brachial Plexopathies: Update on Treatment. Curr Treat
Options Neurol. 2019;21:24.
8.
Smith
K, Patel V. Congenital brachial plexus palsy. Paediatrics and Child Health
2016;26:152-156.
9.
Stephenson
RO. Radiation-Induced
Brachial Plexopathy. Moberg-Wolff EA (bölüm
editörü). https://emedicine.medscape.com/article/316497-overview
10.
Suarez
GA, Giannini C, Bosch EP, ve ark. Immune brachial
plexus neuropathy: suggestive evidence for an inflammatory-immune pathogenesis.
Neurology 1996;46:559-561.
11.
Twydell
PT. Lumbosacral plexus syndromes. Shefner JM (bölüm editörü).
https://www.uptodate.com/contents/lumbosacral-plexus-syndromes/print.
12.
van Alfen
N, van Engelen BG. The clinical spectrum of neuralgic amyotrophy in 246 cases.
Brain 2006;129:438-450.
13.
Walsh
JM, Kandamany N, Ni Shuibhne N, Power H, Murphy JF, O'Herlihy C. Neonatal
brachial plexus injury: comparison of incidence and antecedents between 2
decades. Am J Obstet Gynecol. 2011;204:324.e1-6.
14.
Wilbourn
AJ. Plexopathies. Neurol Clin. 2007; 25:139–171.
15.
Wren
MA. Neoplastic Brachial Plexopathy. Meier RH (bölüm editörü). http://emedicine.medscape.com/article/316259-overview