OMURGA VE
OMURİLİK HASTALIKLARI
Yazanlar: Aydın
AYDOSELİ, Ö. Faruk ÜNAL, A. Emre ÖGE
Son güncelleştirme
tarihi: 21.05.2020
Omurilik merkezi
sinir sisteminin foramen magnumdan L2 omurga düzeyine kadar
omurga kanalı içindeki parçasıdır. Omurga kanalında L2 altında
kauda ekuina lifleri yer alır. Omurilik, nöronlar ve glial hücrelerden oluşan
ortada kelebek şeklinde yer alan gri cevher ve bunun etrafında beyinden
organlara ve organlardan beyine iletileri ulaştıran aksonların yeraldığı
ak maddeden oluşur. Her omurilik düzeyine her iki yandan arka kökcükler
girer, ön kökcükler ayrılarak çıkar ve bunlar birleşerek spinal kökleri
oluşturur (Bakınız: Sinir Sistemi Semiyolojisi,
Şekil 2.5). Tüm bu yapıları subaraknoid aralık ve meninksler sarmalar.
Spinal subaraknoid aralık kranial aralığın devamıdır, normalde beyin omurilik
sıvısı foramen magnumdan rahatça girer ve çıkar. Bu geçiş kafa içi basınç
artışının tamponlanmasında önem taşır. Chiari malformasyonunda olduğu gibi
serebellar tonsillerin fıtıklanmasında spinal ve kranial subaraknoid aralıkta
ortaya çıkan basınç farkı siringomiyeli gelişimine neden olur.
İki yanlı kök
giriş ve çıkışının olduğu her bölüme bir omurilik segmenti denir. Bir omurilik
segmentinin duyusunu oluşturduğu bölgeye dermatom, kas gücünü oluşturduğu
bölgeye miyotom adı verilir. Omurilik motor, duysal ve otonom fonksiyonları
iletir ve düzenler.
Omurgamız 33 kemikten oluşmaktadır. Omurlar arasında 23 disk vardır.
Omurilik ise 31 segmentten oluşmuştur: Sekiz servikal, 12 torakal (ya da
dorsal), 5 lomber, 5 sakral ve 1 koksigeal. C1 üstü intervertebral
foramenden C1, C7-T1'den ise C8 kökü
çıkar. Üst servikal bölgede omur ve omurilik segmentleri aynı düzlemdedir.
Alt servikalde omur cismi - omurilik segmenti ilişkisi +1, orta torakale
kadar +2, alt torakalde ise +3 şeklindedir. Sakral ve koksigeal segmentlerin
yer aldığı konus medullaris L1 ve L2 düzeyinde yer
alır. T1'den itibaren intervertebral foramenden çıkan kökler üstteki
omur cismiyle aynı numaradadır. Bu nedenle, birçok klinik durumda nörolojik
muayenede saptanan omurilik lezyon düzeyleri (üst servikal bölge dışında)
vertebra kemik düzeyleri ile aynı değildir. Örneğin klinik bulgularla T10
düzeyine lokalize edilen bir lezyona radyolojik incelemelerde T8
vertebrada kemik destrüksiyonu oluşturan patolojik bir sürecin yol açtığını
görebiliriz. Omurilik ve kemik spinal kanal arasındaki anatomik düzey ilişkisini
görmek için Sinir Sistemi Semiyolojisi
bölümünde Şekil 7.7 ve aşağıdaki Şekil 1’in incelenmesi yararlı
olur.
Şekil
1. Omurilik ve
sinir köklerinin vertebralarla ilişkileri.
Solda sagital
planda T2 ağırlıklı spinal MR incelemesinde spinal kanal ve omurilik ile
bunlar üzerine çizimle yerleştirilmiş olan sinir kökleri izlenmektedir.
Kaudale doğru inildikçe sinir köklerinin giderek dikleşen bir intraspinal
eğimle intervertebral foramene ulaştığına dikkat ediniz.
Sağda çeşitli
spinal düzeylerden geçen transversal kesitler izlenmektedir (Çizgili kalın
oklar bu kesitlerin alındığı yaklaşık düzeylere işaret etmektedir).
A. C1 vertebra
düzeyinden geçen transversal bilgisayarlı tomografi (BT) kesitinde C1 ile
dens epistrophei ilişkisi.
B. Alt
servikal düzeyden alınan T2 ağırlıklı MR kesiti
C. Orta
torakal bölgeden alınan T1 ağırlıklı MR kesiti
D. T12-L1
vertebra düzeyinden alınan T2 ağırlıklı MR kesiti.
E. Orta
lomber düzeyden alınan T2 ağırlıklı MR kesiti
D:
dens epistrophei, DK: dural kese, DS: intervertebral disk, F: intervertebral
foramen, K: vertebra korpusu, KM: konus medullaris O: omurilik, S: spinal
subaraknoid aralık, SK: sinir kökü.
Başlangıçta omurga
yüksekliğinin %20'sini intervertebral diskler oluşturur. İlerleyen yaşla
diskler dejenere olur, suyunu kaybeder, yaşlanmayla birlikte boy 1-2 cm
kısalır. Yenidoğanda hilal şeklinde olan omurga düzlemi, bebeğin başını
tutmasıyla servikal lordoz, yürümesiyle lomber lordoz kazanır ve bilinen
düzlemini alır. Yaşlanan omurgada ise dorsal kifoz ve lomber lordoz artar,
servikal lordoz ise azalır (Şekil 2).
Şekil
2. Omurga düzleminin
ilerleyen yaşla birlikte değişimi.
Omuriliğin kendisinden
kaynaklanan hastalıkları dışında omurganın hastalıkları da omuriliği etkiler.
Sinir sistemi dışında olmasına karşın omurilik ve kökleri etkileyen bazı
omurga hastalıklarına da bu bölümde kısaca değinilecektir.
Omuriliği, fizyolojik
işlevleri açısından iki fonksiyonel ünite olarak düşünebiliriz. Bunlardan
birisi merkez sinir sisteminin daha üst seviyelerine duysal informasyon
taşıyan ya da bu üst merkezlerden motor impulsları periferik sinir sistemine
doğru götüren uzun traktusların longitudinal işlevi, diğeri
ise omuriliğin segmental işlevidir. Bir çift spinal arka kökü alan
ve bir çift ön kök veren her bir omurilik kesimi segment olarak isimlendirilir.
Omurilik hasarları, bulundukları düzeydeki spinal segmentlerin ve/veya
buradan geçen uzun traktusların işlevlerini bozabilir. Bu durum Şekil
3’te işaretlenen lezyon ile açıklanmaya çalışılmıştır.
Şekil
3. Omurilikte lezyon
örnekleri.
Bu resimde A)
Omuriliğin sol dışında yer alan, ekstramedüller bir kitlesel lezyondur. Böyle
bir lezyonun yol açabileceği başlıca segmental işlev bozuklukları aşağıdaki
gibi özetlenebilir: 1. Arka kökleri etkilemesiyle o kökün duyu alanında
(dermatom) ağrı, parestezi gibi pozitif ya da hipoestezi, anestezi gibi negatif
duysal belirti ve bulgular, 2. Ön kökleri ya da spinal önboynuzu etkilemesiyle
o segmentten innervasyon alan kaslarda (miyotom) kuvvetsizlik, fasikülasyonlar
ve atrofi gibi alt motor nöron tutulmasına ilişkin bulgular, 3. Refleks yayı
bütünlüğünün aferent (arka kök), eferent (ön kök) ya da santral kesimde (intraspinal)
bozulması ile o segmente ilişkin reflekslerin azalması ya da kaybolması.
Böyle bir lezyonun
servikal bölgede C6 segmentinde yer aldığını düşünürsek, hastada
(lezyonun olduğu tarafta) kolun dış yanından baş parmağa doğru C6
dermatomu boyunca uzanan ağrı, paresteziler veya hipoestezi, biseps ve
brakioradialis kaslarında kuvvetsizlik ve atrofi, biseps ve stiloradial
reflekslerde azalma bekleyebiliriz.
Eğer aynı A lezyonu
şekilde görüldüğü gibi genişleyerek omurilik üzerine bası yaparsa, bu yapının
içindeki inen ve çıkan uzun traktusların işlevlerinde bozulma ortaya çıkar.
Bu durumda, yukarıda bahsedilen bulguların görüldüğü segmentlerin altında
kalan omuriliğe ilişkin longitudinal belirti ve bulgular ortaya
çıkacaktır. Bu bulguların bası tarafında baskın olması beklenir. Ancak,
medulla spinalis kemik spinal kanal içinde oldukça dar bir alanda yerleşmiş
küçük çaplı bir yapı olduğundan, lezyon geliştikçe uzun traktuslar iki
yanlı olarak etkilenmeye başlar ve bilateral klinik bulgular ortaya çıkar.
Bu durumda:
1. İnen motor yolların
tutulmasına bağlı olarak lezyon düzeyinin altındaki kaslarda felç (torakal
bölge lezyonunda paraparezi ya da parapleji, üst servikal bölge lezyonunda
kuadriparezi ya da kuadripleji),
2. Seviye gösteren
duyu kusuru (gövde üzerinde saptanan seviye gösteren duyu kusuru omurilik
lezyonları için hemen hemen patognomonik bir bulgudur),
3. Sfinkter kontrol
bozuklukları ortaya çıkar.
Omuriliği
etkileyen bir lezyon yukarıda sayılan segmental ve longitudinal işlev bozukluklarının
hepsini ortaya çıkarmayabilir ve (doğal olarak) elde olan bulgularla klinik
lokalizasyon yapılmaya çalışılır. Fakat longitudinal ve segmental bulguların
birlikte bulunduğu durumlarda -coğrafyada lokalizasyonun enlem ve boylam
kullanılarak yapılmasına benzer şekilde- lezyonun yeri muayene ile oldukça
doğru şekilde kestirilebilir. Örneğin, Şekil 4’de görülen, D7
düzeyinde omuriliği sağdan bastıran ekstramedüller tümöral oluşum gibi
bir lezyon sağda baskın asimetrik bir paraparezi, bu düzeye uygun seviye
gösteren asimetrik bir duyu kusuru ve muhtemelen sfinkter bozukluğuna yol
açarken sağda T4 dermatomu boyunca göğüs kafesini kuşak gibi
çevreleyen radiküler bir ağrıya da neden oluyorsa anatomik lokalizasyonumuzun
doğruluğuna biraz daha güven duyabiliriz.
Şekil
4. Dorsal bölgede
omurilik basısına yol açan ekstramedüller kitle (meningiom). A: T2 ağırlıklı
sagital, B: T1 ağırlıklı sagital (kontrastlı), C: T2 ağırlıklı transversal,
D: yağ baskılamalı, kontrastlı transversal spinal MR kesitlerinde omuriliğe
sağ dıştan bası yapan kitle lezyonu (*) görülmekte
OMURİLİK HASTALIKLARINDA
ORTAYA ÇIKAN BAZI SENDROMLAR (Ayrıca bakınız: Sinir Sistemi Semiyolojisi,
Felçler ve Duyu Bozuklukları,
Şekil 7.6)
Omuriliğin Tam
Transvers Lezyonu: Bu durumda,
omuriliği bir ya da bir çok segment boyunca etkileyen bir lezyonun bu yapıyı
fonksiyonel olarak tam kesiye uğratması söz konusudur. Yani lezyonun üstündeki
ve altındaki omurilik bölümleri arasındaki işlevsel ilişki kaybolmuştur.
Bu tablo iki bölüm halinde incelenebilir:
Omuriliğin Akut
Transvers Lezyonu: Böyle bir durum
spinal travmalar, akut transvers miyelit, iskemi ya da hemoraji gibi nedenlerle
ortaya çıkar. Lezyonun kaudalinde kalan ve daha üst merkez sinir sistemi
yapılarıyla ilişkisi kesilen omurilik segmentleri kendi otomatik fonksiyonlarını
hızla kazanamadığından spinal şok tablosu ortaya çıkar. Bu tabloda
lezyonun altındaki segmentlerden innerve olan kaslarda hipotonik bir felç
mevcuttur. Lezyon altında tendon refleksleri kaybolmuştur, taban derisi
refleksi genellikle cevapsızdır. Retansiyon tarzında bir sfinkter bozukluğu
vardır. Mesane aşırı dolduğunda taşan idrar damla damla dışarıya boşalır.
Duyu muayenesinde lezyonun düzeyini işaret eden seviye gösteren duyu kusuru
saptanır.
Spastik Parapleji
/ Kuadripleji: Lezyon altındaki
omurilik segmentlerinin otomatik aktivitelerini kazanması sonucunda 4-6
haftaya kadar sürebilen bir dönemde spinal şok ortadan kalkar. Bundan sonra
lezyon altındaki segmentlerden innervasyon alan kaslarda spastik tonus artışı
ortaya çıkar. Tendon refleksleri artmıştır. Mesane dolduğunda otomatik olarak
boşalmaya başlar. Seviye gösteren duyu kusuru doğal olarak sürmektedir.
Omuriliğin
transvers lezyonu haftalar, aylar ya da yıllar boyunca yavaş şekilde gelişirse,
lezyonun kaudalinde kalan segmentler otomatik fonksiyonlarını kazanmak için
yeterli zaman bulacağından, hasta spinal şok döneminden geçmeden spastik
parapleji / kuadripleji (ya da paraparezi / kuadriparezi) aşamasına ulaşır.
Bazen transversal
hasara uğrayan omurilikte lezyonun altında kalan segmentler, bu segmentlerin
bir veya birkaçına ulaşan bir uyarana hep birlikte yanıt verebilirler.
Örneğin lezyon altındaki dermatomlardan birine verilen yüzeyel bir uyarı
ile her iki bacağın birlikte fleksiyona gelmesine (fleksör toplanma refleksi)
ya da buna eşlik eden lezyon altındaki dermatomlarda terleme, mesane boşalması,
ejakülasyon gibi toptan bir yanıta (kitle refleksi=mass reflex) neden
olabilir.
Omuriliğin Yarım
Lezyonu (Brown-Séquard sendromu): Omuriliğin sağ
ya da sol yarısını bir veya birkaç segment boyunca hasara uğratan patolojik
bir süreç tarafından ortaya çıkarılır. En sık rastlanan nedenler spinal
travmalar, omuriliğin radyasyon nekrozu ve spinal metastazlardır. Lezyon
düzeyinin altında onunla aynı tarafta arka kordonla taşınan vibrasyon ve
pozisyon duyusu kaybı ve üst motor nöron tutulmasına bağlı felç belirirken,
karşı tarafta ağrı ve ısı duyusu kaybı gelişir. Ağrı ve ısı duyusu kaybı
lezyon düzeyine oranla birkaç segment aşağıdan itibaren ortaya çıkar. Bunun
sebebi, çaprazlaşan sinir liflerinin ilgili arka köke göre birkaç segment
yukarıdan spinotalamik traktusa katılmalarıdır.
Saf unilateral
omurilik lezyonları nadir olduğundan, genellikle klinikte karşılaşılan
tablolar Brown-Séquard sendromunun modifikasyonlarıdır.
Omuriliğin Merkezi
Lezyonu (Siringomiyeli Sendromu): Omuriliğin merkezi
bölgesini birkaç ya da daha çok segment boyunca harap eden lezyonlar tarafından
ortaya çıkarılır. Buna hemoraji veya travmaya bağlı kontüzyon gibi akut
süreçler ya da tümör, siringomiyeli gibi patolojik oluşumlar neden olur.
Bu sendromu oluşturan en sık ve en tipik patolojik süreç olan siringomiyeli,
daha çok orta-alt servikal bölgede, daha nadir olarak lumbosakral bölgede
ve medulla oblongatada (siringobulbi) görülür (Şekil 5). Lezyona
uğrayan segmentlere ilişkin dermatomlarda (servikal lezyon için her iki
üst ekstremitede pelerin şeklinde) ağrı ve ısı duyusu kaybı (o segmentte
çaprazlaşan lifler tutulduğu için), yine bu segmentlere ait miyotomlarda
simetrik ya da asimetrik alt motor nöron tutulması tarzında kuvvetsizlik
ve atrofi (spinal önboynuz hasarına bağlı) ortaya çıkar (Şekil 5 D ve
E). Lezyon yanlara doğru genişledikçe inen motor yolların tutulmasına
bağlı olarak alt ekstremitelerde üst motor nöron tipinde kuvvetsizlik, tonus
ve tendon reflekslerinde artma ve patolojik refleksler gelişir. Derin duyu
bozukluğu görülmez.
Şekil 5. T2 (A)
ve T1 ağırlıklı (B) sagital MR kesitlerinde hemen tüm servikal ve
üst torakal omurilik boyunca uzanan siringomiyeli kavitesi görülmektedir.
Başka bir hastaya ait T2 ağırlıklı sagital kesitte ise (C) kranioservikal
bileşke bölgesinde, sıklıkla siringomiyeliye eşlik eden bir gelişimsel
anomali olan Chiari malformasyonu dikkati çekmektedir. Aynı hastanın her
iki el ve önkol kasları (D) ile dil sağ yarısındaki (E)
atrofiye dikkat ediniz.
Foramen Magnum
Sendromu: Bu düzeydeki
nöral yapıları etkileyen tümör, siringomiyeli, multipl sekleroz, Arnold-Chiari
malformasyonu, atlantoaksiyal dislokasyon ve kranio-vertebral bileşkenin
diğer anomalileri sonucunda ortaya çıkar. Suboksipital ağrı, ense sertliği,
subjektif oksipital paresteziler, daha nadiren arka kordon tutulması tipinde
ya da siringomiyelik tipte duyu kusuru görülebilir. Parmak uçlarında uyuşmalar
olabilir. Üst servikal omurilik basısını gösteren bulgulara (spastik kuadriparezi,
duysal traktus tutulması bulguları ve sfinkter kusuru) alt kranial sinir
tutulmasını gösteren bulgular (IX-XII) eklenebilir. Aşağıya vuran nistagmus,
serebellar ataksi, beyin omurilik sıvısı (BOS) dolaşımının bozulmasına bağlı
kafa içi basınç artışı sendromu (KİBAS) ve buna bağlı papilla ödemi görülebilir.
C1-4 segmentleri arasındaki omurilik basılarında XI. kranial sinir
bulguları görülebilir. C3-5 arası lezyonlarda diyafram paralizileri
gelişebilir.
Konus Medullaris
ve Kauda Ekuina Sendromu: Konus medullaris
düzeyinin üzerinde bacaklara giden motor lifler ayrılmış olduğundan bu
bölgenin lezyonlarında ekstremiteleri ilgilendiren bir felç ortaya çıkmaz.
Sadece en alt dermatomların yer aldığı perianal bölge ve bazen uylukların
arkasında (eyer tarzında duyu kusuru) bir duyu kusuru ve sfinkter kusuru
olur.
Eğer
lezyon bir ya da her iki yana doğru ilerleyerek kauda ekuina liflerini tutarsa
(Şekil 5), genellikle asimetrik şekilde ve lezyona uğrayan radikslerin
dağılımına uygun olarak bacaklara vuran radiküler ağrılar, duyu kusuru,
bu radikslerin innerve ettiği kaslarda alt motor nöron tutulması tipinde
zaaf, tendon refleksi kayıpları ortaya çıkabilir (kauda-konus sendromu) (Şekil 6, 7 ve 8).
Şekil
6.
Kauda-konus sendromuna yol açan lezyon örneği (L).
Şekil
7. T1 (solda) ve
T2 (sağda) ağırlıklı sagital lumbosakral MR kesitlerinde travmaya bağlı
geniş L5-S1 disk protrüzyonu (oklar) görülen bu hastada,
S1 ve bunun kaudalinde kalan tüm sinir köklerinin iki yanlı basısına
bağlı olarak asimetrik bir kauda ekuina sendromu ortaya çıkmıştır.
Şekil 8.
A. T2 ağırlıklı
sagital MR kesitinde kauda ekuina sendromuna yol açan geniş L3-4
disk protrüzyonu görülmektedir. B. Konus medullaris sendromuna neden
olan post-travmatik lezyon. T2 ağırlıklı sagital MR kesitinde omuriliğin
konus bölgesindeki intensite artışı izlenmektedir (ok). C. D11
vertebra alt kısmı hizasında meningiom saptanan (ok) bu hastada epikonus
üzerine bası sonucu asimetrik perianal duyu kusuru ve (şüpheli) sfinkter
kusuru ortaya çıkmıştır. (IV kontrastlı T1 ağırlıklı sagital kesit)
Anterior Spinal
Arter Sendromu: Anterior spinal
arter omuriliğin yaklaşık ön 2/3 ünün kanlanmasını sağlar. Bu arterin sulama
alanında ortaya çıkan geniş bir infarkt, parapleji (akut geliştiğinden
birçok kere spinal şok ile başlar), seviye gösteren yüzeyel duyu kusuru
ve sfinkter kusuruna sebep olur. Buna karşılık tipik olarak arka kordonlar
tarafından taşınan vibrasyon ve pozisyon duyuları sağlam kalır (Aşağıda
Omuriliğin Damar Hastalıkları bölümüne
bakınız). Aynı anatomik dağılımda omurilik lezyonuna neden olan başka patolojik
süreçlerin de benzer bir klinik tabloya neden olması mümkündür.
OMURGANIN GELİŞİMSEL
HASTALIKLARI
Nöral Tüp Defektleri
Nöral tüp 28. günde kapanır. B vitamini, folik asit eksikliği ve bazı
çevresel faktörler nöral tüp kapanma defektlerine yol açabilir. Doğumların
yaklaşık 1/3000’inde görülür. Meningosel, meningomiyelosel, miyeloşizis gibi
açık spina bifida tiplerinin yanısıra lipom, kısa kalın filum, ayrık omurilik
malformasyonu (diastematomiyeli) gibi başka anomaliler de vardır. Meningomiyeloselli
bebekler (Şekil 9 ve 10) nörolojik defisitle, alt ekstremitelerde
deformitelerle doğabilirler. Bunlara yüksek oranda hidrosefali de eşlik eder.
Diğerlerinde başlangıçta nöral bozukluk olmasa bile, çocuğun büyümesiyle
birlikte omurilik gerilmesine bağlı sinsi ilerleyen, sfinkter kusuruyla başlayan
nöral bozukluklar gelişebilir. Okült spina bifidalı bebeklerde belde hipertrikozis,
cilt lekeleri, yağ toplanmaları ve gamze gibi nörokutane bulgular gözlenebilir.
Omuriliğin gerginliği
(gergin omurilik sendromu-tethered cord) düşük konus medullaris ve yapışık
bir filum terminale nedeni ile olabilir. Diğer yandan omuriliğin normal
fizyolojik seviyesine gelmesini engelleyen kemik çıkıntı, fibröz bant veya
doğumda geçirilmiş operasyonlara sekonder yapışıklıklar da gergin omurilik
sendromuna neden olabilir.
Gerginliği ortadan kaldırmaya yönelik cerrahi (‘untethering’) işlem de
gerginliğe neden olan lezyona yönelik yapılmalıdır. Basitçe dura ve çevre
dokulara yapışık olan filum terminale kesilerek gerginlik giderilir. Bu
tip olgularda bulgular büyümenin hızlı olduğu ergenlik çağına kadar gizli
kalabilmektedir. Erişkin dönemde görülen tethered kord sendromlu hastalarda
ağrı ve ürolojik semptomlar ön planda iken, çocukluk çağında cilt bulguları,
ayak-bacak deformiteleri ile skolyoz ön plandadır.
Şekil
9. Meningomiyelosel
olgusu
Şekil
10. Tip1 ayrık omurilik
malformasyonu, T2 ağırlıklı, sagital ve aksiyal MR görüntüleri
OMURGA
VE OMURİLİK TRAVMALARI
Omurganın fizyolojik
bir düzlemi ve sınırlı hareketleri vardır. Omurga kanalı içinde yer alan
omurilik, proksimalinde beyinsapı, distalinde pia mater uzantısı filum terminale
ile yanlarda dentat ligamanlarla askıda ve etrafını çevreleyen BOS ile fizyolojik
sınırlardaki hareketlerde koruma altındadır. Yavaş gelişen basılara oldukça
dirençli olan omurilik, akut basılara ve gerilmelere karşı çok hassastır.
Kanal anatomisini bozan dış kuvvetler veya dolaylı güçlerle omurga hareketlerinin
fizyolojik sınırları ötesine zorlanması akut bası, damar yaralanması veya
gerilmeyle omurilik hasarına yol açar. Sonuçta omurilik travması ortaya
çıkar.
Anatomik ve fonksiyonel
farklılıkları nedeniyle servikal ve torakolomber bölgelerin travmaları
ayrı ayrı değerlendirilecektir.
SERVİKAL BÖLGE
Omurganın en
hareketli parçası olan servikal bölgede, özellikle araç içi trafik kazalarında,
başın gövde üzerinde ani hiperekstansiyon ve hemen onu izleyen hiperfleksiyonuyla
karakterize kamçılanma hareketi sonucunda bağlarda ve kemik dokuda lezyonlar
görülebilir. Özellikle kemik ve destek dokusu tam gelişmemiş olan 8 yaş
altındaki çocuklarda fizyolojik sınır ötesi harekete zorlanan boyun omurlarının
kemik yapısında herhangi bir bozukluk olmaksızın yumuşak dokuda aşırı gerilme
ve yırtılmalar görülebilir, gerilmenin omuriliğe yansımasıyla da nöral doku
hasarı ortaya çıkar. Bu tür hasarlara radyolojik bulgusuz omurilik yaralanması
(Spinal Cord Injury Without Radiological Abnormality-SCIWORA) denilmektedir.
Çocuklarda kemikleşmenin henüz tamamlanmaması, faset eklemlerin düzlemleri,
destek doku yetersizliği ve başın gövdeye oranla büyük oluşu nedeniyle özellikle
kraniovertebral kavşakta kaymalar erişkinlere oranla daha sık görülür.
Oksipito-atlantal ve atlanto-aksiyal çıkıklar fazladır.
Travmatik servikal disk fıtıklanmaları kök veya omurilik basısı yaparak,
ağrı, güç kaybı ve duysal bozukluklara neden olur. Semptomlar hareketle
artar. Omurgada lezyonlar genellikle dolaylı kuvvetlerle ortaya çıkar. Üst
servikal bölgenin fonksiyonel anatomisi ve kırıkları özellik gösterdiğinden
tedavileriyle birlikte kısaca ayrı olarak anlatılmıştır.
Oksipital
kondil kırığı
Aksiyal
kuvvetlerle oluşur. Alar ligamanlar sağlamsa kırık kondil foramen magnuma
taşmaz. Şiddetli travmalarda kırık deplase olarak
bulbus ve medullayı sıkıştırır ve genellikle hasta olay anında kaybedilir.
Oksipito-atlantal
çıkık
Takla
atan araç içinde ölümlü trafik kazalarında oranı yüksektir. Çocuklarda
merdivenden yuvarlanma gibi kazalarda da görülebilir. Yaşayanlarda hafif
nörolojik bulgular izlenebilir. Yan grafilerde Powers oranına bakılır (Şekil
11). Öne, arkaya veya kranial yöne çıkık olabilir. Bağ bulunduğundan
çekmeyle repozisyon zararlı olabilir. Açık repozisyon, tesbit ve füzyon
gerekir.
Şekil
11.
Powers
oranı
Jefferson kırığı
Kafatasına darbe veya baş üzerine düşmeyle oluşan aksiyal kuvvetler boyun
ve kafa arasında adeta bir conta görevi yapan atlası sıkıştırır. Atlas
ön kemeri ve laminası kırılır Şekil 12a).
Bu bölge omurilik kanalının en geniş yöresi olduğundan BOS’un yastık etkisiyle
omurilik korunur ve sıklıkla nörolojik defisit görülmez. Atlas yan kitleleri
taşması toplam 7 mm’yi geçmezse transvers ligaman sağlamdır ve kırık kararlı
kabul edilir. Çenelikli boyunluk tesbitiyle konservatif olarak tedavi edilir.
Kararsız olgularda C1-2 iç tesbit ve füzyon gerekebilir.
Aksis Kırıkları
Atlas aksis arasında ve başa dönme hareketi yaptıran pivot eklemin en
önemli unsuru odontoid çıkıntıdır. Odontoid kemik tepesinden apikal ve alar
ligamanların aşırı gerilmesiyle oluşan kopma kırıklarına Tip I kırık adı
verilir. Odontoidin arkasını emniyete alan transvers ligaman sağlam olduğundan
kırık kararlıdır. Odontoidin özellikle arkaya doğru zorlanarak kaideden kırılmasıyla
Tip II kırık oluşur (Şekil 12b, Şekil 13). Buna genellikle transvers
ligaman hasarı eşlik eder. Tip II kırıklar kararsızdır ve konservatif tedavide
psödoartroz (kaynamama) oranı yüksektir. Bu durum kırığın omurilik kanalına
kaymasına veya atlanto aksiyal çıkıklara neden olarak omurilik sıkışması
sonucu ciddi ve ölümcül nörolojik defisitlere neden olabilir. Transvers
ligamanın sağlam olduğu Tip II kırıklarda odontoid vida ile tesbit edilip
füzyon oluşmasına yardımcı olunur. Transvers ligamanın yırtık olduğu olgularda
ise C1-2 iç tesbit ve füzyon gerekir. Aksis gövde kırıklarına
ise Tip III kırık denilir. Atlanto aksiyal eklem bozulmadığından kırık kararlıdır
ve tesbitle füzyon oluşacağından konservatif olarak tedavi edilir.
Ası (Hangman)
Kırığı
Ası, baş üzeri
düşme veya araç içi kazalarda başın cama çarpması gibi kompresif hiperekstansiyon
travmaları sonucunda görülür (Şekil 12c).
C2 pediküllerinin iki yanlı kırılması ve C2’nin C3
üzerinden öne kaymasıyla karakterizedir. Asıda C2, C3’den
yaklaşık 5 cm ayrılır ve geriye hareketlenerek C3’e bağlı kalan
C2 arka elemanlarıyla omuriliği makaslayarak koparır
ve ani ölüme yol açar. Trafik kazalarında da benzer mekanizmalarla ölümler
görülebilir. Hafif travmalarda pediküller kırılmasına karşın çıkık fazla
değildir, bu durumda kanal genişleyeceğinden nörolojik bozukluk görülmez.
İmmobilizasyonla konservatif tedavi yeterlidir. Çıkığın 6 mm’yi aştığı olgularda
psödoartroz oranı yüksek olduğunden iç tesbit ve füzyon gerekebilir.
C3-C7
Kırık ve Çıkıklar
Minör fleksiyon travmaları kısmi çıkıklara neden olabilir. Direkt grafilerde
omurun komşusundan 3mm’yi aşan kayması veya omurlar arası 110'i
aşan açılanma çıkık göstergesidir, bağ dokusu hasarına işaret eder. Fleksiyon
travmaları rotasyonla birlikte olursa tek yanlı faset çıkıkları olabilir.
Bu tür olgularda sıklıkla ağrı ve radiküler bulgular vardır. Omurilik basısı
genelde yoktur. Direkt grafilerde dikensi çıkıntılar arasında açılma ve
kayma görülür. Traksiyon ile kapalı redüksiyon sağlanabilirse de sıklıkla
faset kolu kırığı ve eklem kapsülü yırtığı eşlik ettiğinden çıkık tekrarlar,
kök sıkışması nedeniyle ağrı ve nörolojik bozulma görülebilir. İç tesbit
ve füzyon gerekebilir. Distraktif hiperfleksiyon travmaları iki yanlı faset
çıkığı ve kilitlenmesine neden olabilir. Gençlerde disk sağlam olduğundan
hasar daha hafiftir. Yaşlılarda disk dejenere olduğundan kolayca yırtılabilir,
çıkık fazladır, omurilik basısı ve nörolojik defisit vardır. Kapalı redüksiyon
denenirse de başarı oranı düşüktür. Açık redüksiyon, iç tesbit ve füzyon
gerekebilir.
Şekil
12.
a- Jefferson,
b- tip II odontoid, c- ası kırıkları
Torakal
ve Lomber Bölge
Torakal
bölgede T1-10 arasında omurga öndeki göğüs kafesinin korse etkisiyle
koruma altındadır. Diğer bölgelere göre hareketliliği daha azdır. Buna
karşın T11 ve T12’nci omurlarda kaburga uçları serbesttir.
L1 ve L2 ile birlikte fizyolojik kifozun alt bölgesindedirler.
Torakolomber omurgada hareketliliğin fazlalığı ve yük taşıma özellikleri
nedeniyle travma daha sıktır ve tüm omurga yaralanmalarının
% 20’si bu bölgede meydana gelir.
Torakal
ve lomber omurga travması Denis’in üç kolon
teorisiyle açıklanmaktadır (Şekil 14). Buna göre omurga ön, orta
ve arka kolonlardan oluşmuştur. Omur cisminin basit kompresyon kırıklarında
yalnız ön kolon etkilenir. Genellikle nörolojik defisit görülmez ve kırık
stabildir.
Buna
karşın patlama (burst) kırıklarında ön ve orta kolon hasarı vardır.
Kırık kanala taşar, omuriliği sıkıştırır. Kırıklı çıkıklarda ise her üç
kolonda da hasar vardır. Omurilik veya kauda ekuina zedelenmesi kaçınılmazdır.
Araç içi trafik kazalarında göğüs çaprazı olmayan emniyet kemeri kullananlarda
görülen ve gövdenin L2-L3 omurları üzerinde menteşe
hareketi yapmasıyla oluşan distraktif hiperfleksiyon travmalarında omurilik kanalı daralmadığından kauda
hasarı yoktur. Ancak orta ve arka kolon hasarlıdır ve omurga kararsızdır.
Şekil 14.
Üstte,
ön,orta ve arka kolonun anatomik sınırları, altta bu kolonların hasarında
‘kararlılık-stablizasyon’ durumunun temsili görünümü
Omurİlİk
ve Kauda Ekuİna Yaralanması
Omurga yaralanmasıyla nöral dokuda değişik derecelerde hasar ve bunun
sonucunda nörolojik bozulma görülebilir. Nöral doku hasarını birincil
ve ikincil yaralanmalar olarak ikiye ayırabiliriz.
Birincil yaralanmalar darbe, akut bası, gerilme, berelenme, yırtılma
veya ateşli silah yaralanmaları sonucunda olay anında karşımıza çıkar (Şekil
15). Birincil hasarı izleyen süreçte sistemik şok, hipoksi, hipertermi,
süregelen veya tekrarlayan bası ve birincil hasarın tetiklediği bazı hücre
içi ve hücre dışı olaylar sonucu ikincil hasarlar da görülülebilir.
İkincil omurilik
hasarlarında ise otonom felçle ortaya çıkabilecek şok durumu, eşlik eden
hipoksi, hipertermi, eksen bozukluğu ve kanal içine taşan yapılar sonucunda
tekrarlayan bası omurilik hasarının daha da artmasına neden olabilir. Ayrıca
travmayla ortaya çıkan birçok zincirleme olayla omurilik dokusunda oto yıkım
görülebilir. Omurilik tavmasını izleyen saatlerde ak madde ve gri cevherin
kan akımı azalır. İskemi serbest oksijen radikalleri üzerinden lipid peroksidasyonuna
yol açar. Ayrıca endorfinlerin de bu hasara katkısı vardır.
Şekil
15. Dorsal sagital
T2 ağırlıklı MR görüntüsü. Travma sonrası oluşan omurga hasarı ve omurilikte
tam kesi
Belirti ve Bulgular
Bütün omurilik lezyonlarının ilk fizyopatolojik sonucu, lezyon seviyesinin
altında hareket, duyu ve sfinkter fonksiyonlarının kaybını içeren reflekssiz
tam bir felçtir; bu klinik tablo spinal şok olarak tanımlanır (Bakınız:
Omurilik
Hastalıklarında Nörolojik Bulgular).
Spinal şok yaralanmanın şekline ve şiddetine göre 2 gün ile 3 hafta arasında
sürebilir. Yalnız fizyolojik bir kayıp varsa şok süresi kısadır. Anatomik
hasarda ise süre uzundur. Yaralanmanın ilk günlerinde fizyolojik ve anatomik
kesiyi birbirinden klinik olarak ayırmak zordur. Her ikisinde de fonksiyonel
kayıp tamdır. Travmatik ödem ve fizyolojik kesiye neden olan süreçler kayboldukça
adale tonusu, refleks aktivitesi ve hasara uğramamış dokuya ait fonksiyonlar
geriye dönmeye başlar. Anatomik keside şok devresinden sonra ekstremite
adalelerinin tonusunda artma (spastisite), kemik veter reflekslerinde şiddetlenme
ve omurilik otomatizmasına ait belirtiler görülür. Biriken idrar ve gaitanın
uyarıcı etkisiyle mesane ve rektumun otomatik olarak boşalması, bazı uyaranlarla
ortaya çıkan terleme, sebepsiz ereksiyon ve ejakülasyon ve özellikle ekstremitelerde
fleksiyon tarzında adale kasılmaları (mass refleksi-kitle refleksi) omurilik
otomatizmasının klinik belirtileridir.
Spinal
şok devrinden sonra ekstansiyon paraplejisi çok defa omuriliğin kısmi bir
lezyonuna, şiddetli geri çekme fenomeniyle birlikte
spastik fleksiyon paraplejisi ise tam bir kesiye işaret eder. Ancak bu
kriter her zaman lezyonun derecesini belirleyici
değildir, bazı defa omuriliğin tam kesisi fleksiyon veya ekstansiyon paraplejisiyle
birlikte olabilir. Tam olmayan omurilik kesilerinde, kurtulan nöral dokuya
ait hareket, duyu, refleks ve bir kısım sfinkter fonksiyonları geri döner.
Bu çeşit yaralanmalarda iyileşme esnasında lezyon seviyesinin altında anestesia
doloroza görülebilir. Adale tonusu ve refleks aktivitesinin dönüş hızı
hastanın genel durumuna da bağlıdır. Bazı vakalarda silik bir istemli hareket,
yaralanma seviyesinin altında duyu adacıkları, ekstansör spastisite, ekstansör
taban cildi refleksi ve tam olmayan sfinkter bozuklukları omuriliğin fizyolojik
ya da tam olmayan anatomik kesisi lehine yorumlanacak belirtilerdir. Omurilik
travmasıyla parankimin değişik bölgelerinde
oluşan hasar sonucu farklı nörolojik sendromlar görülebilir (Bakınız: Omurilik
Hastalıklarında Nörolojik Bulgular)
OMURGA
VE Omurİlİk travmalarının yönetİmİ
Omurga ve omurilik travmalarının yönetimi, yaralıların değerlendirilmesi
ve ilk yardım önlemleri kaza yerinde başlar. Yaralıların çok defa kendi
ifadesi ve basit bir nörolojik muayene omurilik yaralanmasını belirler.
Bu yaralanmaların erken tanınması, omurilikte ikincil bir lezyonun oluşmasını
veya mevcut hasarın artmasını engelleyecek önlemlerin alınmasını sağlayacaktır.
İlk
Yardım ve Acil Tedavi
Her travma olgusundaki ilk yaklaşım olan solunum
ve dolaşım fonksiyonlarının kontrolü ve temini, omurga ve omurilik yaralanmalı
olgularda da önceliklidir. Ancak bu sırada omurga eksenini bozarak omurilik
yaralanmasının arttırılmaması gerektiği mutlaka hatırlanmalıdır. Servikal
bölge travmalarında solunum desteği sağlanırken
baş asla ileri fleksiyona ve ekstansiyona getirilmemelidir. Önce bir yakalık
uygulanmalı veya omurga ekseni korunarak sırtüstü yatırılmalı, omuzlarının
altına 8-10 cm. bir kalınlık konarak boynun hafif ekstansiyonu sağlanmalıdır.
Başın hareketi çevreye destekler konarak engellenmelidir.
Omurilik
yaralanmalı hastalarda sistemik veya spinal şoka bağlı hipotansiyon sıktır.
Özellikle spinal şoka eşlik eden otonom sinir sistemi felci birkaç günden
birkaç haftaya kadar sürebilir, hatta motor şok bazen otonom şoktan önce
dönebilir. Bu nedenle hasta gereğinde invaziv bir şekilde monitorize edilmeli,
santral venöz basınç 5-10 mmHg arasında olacak şekilde damar yatağı doldurulmalıdır.
Bu sırada aşırı yüklenme ve pulmoner ödeme yol açmamak gereklidir.
Yapılan
randomize kontrollü çalışmalarda travmayı izleyen
saatte başlanan ve yalnız 24
saat sürdürülen yüksek doz steroid tedavisinin nörolojik sekelleri azaltmada
bir üstünlük sağladığı saptanmıştır. Bu nedenle hastayla kaza yerinde karşılaşan
ilk yardım ekibi ya da ulaştığı sağlık kuruluşunda gören hekim, bir kontrendikasyon
yoksa 30 mg/kg metilprednizolonu İ.V. yoldan yapmalı, izleyen 23 saat içinde
ise 5,4 mg/kg/saat dozunda perfüzyon uygulanmalıdır.
Omurilik
travmalı hastalarda sonucu etkileyen en önemli
unsurlardan biri mesane ve böbrek fonksiyonlarıdır. Bu nedenle kalıcı sonda
uygulamasına ilk fırsatta son verilmeli, mesane gerilmesini engelleyecek
ve kapasitesini düşürmeyecek bir sıklıkta aralıklı kateterizasyon uygulanmalıdır.
Ayrıca mide koruyucu ilaçlar ve gereğinde drenajla gastrik dilatasyon, kusma
ve aspirasyon engellenmelidir.
Anamnez
ve muayene:
Anamnezde olayın zamanı ve yaralanmanın mekanizması (fleksiyon, ekstansiyon,
rotasyon) hakkında bilgi edinilmelidir. Ayrıca önceden mevcut dejeneratif
artrozik değişikliklerin varlığı araştırılmalıdır.
Sfinkter
bozuklukları, ekstremitelerdeki kuvvetsizlik, istem dışı spazm, ağrı, parestezi
ve uyuşukluk gibi şikayetler hakkında bilgi toplanmalıdır.
Lokal
muayene:
Özellikle omurga üzerindeki hassas ve ağrılı bölgeler aranmalı, cilt abrazyonu,
ekimoz gibi direkt travma belirtileri ve gibbus
tarzında şekil bozuklukları varsa not edilmelidir. Ayrıca batın, göğüs
içi organ yaralanmaları ve ekstremite kırıklarının olup olmadığı araştırılmalı,
tedavileri için gerekli önlemler alınmalıdır.
Nörolojik
muayene:
Hastanın mevcut omurilik lezyonunu tam değerlendirmek ve ilerde meydana
gelebilecek değişiklikleri izleyebilmek için başlangıçta bir nörolojik muayene
şarttır. Nörolojik muayene doğru ve tam yapıldığında omurilik lezyonunun
düzeyi doğrulukla saptanabilir.
Görüntüleme: Omurga
travmasından şüphelenilen hastada aksi ispatlanıncaya kadar yaralanma var
kabul edilmelidir. Vital bulguları sabitlenen hasta doktor eşliğinde radyolojik
incelemeye alınır (giriş bölümüne bakınız). Klasik uygulamada travma hastasının
radyolojik incelemesinde direk grafiler birinci sıradayken günümüzde yaygınlaşan
bilgisayarlı tomografi teknolojisi ile hastanın travma bölgesinin detaylı
incelenmesi kolaylaşmıştır ve bu görüntüleme yöntemi ilk sırayı almaya
başlamıştır. BT kemik elemanlara ilişkin çok detaylı bilgi verir. Günümüzde
omurga ve omurilik travmaları hakkında en detaylı bilgiyi manyetik rezonans
(MR) ile alabiliriz. Kemik yapıya ilişkin verileri BT'ye oranla daha az
olmasına karşın, yumuşak dokuları ve nöral dokuyu görüntülemesi mükemmeldir.
Ligamanların, disklerin durumu, omurilik kanalı içine taşmalar, omurilik
bası ve sıkışması kolayca tespit edilir. Özellikle şüpheli durumlarda hasarlı
kolonlar saptanarak tedavi planlanması doğrulukla yapılabilir. Ayrıca omuriliğin,
ödem, kontüzyon, kanama ve diğer değişiklikleri görüntülenir.
Tedavi: Servikal omurların kırık ve çıkıklarıyla
birlikte olan omurilik travmalarında omurgayı hareketsizleştirerek ikincil
hasarları engellemek ve omurga düzlemini yeniden sağlamak amacıyla traksiyon
uygulanır. Çekme işlemi omurganın uzun ekseni boyunca uygulanır. Traksiyon
çene ve enseye oturan bez parçası ya da özel korselerle uygulanabilirse
de, etkin ve rahat bir çekme işlemi iskelet traksiyonuyla yapılır. Bu amaçla
kafatasına kolayca uygulanabilen özel çengeller (Gardner-Wells, Virginia,
Crutchfield) veya sonradan gövde korsesine bağlanabilen çemberler (Halo-West)
vardır. Çekme işlemine birkaç kilo ile başlanıp, ağırlık repozisyonu amaçlanan
omur sayısı başına 3 Kg.'a kadar yükseltilir.
Cerrahi
girişim (Şekil 13, 16-19): Omurga ve omurilik
travmalarında acil cerrahi girişim nöroşirürjinin tartışmalı bir konusudur.
Omurilik yaralanmasının kaza anında oluşması nedeniyle ikincil hasarları
engelleyici tedbirleri alarak, hastayı en iyi şekilde tetkik etmek ve bir
girişim gerekiyorsa, bunu doğru yaklaşımla, en iyi şartlar ve ekipmanla
gerçekleştirmek akılcı olacaktır. Bununla birlikte dekompresif girişimlerin
ilk 8 saat içinde yapılamasının beklenen faydayı arttırma ihtimali yüksektir.
İlerleyici nörolojik defisitin olduğu durumlarda ise operasyon zaman kaybetmeksizin
gerçekleştirilmelidir.
Cerrahi
tedavi prensipleri:
- Bası bulunduğu yönden kaldırılmalıdır.
- Sabitleştirme işlemi hasarlı kolona yönelik uygulanmalıdır.
Hasarlı
kolonun saptanmasında ve kararlılık tespitinde Denis'in üç kolon kuralını
kullanabiliriz. Kural tüm omurgaya uygulanabilir. Direkt grafi,
BT veya MR'da 3 kolondan 2’si hasarlı ise lezyon instabildir. Şüpheli durumlarda
fonksiyonel grafiler yardımcı olur.
Önden
bir kemik ya da disk basısını laminektomiyle serbestleştirmeye çalışmak
hem etkin bir dekompresyon sağlamayacak, hem de sağlam arka kolonu da ortadan
kaldırarak instabiliteyi artıracaktır. Bu noktalardan hareketle yapılacak
girişimleri ön, yan ve arkadan yaklaşımlar olarak gruplandırabiliriz.
Önden
yaklaşım: En kolay servikal
bölgede uygulanır. Üst servikal bölge kırıklarına ağız içinden, orta ve
alt servikal omurgaya ise boyun diseksiyonuyla ulaşılır. Bası yapan disk
ya da omur kırıkları çıkarılıp kemik grefti ve füzyon uygulanır. Servikal
bölge kırıklarında duruma göre posterior yaklaşım da tercih edilebilir.
Kafa füzyon segmentine dahil edilebilir.
Torakal
ve lomber bölgede önden yaklaşım göğüs ve batın içi organlar nedeniyle
zordur ve komplikasyon oranı daha yüksektir.
Arka-yandan yaklaşım: Torakal ve lomber bölgede uygulanır.
Torakal bölgede kosto-transvers eklemden, lomber bölgede ise pedikülden
yaklaşılır.
Arkadan yaklaşım: Laminektomi çok eskiden beri
bilinen, ancak günümüzde travmatik vakalarda nadiren uygulanan bir yöntemdir.
Sadece direkt travmayla kırık lamina parçalarının
omurilik basısı yarattığı durumlarda gerekli olur. Arkadan yaklaşım günümüzde
daha çok omurganın germe ve sabitleştirme ameliyatlarında kullanılmaktadır.
İnstabil olan bu kırıklar vida, plak/çubuk sistemleri ve füzyon yardımıyla
ayrıca sabitlenir.
Şekil
16. C4-5
çıkığında arkadan yaklaşım ile füzyon
Şekil
17.
Dorsal
patlama kırığında posterior yaklaşım ile pedikül vidası kullanılarak yapılmış
stabilizasyon
Şekil
18. Bir
patlama kırığı olgusunda kırık parçalarının çıkarılması ve tespit.
Sadece ön kolon hasarının olduğu, vertebrada yükseklik kaybı ve şiddetli ağrı bulunan olgularda hem yükseklik kaybının devamını engellemek ve omurgayı restore etmek, hem de kırık sebebi ile oluşan ağrıyı ortadan kaldırmak için vertebroplasti ya da kifoplasti uygulanabilir.
Şekil 19. Kifoplasti ile tedavi edilmiş
dorsal kompresyon fraktürü
Hastada instabiliteye yönelik cerrahi girişim yapılmayacaksa kemik füzyon
oluşuncaya değin dışardan tesbit uygulanmalıdır. Bu amaçla servikal bölgede
Halo-West korse, torakal ve lomber bölgede uygun korseler kullanılır.
Omurilik
yaralanmalı hastanın erken hareketlendirilmesi komplikasyonların engellenmesi
ve rehabilitasyon açısından çok önemlidir.
Omurilik travmalarında genellikle idrar ve gaita retansiyonu gelişir.
Üriner enfeksiyonun engellenmesi amacıyla temiz aralıklı kateterizasyon (TAK)
ya da sonda uygulanır. TAK uygulanması, enfeksiyonu ve düşük kapasiteli atonik
mesane gelişiminin engellenmesi açısından önemlidir. Barsak bakımı için
lifli besinler, yumuşatıcı ilaçlar kullanılır. Gereğinde lavman ve rektumun
boşaltılması işlemleri uygulanır.
Hareketsiz yatan hastalarda yatak basısı ve otonom bozukluklara bağlı
kanlanmanın bozulması nedeni ile bazı bölgelerde (sırt, omuz, sakrum, kalça,
topuk), dekubitus ülserleri açılır. Bunlar başlamadan hasta yatakta 2 saat
aralıklarla çevrilmelidir. Ayrıca çarşaf kuru, temiz ve kırışıksız olmalıdır.
Cilde masaj yapılır. Gereğinde eksizyon ve plastik ameliyatlara başvurulur.
Omurilik travmalı hastalarda artan protein ve kalsiyum ihtiyacının karşılanması
gerekir. Hastalara günde yaklaşık 3 litre sıvı verilmelidir. Yüksek servikal
lezyonlarda solunum depresyonu yapabilecek morfin ve türevlerinden kaçınılmalıdır.
OMURGA VE OMURİLİK
TÜMÖRLERİ
Omurga ve omurilik tümörlerinin sıklığı 0,29/100.000/yıl şeklindedir.
Omurganın yanı sıra bağ ve yağ dokusu, meninksler, omurilik, sinir kök ve
kılıfları, damarlardan oluşan yapıların tamamından tümörler gelişebileceği
gibi bölgenin metastatik tümörleri de sık görülür. Bölge tümörleri dura dışı
ve içi olarak iki başlık altında incelenir.
Dura
dışı (EKSTRADURAL) tümörler
Spinal tümörlerinin yaklaşık yarısı dura dışıdır. Komşuluk ya da kan
yoluyla yayılan metastazlar dura dışı tümörlerin en sık görülen türüdür
ve yarısını oluşturur. Kanserli hastaların %5'inde ilk semptom spinal
metastaza aittir. Bronş, meme, prostat kanserleri ve lenfomalar omurgaya
en sık metastaz yapan tümörlerdir. Multipl miyelom omurganın en sık görülen
primer habis tümörüdür. Sarkomlar omurgada nadirdir.
Omurganın primer selim tümörleri kordoma, anevrizmal kemik kisti, dev
hücreli tümör, Langerhans hücreli histiyositoz, osteid osteoma, osteoblastoma
ve hemanjiomadır.
Dura dışı tümörlerde ilk semptom genellikle yerel ağrıdır. Bunu kök ağrısı
ve nörolojik bozukluklar izler. Nörolojik bozukluklar ilerleyicidir. Hızlı
seyir patolojik kırık düşündürür. Direkt grafiler ve günümüzde BT, MR
ve kemik sintigrafisi gibi yöntemlerle tanı kolaylıkla konur. Sedimentasyon
ve alkali fosfataz düzeyinde artış görülür. Anamnez, klinik özellikler ve
yardımcı muayene yöntemleriyle tanı konulamazsa görüntüleme kılavuzluğunda
veya gereğinde açık biopsi yapılır.
Tedavi planlaması
hastanın eşlik eden hastalığına, tümör cinsine ve nörolojik tabloya göre
değişir. Bilinen lenfoması veya bir karsinoması bulunan hastada ilk akla
gelen metastaz olmalıdır.
Metastazlarda basıya bağlı
nörolojik defisit yoksa primer tedavi kemoterapi ve radyoterapidir. Tümörün
metastaz olduğu aydınlatılamazsa, nörolojik bulgusu hafif olan ya da bulunmayan
olgularda biopsi, orta ve yavaş ilerleyen nörolojik defisitli olgularda
omurga kanalını serbestleştirecek girişimler gerekebilir. Berrak hücreli
böbrek kanseri ve sarkoma olgularında radyoterapiye yanıt azdır, bunlarda
nöral dokuyu rahatlatacak azami tümör eksizyonu yapılmalıdır.
Multipl miyelom, altıncı dekadda
erkeklerde sık görülür. Omur cisminde litik kemik lezyonu ve patolojik
çökme kırığı görülür. Yüksek sedimentasyon hızı ve hematolojik bulgularıyla
kolay tanınır. Omurilik basısını engellemek için kifoplasti, vertebroplasti
yapılabilir. Ancak primer tedavisi kemoterapidir.
Anevrizmal kemik kisti (Şekil 20),
görüntülemede etrafı ince kemik lamelleriyle kaplı kontrast madde tutan
küçük kistik boşluklardır. Birden fazla omuru tutabilen tek selim tümördür.
Tedavisi cerrahi eksizyondur. Öncesinde kanlanmasını azaltıp cerrahiyi
kolaylaştıracak embolizasyon yapılabilir. Radyoterapi sarkomatöz gelişmeye
yol açacağından önerilmez.
Şekil 20. Anevrizmal kemik
kisti olgusunda direkt grafi, MR ve ameliyat sonrasında BT
Histiyositoz, omur
son plaklarına yakın madeni para şeklinde litik alanlar tarzındadır. Tedavi
cerrahi küretaj ve/veya radyoterapiyle yapılmalıdır.
Osteid osteoma, bir nidus çevresinde
osteoblastik aktivite artışıyla seyreden ve gençlerde görülen bir tümördür.
Kortikal kemik altında skleroze bir lezyon şeklindedir. Geceleri yerel
ağrıyla kendini belli eder. Asetilsalisilik asit, ibuprofen gibi steroid
olmayan anti inflamatuar ilaçlar ağrıyı geçirir. Semptomatik yanıt alınan
ve büyümeyen olgularda başka tedavi gerekmeyebilir. Benzer bulgular osteoblastomada
da görülür. Ancak osteoblastoma daha büyüktür. Eksizyon gerekir
Kordomalar, nükleus pulpozus
ve notokord artıklarından gelişen, kraniovertebral kavşak ve sakrumda görülen,
histolojik olarak selim olmasına karşın davranış olarak kötü lezyonlardır.
Radyolojik olarak litik alanlar şeklinde görülür. Cerrahi total eksizyon
amaçlanan tedavi şeklidir. Ancak yerleşim ve invazyonu nedeniyle bu her
zaman mümkün olmayabilir. Radyoterapi ağrı açısından fayda sağlarsa da prognoz
kötüdür.
Dev hücreli kemik tümörü, diğer deyişle
osteoklastoma da omurgada görülür. Radyolojik olarak sabun köpüğü
gibi litik alanlar içeren, skleroz içermeyen net sınırlı tümörlerdir. Tam
çıkarma şifa getirir. Selim olmasına karşın rezidiv kalırsa sarkoma dönüşebilir,
metastaz dahi yapabilir.
DURA
İÇİ (İNTRADURAL) tümörler
Spinal tümörlerinin diğer yarısı da dura içidir. Çoğunluğu omurilik
dışıdır (intradural, ekstramedüller) ve iyi huyludur.
Tip II Nörofibromatozis (NF II) otozomal
dominant geçişli 22. kromozom anomalisine bağlı bir hastalıktır. Vestibüler
schwannoma bulunan olguların %2-10’unda NF II söz konusudur. İki yanlı
vestibüler schwannoma ile birlikte sütlü kahve lekesi, deride nörofibromalar,
santral sinir sisteminde epandimoma, meningioma, astrositoma gibi patolojilerden
en az ikisini içerir. NF II’ li olguların %20’sinde spinal schwannoma vardır.
Bu schwannomaların %70’i intradural ekstramedüller yerleşim gösterir. %15
ekstradural ve %15’i de el halteri (dumbbell) şeklindedir. Ayrıca NF I’de
spinal meningiomalara da rastlanır. NF I otozomal dominant geçişli ve 17.
kromozom anomalisine bağlı bir fakomatozdur ancak olguların yarısında spontan
mutasyonla oluşur. NF I olgularında arka sinir köklerinden kaynaklanan
intradural nörofibromalar veya el halteri nörofibromalar görülür.
Otozomal dominant
geçişli bir başka hastalık olan 3. kromozom anomalisine bağlı von Hippel-Lindau
sendromunda %30 oranında intramedüller hemanjioblastomalar görülür. Bu
sendromda ekstramedüller tümörlere de nadiren rastlanır.
İntradural
omurilik dışı tümörlerin başlıcaları schwannoma ve meningiomalardır. Diğer
tümörler nadir görülür. Schwannomalar (Şekil 21 ve 22),
arka kök çıkış (REZ) bölgesinde veya kök kılıfından geliştiklerinden ilk
semptomları ağrıdır. Ağrı ilgili segmentte dermatomal yayılım gösterir. Başlangıçta
paradoksal olarak istirahatte ve özellikle geceleri fazladır. Hareketle
azalır.
Spinal meningiomalar, en çok orta yaş
üzeri kadınlarda görülür. Meningiomalarda östrojen ve progesteron reseptörlerinin
bulunduğu, hamilelik, miyoma ve meme kanserleriyle büyüme gösterdiği bilinmektedir.
Radyasyon uygulanmış hastalarda ve NF II’li hastalarda da meningiomaların
sık görüldüğü bilinmektedir. Orta-ileri yaşlarda kadınlarda yavaş ilerleyen
transvers medüller sendromda ilk akla gelen meningioma olmalıdır.
Epidermoid kistler, konjenital veya
akiz olabilir. Nöral tüpün kapanması sırasında kalan ektoderm artıklarından
gelişir. Akiz olanlar ise mandren kullanılmadan yapılan lomber ponksiyonlarda
epidermis hücrelerinin inokülasyonuyla oluşabilir. Sedef renkli, keratin
ve skuamöz epitel döküntülerinden oluşan bir yapıdır. Yavaş büyürler.
Dermoid kistler, konjenitaldir.
Nöral tüpün kapanması sırasında arada kalan dermisin tüm katmanlarını,
epitel, keratin, kıl ve ter bezlerini içerier. Sıklıkla dermal sinüs ile
birliktedir ve tekrarlayan menenjitlere neden olabilir. İntramedüller yerleşim
de gösterebilir.
Nörenterik kistler, embriyonal hayatta
yolk-sac ve vitellus kesesi arasında mevcut bağlantının kapanamamasıyla,
gastrointestinal sistem ve nöral doku arasında epitel döşeli bir kanalın
kalmasıyla oluşur.
Lipoma, kauda
ekina lifleri arasında yerleşir ve çok nadir değildir. Tüm dural keseyi
doldurabilir ve kökleri içine alabilir. Gergin omurilik sendromu eşlik edebilir.
Araknoid kistler, torakal bölgede
ve omurilik arka bölümünde yer alan, yavaş progresif parapareziye neden
olabilecek BT ve MR’da BOS ile uyumlu görüntü veren lezyonlardır.
Paragangliomalar, nadir olarak
spinal intradural ekstramedüller yerleşim gösterirler.
Hemanjioblastomalar, genellikle intramedüllerdirler,
ancak %15 olguda ekstramedüller yerleşim gösterir. Tümör içi kanamalarla
klinik verebilir.
Sarkomalar ve spinal soliter fibröz tümör, mezenkimal
kökenli bir tümör olarak nadiren intradural ekstramedüller yerleşim göstererir.
Hipertrofik
nöropatiler Dejerine-Sottas
ve Charcot-Marie-Tooth hastalıklarına eşlik edebilir. İntra ve ekstradural
mesafelerde köklerde soğanımsı kitleler şeklindedir.
Metastazlar, intradural ekstramedüller
tümörlerin çok az bir bölümünü oluşturur. Glioblastoma multiforme, anaplastik
astrositoma, medulloblastoma, epandimoblastoma, pineoblastoma, koroid pleksus
papilloması, germinomalar ve kraniofaringeomalar gibi santral sinir sistemi
tümörleri tohumlanma metastazlarına yol açabilir. Ayrıca bronş kanserleri,
meme kanseri, melanoma, lenfoma ve lösemi hematojen olarak intradural ekstramedüller
aralığa yayılabilir.
KLİNİK BULGULAR
Omurilik yolaklarında basıya en hassas lifler kortikospinal traktusdur.
Bu nedenle ilk semptom olarak motor fonksiyonlarda azalma görülür. Duysal
ve otonom fonksiyonlar daha geç evrede bozulur.
Tümörün bulunduğu düzeyde radiküler duyu bozukluğunun yanısıra transvers
tutulum nedeniyle spinotalamik yollar da etkilenir.
Otonom tutulum
empotans, kabızlık ve idrar retansiyonuyla kendini gösterir.
Brown-Sequard
sendromu omurilik kanalı içinde genellikle ön yan bölümünde yerleşim gösteren
meningiomalarda sık görülür.
Şekil
21. İntradural,
ekstramedüller schwannoma T2 ağırlıklı sagital ve T1 ağırlıklı kontrastlı
aksiyal MR görünümleri (oklar)
Şekil
22. İntradural schwannomanın cerrahi mikroskop altındaki
görüntüsü. Laminektomi sonrası dura açılarak asılmış. Lomber sinir kökleri
arasında köklerden birinden kaynaklanan schwannoma ok ile işaretli olarak
gösterilmiştir.
İntramedüller
Tümörler
Tüm merkezi sinir sistemi tümörlerinin yaklaşık %10’unu oluştururlar.
En sık görüleni ependimomlardır (%55), takiben, astrositomlar (%30), hemanjioblastomlar
(%5), kavernöz malformasyonlar, metastazlar ve lipomlar daha az sıklıkta
olmak üzere başlıcalarıdır. Çocuklarda ise astrositomlar daha sık görülür.
Epandimomlar (Şekil 23);
santral kanalı çevreleyen epandim tabakasından köken alır. Genellikle servikal
ve servikotorasik bölgede sıktır. Nöral dokuya az invazyon gösterirler.
Genellikle WHO grade 2 ve 3 olarak tespit edilirler. Erkeklerde daha sıktır.
Semptomlar diğer tümörlerde olduğu gibi omurilik basısının şiddetine ve seviyesine
bağlı olmakla birlikte astrositomlara göre daha geç ortaya çıkar. Tanı, kontrastlı
MR serileri ile ortaya konur. MR’da genellikle homojen kontrastlanan, bazen
çevresel sirinks kavitesi de bulunan, nekroz ve kanama da görülebilen yapıdadır.
Nöral aks boyunca metastaz yapabildiklerinden tüm santral sinir sistemi
incelemesi gerekir.
Astrositomlar; genellikle torakal
bölgede görülür. Beyindekine göre daha az agresif yapıdadırlar. Büyük çoğunlukla
(%50) WHO grade 1’dir. Klinik diğer intramedüller tümörler ile benzerdir.
MR’da nispeten heterojen kontrast tutan, omurilikte difüz genişlemeye neden
olan görünümdedir.
Hemanjioblastomlar; genellikle serebellum
ve omurilikte yerleşim gösteren vasküler açıdan zengin tümörlerdir. Çoğunlukla
sporadik olmakla birlikte, %25’i von Hippel Lindau Hastalığı ile birlikte
görülebilir. Kısmen ya da tamamen ekstramedüller olarak da görülebilirler.
MR’da %60-70 oranında mural nodül ve bunu takip eden kistik kavite izlenir.
Çevresinde kanama alanlarına sık rastlanır. Histolojik malignite göstermezler.
Ailesel tipte olanlar semptom vermedikçe ya da büyümedikçe takip edilebilir.
Kavernöz anjiomlar; düşük kanama
yüzdesi olan iyi huylu lezyonlardır. Kanama görülse bile genellikle bunlar
küçük çaplı, zararsız düzeyde kalır. MR incelemelerinde de çeşitli evrelerde
kanama halkaları izlenir ve bu tipik bir görünüm yaratır. Büyük, sık kanayan
ve bulgu veren kavernöz anjiomlar cerrahi müdahale gerektirir.
Lipomlar; gelişimsel anormal
yağ dokusunun omurilik içindeki kalıntılarıdır. Tek tip matür adipoz doku
içerir. Malignite riski bulunmamakla birlikte çok yavaş olarak büyüyebilirler.
MR’da tipik yağ intensitesinde görünürler ve kontrastlanmazlar.
Metastazlar; organ metastazları
spinal bölgede genellikle epidural alana olur. Tüm spinal metastazların
sadece %1-3’lük kısmı intramedüllerdir. En sık küçük hücreli akciğer kanseri
yapar. Çoğunda birlikte beyin metastazı da bulunur.
Dermoid-epidermoid kistler, daha çok çocukluk
çağında görülür. Nöral tüp kapanma defekti ile migrasyon süreci bozulan
hücrelerden kaynaklanabildiği gibi lomber ponksiyonlardan sonra da görülebildiği
ifade edilmektedir. Genellikle lumbosakral bölgede izlenir. Başka nöral
tüp kapanma defektleri eşlik edebilir. Kistin yırtılmasına bağlı tekrarlayan
aseptik menenjit ataklarında akla gelmelidir.
İntradural tümörlerde primer tedavi yukarıda da bahsedildiği üzere genellikle
cerrahidir. Orta hat insizyonu sonrası tümör seviyesine uygulanan laminektomiyi
duranın açılması ve tümör dokusunun mikrocerrahi tekniklerle çıkarılması
izler.
Cerrahi sırasında omuriliğin ve sinir köklerinin durumunu değerlendirmek
için somatosensoriyel ve motor uyandırılmış potansiyeller (SEP-MEP) ve
elektromiyografi (EMG) takibi yapılır. Bu izlemler sırasında uygulanacak
anestezi de özellik taşır. Sinir-kas iletisinin korunması için kürar ve
benzeri ajanlar kullanılmaz.
Şekil
23.
İntramedüller epandimom. T1 ağırlıklı kontrastlı ve T2 ağırlıklı sagital
MR görünümü
DEJENERATİF OMURGA
HASTALIKLARI
‘Yaşlanma’ organizma
için kaçınılmaz bir süreçtir. Bu süreçten en çok etkilenen yapılardan biri
de omurgadır. Ancak omurganın dejenerasyonu
sadece ‘zaman’ değişkeni ile ilgili bir durum da değildir. Doğumsal ve
yapısal birtakım değişiklikler, çevresel etkenler, yaşam ve beslenme şekli
gibi faktörler de bu süreçte önemlidir.
Dejeneratif omurga
hastalıklarının teşhisinde de nörolojik bilimlerin temel muayene kurallarına
dikkat edilmeli ve sistematik bir muayene yapılmalıdır. Hastaların motor,
duyu ve refleks kaybı olup olmadığı not edilmeli, patolojik refleks bulunup
bulunmadığına bakılmalı, sonra bu bulgular mutlaka görüntüleme yöntemleri
ve gerekli ise nörofizyolojik tetkiklerle desteklenmelidir.
Radiksler ve
onların devamı olan periferik sinirler uzun bir yol kat eder ve yol üzerinde
gelişen tüm problemler benzer bulgular verirler. Bu nedenle; hastanın
şikayetleri, muayene bulguları ve radyolojik görüntülemenin
üst üste oturmadığı durumlarda teşhis konusunda acele edilmemeli, yardımcı
tetkikler ve konsültasyonlarla araştırma sürdürülmelidir.
Dejeneratif omurga
hastalıkları başlıca; disk hastalıkları, spinal stenozlar ve spondilolistezisler
başlıkları altında incelenebilir.
DİSK HASTALIKLARI
Herniasyon; bir
anatomik yapının bulunması gereken kompartmandan taşması/ayrılması ve başka
bir kompartmanı işgal etmesi ile oluşan klinik tablo olarak tanımlanabilir.
Disk hernisinde de durum bu tanıma uyar.
İntervertebral
disk; yapı taşı kollajen ve proteoglikan olan nükleus pulpozus ile onu çevreleyen
anulus fibrozustan oluşur. Anulusun yapısında ise fibrokartilajinöz ve fibröz
bağ dokusu bulunur. İntervertebral diskin yaklaşık olarak %80’i sudur. Yaşlanma
ile birlikte bu yapının su içeriği azalmaya başlar. Diskler hem omurganın
süspansiyonu olarak görev yaparken hem de hareketin esnekliğine katkıda
bulunur.
Anulus fibrozus
arka yan bölümlerde zayıftır. Kronik ya da akut dengesiz yükler altında
nükleus, anulusu özellikle bu bölgede zorlar ve dışa doğru taşar. İleri
olgularda anulus tamamen yırtılır, fıtıklanan disk ligamentum longitudinale
posterius'u da yırtarak epidural aralığa taşar (Şekil 24).
Disk içinde damar
yapısı yoktur. Beslenmesi difüzyon yoluyladır. Ancak disk çevresi sinir
ağından çok zengindir. Anulustaki bir zorlanma mekanik ve kimyasal olarak
buradaki ağrı ileten lifleri uyararak yerel ağrıya neden olur. Taşma nöral
dokuya erişirse omurilik ve/veya kök basısı ve buna bağlı şiddetli ağrı oluşur.
Şekil 24. Solda T2 ağırlıklı aksiyal servikal
MR görüntüsünde sol intervertebral foramende kök basısına yol açan disk
protrüzyonu; ortada torakal T2 ağırlıklı sagital MR görüntüsünde omurilik
basısına yol açan disk protrüzyonu; sağda T2 ağırlıklı lomber sagital MR
incelemesinde L5-S1 disk protrüzyonu görülüyor.
Servikal Disk
Hernisi
C1-2
aralığında intervertebral disk yoktur. Bu mesafe
dışında tüm seviyelerde görülmekle birlikte C5-6 ve C6-7
servikal disk hernisinin en sık görüldüğü mesafelerdir.
Semptomlar (Tablo 1)
Servikal
disk hernisinde boyun, omuz, kol ve ele uzanan ağrı en sık şikayettir. Bununla birlikte basının yerine ve şiddetine
bağlı olarak uyuşukluk ve güçsüzlük de görülebilir. Genelde şikayetler boyun hareketleri ile artar. Spurling testi
(boyun ekstansiyonda iken ağrıyan tarafa başın yatırılması ile ağrının
şiddetlenmesi) sıklıkla pozitiftir. Güçsüzlük, etkilenen köke bağlı olarak
ortaya çıkabileceği gibi, daha nadir olarak omuriliğin etkilenmesi nedeniyle
de gelişebilir. Yine omuriliğin etkilenmesine bağlı olarak klonus, Hoffman
ve Babinski işaretleri gibi birinci motor nöron tutulması bulguları ile
derin tendon reflekslerinde artış tespit edilebilir. Lhermitte bulgusu
da görülebilir.
Tablo 1. Servikal disk
hernisinde etkilenen köklere göre muayene bulguları (En sık kuvvetsizlik
bulunan kaslar ve azalan refleksler verilmiştir)
Disk seviyesi |
C3-4 |
C4-5 |
C5-6 |
C6-7 |
C7-T1 |
İlgili kök |
C4 |
C5 |
C6 |
C7 |
C8 |
|
|
|
|
|
|
Güç kaybı |
|
Deltoid |
Biceps |
Triceps, bilek ve parmak
ekstansörleri |
İntrensek el kasları |
Refleks kaybı |
|
Biceps |
Biceps, stiloradyal |
Triceps |
|
Teşhis
Servikal MR neredeyse altın standarttır. T2 sekansı diskin ve nöral yapıların
değerlendirilmesinde özellikle faydalıdır. MR çekilemeyen olgularda BT,
BT miyelografi ya da konvansiyonel yöntemle yapılan miyelografi kullanılabilir.
Ayırıcı tanıda EMG ve SEP/MEP tetkikleri kök ve omurilik etkilenmesinin
yerini ve şiddetini değerlendirmek için kullanılabilir.
Tedavi
Muayene ve görüntüleme bulgularına göre belirlenir. Ağrı ve belirsiz
uyuşukluk şikayetleri ile servikal MR’de hafif bası bulguları varsa istirahat,
analjezik, fizyoterapi gibi konservatif yöntemler
seçilebilir. İleri derecede sinir basısı bulguları ve bununla uyumlu servikal
MR görüntüleri mevcutsa cerrahi ilk seçenektir.
Standart cerrahi
uygulama anterior mikrodiskektomidir. Diskektomi yapılan mesafeye füzyon
için kafes (cage) ya da kısmen hareketin devamını sağlamak için disk protezi konulabilir. Çok seviyeli, dejeneratif ve kalsifiye
disklerde laminektomi ile posterior dekompresyon ve füzyon ameliyatları
da uygulanabilir.
Torakal (Dorsal)
Disk Hernisi
Göğüs kafesinin omurganın bu bölümünün hareketini kısıtlaması, fasetlerin
kısıtlı harekete izin vermesi gibi nedenlerden dolayı torakal disk hernisi
nadiren görülür (Tüm disk hernileri içinde %1’den azdır).
Semptomlar
Dorsal bölgeden çıkan köklerin spesifik bir
motor fonksiyonu olmadığından etkilenen kök dermatomunda uyuşukluk ve ağrı
ile birlikte sırt ağrıları en sık semptomdur. Özellikle santral diskler
medulla spinalis basısına bağlı olarak birinci motor nöron bulgularına ve
alt ekstremitede güçsüzlüğe neden olabilir. İdrar ve gaita inkontinansı
görülebilir.
Teşhis
Torakal spinal MR tanıda en etkili yöntemdir. BT ve BT miyelografi,
MR yapılamayan olgularda veya diskin karakteristiğini anlamak için kullanılabilir.
Tedavi
Basının ileri derecede olmadığı olgularda konservatif tedaviler ve kök
bloğu kullanılabilir. Miyelopati bulguları mevcut ise cerrahi uygulamak
gerekir. Bu bölgedeki disklerin cerrahisi diski çevreleyen anatomik yapılar
nedeni ile diğer bölgelere göre daha zorludur. Olgunun tipine göre torakotomi,
korpektomi gibi komplikasyon oranı nispeten yüksek
teknikleri de ameliyata dahil etmek gerekebilir.
Lomber Disk Hernileri
Disk hernileri en sık lomber bölgede görülür. Lomber bölgenin hem oldukça
hareketli oluşu, hem de vücut ağırlığının önemli bir bölümünü taşıması
bu durumun sebebidir. L4-5 ve L5-S1 disk
hernileri aynı sebeplerle lomber disk hernilerinin %90’ından fazlasını
oluşturur.
Aktif çalışma
yaşında olma, ağır işlerde çalışma, aşırı kilo, sigara kullanımı, uzun
boy, sedanter yaşam, skolyoz gibi omurga bozuklukları ve pozitif aile hikayesi riski yükselten faktörlerdir.
Semptomlar
Bacak ve kalça bölgesinde ağrı lomber disk hernisinde ön plandadır. Beraberinde
bel ağrısı da görülebilir. Bacağa vuran ağrı öksürme ve ıkınma ile artar.
Bacak ve uyluk fleksiyona getirildiğinde kısmen azalır. Hasta sinir gerginliğini
azaltmak için genelde ağrının olduğu tarafa doğru eğilir ve antaljik postürde
durur. Etkilenen köke ve basının derecesine bağlı olarak uyuşukluk ve güçsüzlük
de görülebilir. Derin tendon refleks kaybı izlenebilir.
Lomber disk hernilerinde bulgular genellikle ikinci motor nöron bulguları
şeklindedir. Nadiren üst seviyelerdeki lomber disk hernilerinde konus medullaris
basısına bağlı bulgular ile karşılaşılır.
Kauda ekuina ve konus medullaris basılarına bağlı gelişen klinik tabloya
idrar ve gaita inkontinansı ile her iki bacakta güçsüzlük ve eyer tarzında
his kusuru eşlik edebilir.
Nörolojik muayenede sinir germe testleri de önemli yer tutar. Düz
bacak kaldırma testinde (Laseque testi) sırt üstü yatan
hastada bacak düz halde iken yavaş yavaş kaldırılır. L5-S1
ve bazen L4-5 diskopatisinde 70 dereceye ulaşmadan bacak arkasından
bele doğru uzanan şiddetli bir ağrı oluşur. Femoral germe testinde ise
L2-3/L3-4 diskopatisi olan hastalarda yüzükoyun pozisyonda
iken bacak ekstansiyonda yukarı kaldırıldığında ya da diz fleksiyona getirildiğinde
ağrı oluşur.
Tablo 2. Lomber disk
hernisinde etkilenen köke göre bulgular (En sık saptanan bulgular verilmiştir)
Disk Seviyesi |
L5-S1 |
L4-5 |
L3-4 |
İlgili kök |
S1(L5)* |
L5 (L4) * |
L4 (L3) * |
Motor |
Ayak plantar fleksiyonu |
Baş parmak dorsifleksiyonu |
Ayak bileği dorsifleksiyonu-bacağın
dizden ekstansiyonu |
Refleks kaybı |
Aşil |
Aşil (nadiren) |
Patella |
Duyu |
Ayak dış yan |
Ayak üstü-başparmak |
Bacak ve ayak iç yan |
Sinir germe |
Laseque |
Laseque |
Femoral germe |
*Fıtıklanan disk materyali
aynı düzeydeki foramenin içine uzanır ve orada kök basısı oluşturursa parantez
içinde belirtilen kök tutulur ve bu kökle ilgili bulgular ortaya çıkar
(Bakınız: Spinal Sinir Kökleri ve
Hastalıkları)
Teşhis
Lomber disk hernilerinin teşhisinde de MR ilk sırada kullanılacak yöntemdir.
BT ve direkt grafiler kemik patolojileri değerlendirmede yardımcıdır. EMG
sinir kökü tutulmasının varlığı, zamanı ve ağırlığı hakkında yol göstericidir.
Diskografi gibi yöntemler dejeneratif disk hastalığının teşhisinde ve
beraberinde yapılacak nükleoplasti gibi minimal invaziv işlemler için nadiren
kullanılabilir.
Diskitis ya da spondilitis ön tanısında hemogram, biyokimya, sedimentasyon
hızı gibi tetkikler de değerlendirmeye alınmalıdır.
Tedavi
Lomber disk hernisi nedeni ile başvuran hastalar genellikle konservatif
tedavi yöntemlerinden (istirahat, analjezik/miyorelaksan, fizyoterapi gibi) fayda görür ve %15’inden azı cerrahi
tedaviye gereksinim duyar.
Sadece radiküler ağrısı olan, his kusuru ve güç kaybı bulunmayan, diğer
tedavi yöntemlerinden fayda görmemiş hastalarda selektif anterior epidural
enjeksiyon da uygulanabilir.
İlerleyici nörolojik defisiti bulunan (özellikle de motor kuvvetsizliği
olan) hastalarda, disk basısına bağlı gelişen idrar ve gaita inkontinansı
olanlarda cerrahi ilk seçenektir ve zaman kaybetmeden uygulanmalıdır. Konus
medullaris ve kauda ekuina sendromuna yol açmış
lomber disk hernileri ise nörolojik aciller içinde kabul edilir ve hemen
opere edilmelidir.
Lomber disk hernisi ameliyatı genellikle posterior orta hattan yapılan
küçük bir insizyonla, cerrahi mikroskop ya da endoskop yardımı ile gerçekleştirilir.
SPİNAL STENOZLAR
Spinal kanalın
normalden dar olması ya da sonradan diskler, ligamentler ve diğer yumuşak
dokuların dejeneratif değişiklikleri sonucunda daralması ile ortaya çıkan
klinik durum olarak tanımlanabilir.
Servikal ve torakal bölgede omuriliğin, lomber bölgede ise konus medullaris,
kauda ekuina ve sinir köklerinin içinden geçtiği spinal kanal dejenere olan disk seviyelerindeki taşma, fasetlerin
ve ligamantum flavumun hipertofisi gibi nedenlerle daralabilir. Bu daralma
kanalın içinden geçen nöral yapıların sıkışmasına ve beslenmesinin bozulmasına
yol açar.
Dejeneratif sürecin etkileri sadece spinal kanalda görülmez. Köklerin
çıktığı nöral foramenler de bu süreçten etkilenir. Bu sebeple klinik tablo
hem spinal hem de foraminal stenozun etkileri ile oluşur.
Hastalar genellikle
ileri yaştadır. Dejenerasyonu kolaylaştırıcı faktörler (doğumsal omurga
hastalıkları, obezite, ağır çalışma koşulları vb.) sıklıkla anamnezde yer
alır.
Semptomlar
Lomber bölgedeki spinal ve foraminal stenozlarda şikayetler
tipik olarak ayakta kalma ve yürüme ile artarken, oturma ya da uzanma ile
azalır. Ciddi bir stenozda yürüme mesafesi 100 m’nin altındadır. Anamnezde
bahsedilen bu tablo ‘nörojenik klodikasyon’ olarak tanımlanır. Şikayetler nadiren akut başlangıçlıdır. Ağrı ile birlikte
genellikle uyuşukluk da bulunur. Motor kayıp ve mesane disfonksiyonu ise
nadirdir.
Servikal ve torakal stenozda ise 1. motor nöron bulguları ön plana çıkar.
Bunlardan servikal spondilotik miyelopati amiyotrofik lateral skleroz
gibi farklı mekanizmalarla gelişen nörolojik hastalıkların ayırıcı tanısına
da girdiğinden özellikle ele alınması gereken bir tablodur.
Servikal
spondilotik miyelopatinin klinik belirti ve bulguları, boyunda ağrı ve hareket
kısıtlılığı, üst ekstremitelerde ağrı ve uyuşmalar, alt ekstremitelerde
spastisite, kuvvet kaybı ve bazen ataksi şeklinde özetlenebilir. Genellikle
unilateral ya da belirgin derecede asimetrik olan bu yakınmalar boyundan omuza,
skapula medialine ve kola vuran ağrılar şeklindedir. Hasta basıya uğrayan
radiksin (en sık olarak C5, C6 veya C7) dermatomunda
parestezilerden yakınır. Bu paresteziler özellikle el parmaklarında belirgindir.
Nörolojik muayenede hasara uğrayan sinir kökü veya köklerine uygun dermatomlarda
duyu kusuru, bu radikslerin taşıdığı reflekslerin azalması veya kaybı ile
ileri durumlarda uygun miyotomlarda kas kuvvetsizliği ve atrofisi gözlenir.
Servikal spondilotik miyelopatide omurilik hasarı genellikle asimetrik bir
paraparezi şeklinde kendini gösterir ve lezyonun yerleşimi ile şiddetine
bağlı olarak bir kuadripareziye doğru ilerleyebilir. Alt ekstremitelerde
artmış tendon refleksleri ve ekstansör taban derisi refleksi bulunur. İlerlemiş
olgularda bacaklarda spastisite gelişir. Duysal belirti ve bulgular ayaklardaki
uyuşma ve karıncalanmalar ile vibrasyon ve pozisyon duyusunda belirgin olan
azalmadır. Bazı olgularda Lhermitte belirtisi görülebilir. Hastalık
ağırlaştıkça spastisite ve kuvvetsizlik nedeni ile yürüme ileri derecede
bozulur ve sfinkter kusurları eklenir.
Teşhis
Teşhiste; MR ve BT hem spinal kanalın çapını, hem de nöral ve paraspinal
yapıları değerlendirmek için kullanılır. Spinal stenozda spinal kanal çapı
10 mm’nin, nöral foramenlerin çap ve uzunluğu da 2-3 mm’nin altındadır.
Direkt grafiler spondilolistezisin eşlik ettiği olguları değerlendirmede
faydalıdır.
Lomber spinal stenozun ayırıcı tanısında alt ekstremite vasküler yetmezliği,
lomber disk hernisi, spinal tümörler ve duysal bulguları baskın polinöropatiler
gibi hastalıklar sayılabilir.
Vasküler kaynaklı klodikasyonlarda yürüme ile ortaya çıkan tek
ya da iki yanlı baldır ağrısı söz konusudur, radiküler tipte ağrı ve parestezilerin
olmayışı ayırd ettirici karakterde olabilir. İlgili alt ekstremite soğuk,
arteriyel nabızlar ise zayıftır. Doppler USG bulguları vasküler bozukluğu
tespit etmede yardımcıdır. Lomber spinal kanal darlıklarında görülen spinal
klodikasyonlarda hastanın öyküsünde akut başlangıçlı radikülopati epizodları
bulunabilir. Ayakta durma ve yürümeyle ortaya çıkan bir veya birkaç radiks
dağılımında ağrı ve paresteziler yürümeyi sürdürdükçe artar ve oturunca
geçer, yakınmalar yokuş inme gibi lomber lordozu arttıran durumlarda artar.
Sinir germe testleri pozitif olabilir. Duysal nöropatilerde klodikasyon
yoktur, ağrı ve paresteziler istirahatte de devam eder, hatta artar.
Servikal
spondilotik miyelopatideki belli başlı tanı güçlüklerinden birisi, spondiloza
bağlı çeşitli ağırlıktaki radyolojik değişikliklerin genel popülasyonda
çok sık görülmesidir (50 yaşın üzerindeki kişilerde %80). Bu nedenle, spondiloza
bağlı sinir dokusu hasarının varlığına karar verirken, hastada gerçekten
nörolojik tutulmayı yansıtan belirti ve bulguların var olduğu görülmeli
ve bu bulguların radyolojik yöntemlerle gösterilen spondilotik değişikliklerin
ağırlık ve lokalizasyonu ile açıklanabildiği konusunda yeterli kanaate sahip
olunmalıdır.
Servikal
spondilotik miyelopatinin ayırıcı tanısında dikkate alınması gereken en
önemli hastalıklardan birisi de amiyotrofik lateral sklerozdur (ALS,
Bakınız: Motor Nöron Hastalıkları).
Bu hastalıkta sıklıkla üst ekstremitelerde asimetrik zaaf ve atrofi, altta
piramidal bulgular olması ayırıcı tanı sorunu yaratır. Servikal spondilotik
miyelopatinin duysal belirti ve bulgularının olması tanıya yardımcı olur.
Ancak, bazı ALS olgularında az veya çok spondilotik radyolojik değişikliklerin
görülmesi ciddi bir güçlük nedenidir. EMG’de yaygın spinal önboynuz hastalığının
gösterilmesi ALS tanısı için en önemli laboratuvar bulgusudur. Servikal spondiloz
ve disk hastalığı ile karıştırılan ve sık rastlanan bir başka hastalık ta
karpal tünel sendromudur. Tek ya da iki yanlı belirti verebilen bu
sendromda ellerde uyuşma ve kol ağrıları olması tanı güçlüğü yaratabilir.
Gereğinde EMG ile ayırıcı tanı sağlanır.
Servikal
spondilotik miyelopati düşünülen bir hastada olanak varsa incelemeye MR
ile başlamak iyi bir seçimdir (Şekil 25 ve
26). Spinal BT ile osteofit oluşumları ve disk protrüzyonları
iyi bir şekilde görüntülenir. MR incelemesi bazen parenkim içindeki patolojik
sinyal değişikliklerini gösterebilir. Parenkim içinde T2 ağırlıklı kesitlerde
hiperintens, T1 ağırlıklı kesitlerde izo- ve bazen hipointens sinyal değişikliklerinin
görülmesi spondilotik miyelopati tanısını çok kuvvetlendirir. Ancak bu değişikliklerin
görülmemesi tanıyı reddettirmez.
EMG
servikal sinir kökü tutulmaları ile miyelopati sonucu gelişen spinal önboynuz
hasarının dağılımı, ağırlığı ve zamanı hakkında bilgi verir. Somatosensoriyel
uyandırılmış potansiyel incelemeleri (SEP) arka kordon hasarının gösterilmesi
ve takibinde kullanılabilir. Motor uyandırılmış potansiyel incelemeleri
(MEP) inen motor yollardaki iletim kusurunu servikal medulla spinalisin bir
bölgesine lokalize ederek MR incelemesinde görülen bulguların klinik tablodan
gerçekten sorumlu olup olmadığı konusunda karar verilmesine yardımcı olabilir
(Bakınız: Uyandırılmış Potansiyeller)
Şekil
25. T2
ağırlıklı sagital kesitte özellikle C4-5 ve C5-6
düzeylerinde (ilkinde baskın) omuriliğin geriye protrüzyon yapan dejenere
diskler ve bunlara eşlik eden osteofitler tarafından sıkıştırıldığı görülmektedir.
Omurilik parenkimi içinde hiperintens sinyal değişikliği dikkati çekmektedir.
Şekil 26. Şekil 25’deki
olgunun transversal T2 ağırlıklı MR kesitinde omuriliğin ön-arka çapında
belirgin derecede basıldığı ve içinde hiperintens sinyal değişikliğinin
geliştiği izlenmektedir.
Tedavi
Hafif olgularda analjezik/antiinflamatuar ajanlar ve istirahat kullanılabilir.
Epidural enjeksiyonlar ve fizyoterapi yöntemleri
uygulanabilir.
Cerrahi; ileri stenozda, günlük aktivitelerini yerine getirmekte zorlanan
ve diğer tedavi yöntemlerine cevap vermeyen olgularda önerilir. Ciddi stenozlarda
spinal kanal çapı 1 cm’den azdır. Bu hastalarda genellikle 100 m’nin altında
yürüyüşle nörojenik klodikasyon semptomları
başlamaktadır.
Ameliyatta çeşitli şekillerde laminektomi uygulamaları ve hipertrofik
fasetlerin-ligamanların eksizyonu yapılarak nöral yapılar rahatlatılır (Şekil
27). Eşlik eden listezis varsa ya da cerrahi ile iyatrojenik listezis
oluşması söz konusu ise stabilitenin korunması amacı ile rod ve vidalar ile
segmental enstrumantasyon ve füzyon da ameliyata dahil
edilir.
Şekil 27. Servikal laminektomi
ameliyatını resmeden çizimde ortada spinöz çıkıntı ve her iki yanda laminalar
alınarak omurilik rahatlatılmıştır. Lamina ve spinöz çıkıntının bütün olarak
çıkarılması ve rekonstrükte edilerek yeniden yerine konulması işlemine
‘laminoplasti’ denir.
SPONDİLOLİSTEZİS
Bir vertebranın
diğeri üzerinde öne ya da arkaya kaymasıdır.
Spondilolistezisler;
1- Konjenital
2- İstmik
3- Dejeneratif
4- Travmatik
5- Patolojik
6- İyatrojenik olmak
üzere altı tiptir.
Konjenital tip
genellikle L5-S1 mesafesinde görülür. Genç yaşta
bulgu vermeye başlar. İstmik tip de genellikle aynı mesafede görülür. Pars
interartikülarisin istmusundaki defektten kaynaklanır. Tekrarlayan travmalar ve ağır kaldırmanın etkili olduğu düşünülmektedir.
Dejeneratif tip, faset ve disk dejenerasyonu
ile oluşur. Spinal stenoz da genellikle bu tipe eşlik eder. Travmatik tip
ciddi omurga travmaları sonrası görülür. Patolojik
tip her seviyeyi tutar. Osteoporoz, Paget hastalığı gibi kemik hastalıkları
ile birlikte görülmektedir. İyatrojenik tip ise bilateral fasetektomi yapılmış
olgularda cerrahi sonrası ortaya çıkar.
Semptomlar hem
kök basısı hem de spinal stenoz bulgularını içerir. Hareketle artan mekanik
bel ağrısı en önemli şikayetlerden biridir. Şikayetler uzanınca geçer. Ayakta kalma süresi ile
orantılı olarak artar.
Teşhis
Teşhis direkt grafi ile kolayca konur. Fonksiyonel (lateral fleksiyon-
ekstansiyon grafisi) lateral grafi ile kaymanın derecesi değerlendirirlir.
Patolojinin detaylarını görmek ve nöral yapıların ne derecede bası altında
kaldığını değerlendirmek için MR seçilecek yöntemdir.
Fonksiyonel grafide 4 mm’nin üzerinde kayma ya da 10 derecenin üzerinde
açılanma instabiliteyi işaret eder. Açılanma; sakrum arka kenarından geçen
hat ile L5 vertebranın üst endplate’inden geçen hat arasındaki
açı ölçülerek hesaplanır.
BT, MR, ya da oblik grafide pars interartikülaris kırığı tespit edilebilir
(Şekil 28).
Lateral grafide
ya da sagital MR ve BT kesitlerinde kayma derecelendirilir.
1. Derece: %0-25
2. Derece: %25-50
3. Derece: %50-75
4. Derece: %75-100
5. Derece: spondilopitoz,
%100 kayma
Şekil 28. L5-S1 spondilolistezis.
A: Direkt grafi, B, C: Sagital MR kesitleri (C’de L5-S1
intervertebral foramenindeki daralmaya dikkat ediniz), D, E: BT sagital rekonstrüksiyon kesitleri. E’de pars interartikülaris
defekti işaretlenmiş (ok).
Tedavi
Birinci derece
kaymalarda, yatak istirahati, analjezikler ve fizyoterapi
uygulanabilir. Faset enjeksiyonları bel ağrısının
azalmasına yardımcı olur. Ağır kaldırma yasaklanır, kilo verme şikayetlerin gerilemesinde yardımcı olur. İki haftayı
geçmeyen sürelerde korse kullanımı önerilebilir. Fizyoterapi ve bel kaslarının
kuvvetlenmesine yardımcı egzersizler faydalıdır.
Konservatif tedaviye yanıt alınamayan ya da daha ileri derecede listezisi
olan vakalarda cerrahi seçenek değerlendirilmelidir.
Cerrahide nöral yapıların dekompresyonu ile stabilizasyonun
sağlanması için (pedikül vidası ve rodlar ile) posterior segmental enstrümantasyon
ve (kemik greftler ile) füzyon uygulanır
OMURİLİĞİN
DAMAR HASTALIKLARI
OMURİLİĞİN
KAN DOLAŞIMI
Omuriliği
besleyen arterler aort ile subklavya ve internal ilyak arterlerlerin dallarından
çıkan segmental damarlardan kaynaklanır. Subklavyanın omuriliği besleyen
en önemli dalı vertebral arterlerdir. Bu arterlerden kaynaklanan segmental
arterler anterior median ve posterior lateral spinal arterlerin rostral
başlangıcını oluşturarak servikal medulla spinalisin beslenmesini sağlarlar.
Dorsal ve lomber omurilik aort ve internal ilyak arterlerden kaynaklanan
segmental arterlerle beslenir. Sakral omuriliği lateral sakral arterlerin
segmental dalları besler.
Bir
segmental arter önce anterior ve posterior ramuslara ayrılır. Posterior
ramus bir spinal arter verir. Spinal arter intervertebral foramenden girer,
durayı delerek anterior ve posterior radiküler dalları ile spinal ganglionu
ve sinir köklerini besler. Anterior radiküler arterlerin birçoğu küçüktür
ve omuriliğe kadar ulaşmaz. Ancak bunlardan 4-10 tanesi geniştir ve medulla
spinalisin kanlanmasını sağlar. Bunlardan arteria radicularis magna
(Adamkiewicz arteri) genellikle omuriliğin alt 2/3 ünün kanlanmasını sağlar.
Ancak, radikülomedüller arterlerin sulama alanları çok değişkendir ve bunlardan
birinin tıkanması halinde ne genişlikte bir omurilik alanında infarkt gelişeceği
önceden kestirilemez (Şekil 29).
Şekil 29.
Omuriliğin arterleri. Kesitin sağ yanında posterior spinal arter tarafından
beslenen bölge turuncu renkte işaretlenmiştir. Kesitin daha önde kalan
büyük bölümü anterior spinal arter tarafından beslenir.
Şekil 30.
Omuriliğin
venleri
Anterior
spinal arter, anterior sulkus içinde tüm omurilik boyunca uzanır. Bu arterin
derin penetran dalları spinal önboynuzları ve arka boynuzların ventral kesimlerini
sular. Beyaz maddenin öndeki üçte ikisi anterior spinal arter tarafından
doğrudan ya da oluşumuna katkı yaptığı pial anastomotik damar ağı (vazokorona
arterleri) tarafından beslenir. Böylece, pratik olarak medulla spinalisin
ön 2/3 lük kısmı anterior spinal arterden kan alır. Arka 1/3’ü ise iki adet
posterior spinal arterin penetran dalları ya da anastomotik pial damar ağı
tarafından kanlandırılır. Medulla spinalisin içinde anterior ve posterior
spinal arterlerin penetran dalları ile bu yapıyı çevreleyen anastomotik
damar ağı dallarının kanlandırdığı bölgeler arasında “watershed” alanları
vardır. Kollateral dolaşımın değişkenliği dolayısıyla omuriliğin bütün bölgeleri
dolaşım açısından yeterince korunmalı değildir. Bu nedenle şiddetli bir genel
dolaşım yetersizliğinde kollateral dolaşımın yeterli olmadığı bölgelerde
(sıklıkla orta-üst dorsal bölge) iskemik nekroz gelişebilir.
Anterior
ve posterior medülller venler, radiküler venlere dökülerek medulla spinalisin
venöz kanını boşaltır. İnternal vertebral venöz pleksus ekstradural aralıkta
yer alır (Şekil 30). Omuriliği drene eden ince duvarlı valfsiz venlerden
oluşmuştur. Eksternal venöz pleksus ise vertebral kolonu çevreler ve internal
vertebral venöz pleksusla yoğun bağlantı içindedir. Bu venöz pleksus sistemi
(Batson pleksusu) pelvik venlerle ve beynin kan dönüşünü sağlayan
venöz sinüslerle bağlantı içinde olduğundan intrapelvik tümörlerin omuriliğe
ve (akciğerlere uğramadan) beyne metastaz yapmasından sorumlu tutulmuştur.
OMURİLİĞİN
İSKEMİK HASTALIKLARI
Damar
hastalıkları beyindekinin tersine omurilikte nadir olarak görülür. Omurilik
infarktları, tüm inmelerin %1-2’sini, tüm akut miyelopatilerin %5-8’ini
oluşturur. Spinal arterlerin aterosklerozu nadirdir ve emboliler ender olarak
bu damarları tıkar. Spinal iskemik bir lezyon daha sık olarak, ekstravertebral
damarların omuriliğe sundukları kanın azalması sonucunda ortaya çıkar (Tablo
3).
Aortun
spontan diseksiyon veya rüptürü, travması, aorttan çıkan damarların aterosklerotik
ya da embolik nedenlerle tıkanması, aortun 30 dakikadan uzun süre klampe
edildiği ve özellikle torakal bölümüne yönelik olan cerrahi girişimler bu
nedenler arasında sayılabilir. İleri sistemik hipotansiyonla seyreden kalp
durması veya ağır kanama gibi klinik durumlarda omuriliğin kanlanmasının
emniyet altında olmadığı watershed bölgelerinde (özellikle alt dorsal
bölge) infarktlar oluşabilir. Vertebral anjiografi ve aortografiye bağlı
iskemik miyelopatiler bildirilmiştir. Aorttaki aterom plaklarından kaynaklanan
sistemik kolesterol embolileri miyelopatiye neden olabilir. Fibrokartilaj
embolileri omurgayı etkileyen travmalarda intervertebral disk nükleus
pulpozusunun vertebra korpusunun içine fıtıklanması ve buradan venöz dolaşıma
geçerek radiküler venlere ulaşması sonucunda akut bir transvers miyelopatiye
neden olurlar. Dekompresyon hastalığında (caisson hastalığı) epidural
venlerde serbest hale geçen azot gazı kabarcıkları omuriliğin venöz dolaşımını
bozarak iskemik-hemorajik bir miyelopatiye neden olur. Poliarteritis nodoza
gibi vaskülitlerde ve sistemik lupus eritematozusta iskemik bir miyelopati
ortaya çıkabilir. Spinal meninkslerin etkilendiği kronik menenjitlerde de
iskemik miyelopati gelişebilir.
Tablo
3.
Omurilikte infarkt oluşturan nedenler (Kaynak 11’den)
Girişimlere
bağlı
Aort
cerrahisi
Vertebral
anjiografi
Ekstrakorporeal
membran oksijenasyonu (ECMO)
İntraaortik
balon karşı pulsasyonu
Renal
arter embolizasyonu
Embolik
Kardioembolizm (örneğin, atriyal fibrilasyon, endokardit, paradoksal)
Fibrokartilaj
embolisi
Dekompresyon
hastalığı
Aort
ateroembolizmi
Diseksiyon
Aort
Vertebral
arter
Subklavya
Vaskülit
Sifiliz
Varicella-zoster
virüs
Sistemik
vaskülit (örneğin, poliarteritis nodoza)
Primer
MSS vasküliti
Aterosklerotik
Segmental
arterin aterosklerotik oklüzyonu veya plak rüptürü
Sistemik
hipotansiyon
Kalp
durması
Vasküler
malformasyon
Spinal
dural arteriovenöz fistül
Spinal
arteriovenöz malformasyon
Hiperkoagülabilite
durumları
Malign
hastalık
Disemine
intravasküler koagülasyon
Orak
hücre anemisi
Antifosfolipid
antikor sendromu
Homosisteinemi
Omuriliğin
infarktları genellikle anterior spinal arter alanında gelişir. Lezyon düzeyinin
altında akut olarak orta çıkan felç, ağrı ve ısı duyusu kaybı ve sfinkter
kusuru olur. Arka kordon duyusu genellikle kurtulur. Olguların üçte biri
kadarında bulgular tek yanlıdır. Sıklıkla sırt veya ensede ağrı ile başlar
ve felcin yerleşimi miyelitlere oranla daha hızlıdır. Cerrahi girişime bağlı
olanların yarısında bulgular operasyon sırasında gelişir, diğerlerinde 24-48
saatlik bir gecikme ile ortaya çıkar. Bu ikinci durum endovasküler girişime
bağlı olanlarda daha sıktır. Genellikle başlangıçta bir spinal şok dönemi
olur. Posterior spinal arterlerin alanında infarktlar seyrek görülür. Travma
veya vertebral arter diseksiyonuna bağlı olarak geliştikleri bildirilmiştir.
Omurilik iskemisi oluşma riski bulunan cerrahi girişimler sırasında intraoperatif
duysal ve motor uyandırılmış potansiyel incelemeleri ile omurilik işlevlerinin
takip edilmesi infarkt oluşumundan sakınmakta yararlı olur.
Spinal
infarktlar, MR incelemesinde lezyonun yerleşmesinden saatler ya da 1-2 gün
sonra T2 ağırlıklı kesitlerde hiperintens odaklar ve sitotoksik ödeme bağlı
ılımlı omurilik şişmesi şeklinde izlenebilir. Hiperakut dönemde difüzyon
ağırlıklı incelemeyle iskemi gösterilebilirse de, omuriliğin küçük çapı ve
diğer teknik nedenlerle kesitler artefaktlı, inceleme duyarlılığı düşük olabilir.
Lezyon kronikleştiğinde T1 ağırlıklı kesitlerde hipointens miyelomalazik
bir lezyon veya omurilik atrofisi şeklinde görülebilir.
Omurilik
infarktlarında tedavi amacıyla sistemik arteriyel tansiyonun olabildiğince
yüksek tutulması amaçlanır. Bazı merkezlerde BOS basıncının kan dolaşımına
engel teşkil etmesini önlemek amacıyla bir lomber kateter yoluyla BOS drenajı
yapılması denenmektedir. Antikoagülasyon ve kortikosteroidlerin bilinen
yararı yoktur. Vaskülit veya meningeal enfeksiyonların seyrinde gelişen iskemik
miyelopatilerin tedavisinde asıl hastalığa yönelik tedavi uygulanır.
İlk
günlerde genel bakım, yatak ve mesane bakımı, daha sonra paraplejik hastaya
yönelik fizyoterapi çalışmalarından oluşur. Bazı hastalarda motor fonksiyonlar
ve mesane fonksiyonu, yıllar sonra bile, önemli ölçüde geri dönebilir. Dekompresyon
hastalığında hastanın acil olarak hiperbarik oksijen tedavisine alınması
kalıcı ağır nörolojik defisit gelişmesini engeller.
OMURİLİĞİN
DAMAR MALFORMASYONLARI
Omurilik
içine kanama (hematomiyeli) beyin kanamalarına oranla çok daha nadirdir.
Hematomiyeli nedenleri arasında spinal travmalar, vasküler malformasyonlar
ve antikoagülan kullanımı gibi kanama eğiliminin arttığı durumlar sayılabilir.
Damardan zengin tümörlerin kanaması da benzer bir etki oluşturabilir. Bunlarda
akut yerleşen bir parapleji ve seviye gösteren duyu kusuru söz konusudur.
Tanı MR incelemesinde kanamanın ve bazen de buna yol açan lezyona ait bulguların
gösterilmesi ile konur. BOS kanlı ve santrifüjden sonra ksantokromik olabilir,
ancak bu hastalarda LP incelemesine nadiren baş vurulur.
Subdural
ve epidural hematomlar da benzer nedenlerle
ortaya çıkar ve hemen hemen aynı klinik belirtileri verir. Bunlar hızlı
gelişen bir kompresif miyelopatiye yol açtıklarından derhal uygun görüntüleme
yöntemleri ile lokalize edilmeleri ve cerrahi olarak boşaltılmaları gerekir.
Şekil 31.
Dorsal akut epidural hematoma (oklar) ait T2 ağırlıklı aksiyal ve sagital
MR kesitleri
Omurilik
ve spinal meninkslerin vasküler malformasyonları dural arteriovenöz fistüller
ve arteriovenöz malformasyonlar olarak ikiye ayrılır. Arteriovenöz
malformasyonlar da intramedüller malformasyonlar ve intradural
perimedüller malformasyonlar olarak iki grupta ele alınır.
Dural
arteriovenöz fistüller (AVF)
Nadir olmakla birlikte tüm spinal vasküler malformasyonların %60-80’ini
oluştururlar. Radikülomedüller arter ve venler arasında, arada kapiler yatak
bulunmaksızın oluşan fistüllerdir. Fistül yeri genellikle intervertebral
foramen düzeyinde sinir kök kılıfı üzerindedir. Venöz sistemde fistülün
neden olduğu basınç artışı doku iskemisine yol açar. Oluşan lezyon omuriliğin
genellikle konus medullaris düzeyinde başlayıp ilerler. Buna uygun şekilde,
klinik tablo omuriliğin alt ucuna ait semptomların yukarıya doğru, başlangıçta
tek, sonra iki yanlı yavaş bir progresyonla veya adımlar halinde ilerlemesi
şeklindedir. Hastalar genellikle orta ileri yaşlarda (daha çok 60’lı yaşlar)
ve erkektir. Bacaklara vuran tek ya da iki yanlı radiküler ağrılar, perianal
ağrı ve duyu kusuru, giderek asimetrik ya da simetrik paraparezi ve seviye
veren duyu kusuru ortaya çıkar. Tutulan düzeylerde uzun traktus ve spinal
önboynuz tutulması ortaya çıktığından üst ve alt motor nöron bulguları birlikte
olabilir. Sfinkter ve cinsel işlev kusurları biraz gecikerek tabloya katılır.
Klinik tablo venöz basıncı arttıran egzersiz, ayakta durma veya Valsalva
manevrası ile ani artış gösterebilir. IV metilprednizolon uygulamasının önemli
orandaki hastanın semptomlarında (steroid kesilmesi ile düzelmeyen) kötüleşmeye
yol açtığına dair gözlemler vardır.
Bu klinik
tablo lumbosakral radikülopatiler, polinöropatiler, diğer nedenlere bağlı
miyelopatiler ve hatta diğer nöromüsküler hastalıklarla karıştırılabilir,
bu nedenle hastaların tanısında ortalama 1-3 yıllık gecikmeler olur. Bu
tanı gecikmesi döneminde hasta genellikle önemli derecede progresyon gösterir.
MR incelemesinde
omurilik lezyonu genellikle 3-7 vertebra seviyesi yüksekliğinden fazla yayılım
gösterir, T1 ağırlıklı kesitlerde hipointens, T2 ağırlıklı kesitlerde hiperintens
görünümdedir ve omurilik venöz konjesyona bağlı ödemlidir (eskimiş olgularda
atrofik görünümde de olabilir). Çevresinde deoksihemoglobine bağlı ince bir
hipointensite olabilir. Omuriliğin etrafında genişlemiş kıvrımlı venlere
ait görünüm oldukça tanı koydurucudur (Şekil 32). Kateter anjiografisi
tanıda altın standardı oluşturur, bu yöntemle hem fistülün yapısı ve lokalizasyonu
gösterilir hem de olgu intravasküler müdahale için uygunsa tedavi gerçekleştirilir
(Şekil 33). Kateter anjiografisinden önce yapılacak konrastlı MR anjiografisi
fistülün yerini saptamakta, böylece hastanın alacağı kontrast ve radyasyon
dozu ile inceleme zamanını azaltmakta yardımcı olabilir. Fistülün uygun şekilde
kapatılması ile hastaların hemen hepsinde progresyonun durdurulması ya da
iyileşme sağlanabilir.
Şekil 32. Dural arteriovenöz
fistül. Solda: T2 ağırlıklı sagital MR kesitinde hafif şiş lumbosakral
omuriliğin içinde hiperintens sinyal değişikliği ve arkada genişlemiş venler
izleniyor (ok). Sağda: Dokuz ay sonraki MR’de iki mesafede vertebra arka
elemanlarının operasyona bağlı kaybı görülüyor. Genişlemiş venler kaybolmuş
ancak omurilik içi sinyal değişiklikleri sürüyor.
Şekil 33.
Dural arteriovenöz fistül olgusunun spinal anjiogramında, A: S2
seviyesindeki fistül sol internal iliyak arter dalları, sakral arterlerden
besleniyor ve tek bir asandan venle anterior spinal vene, ardından dorsal
bölge boyunca koronal venöz pleksusa ulaşıyor. B: 0,20ml Histoacryl + Lipiodol karışımıyla embolize
edildikten sonraki görünüm (Dr. Reha Tolun koleksiyonundan).
Spinal
arteriovenöz malformasyonlar (AVM)
Nörolojik belirtilerin daha genç yaşlarda (genellikle 30’lu yaşlar) ortaya
çıktığı arteriovenöz malformasyonlar akut kanayıcı bir miyelopatiye ya
da spinal subaraknoid kanamaya neden olurlar. Tüm spinal malformasyonların
%15’ini oluşturmakla birlikte travma dışı hematomiyelilerin yaklaşık yarısına
neden olurlar. İntradural arteriovenöz malformasyonlarda basamaklı şekilde
ilerleyen semptomlar görülebilir. Olguların yarısı kadarında AVM dorsal
bölgededir. Hastalar ya kanamaya bağlı akut bir miyelopatiye ait semptomlar
ve sırt ağrısı ile ya da bası, venöz basınç artışı, venöz tromboz ve kan
çalma mekanizmalarına bağlı yavaş gelişen bir miyelopati ile gelir. Spinal
MR hemen daima anormaldir ve omurilik içine kanama, genişlemiş damarlardaki
akıma bağlı sinyal kaybı görünümleri ve omurilik ödeminin birkaçından oluşan
karışık bulguları vardır (Şekil 34). Tanıda altın standard olan konvansiyonel
anjiografi ile AVM’in tüm yapısı gösterilir ve tedavi planlanır.
Şekil
34.
Servikal
intradural AVM. A: T2 ağırlıklı sagital, B: T2 ağırlıklı transversal MR
görüntüsü, C: Aynı olgunun dijital substraksiyon anjiografisinde AVM’nin
doluşu izleniyor (oklar). A’da omurilik içindeki geniş bir alanda intensite
artışına dikkat ediniz.
Tedavi
Gerek AVM, gerek AVF'lerde tedavi köken aldıkları besleyici damarların
arteria radicularis magna ve anterior spinal arter ile ilintisine
bağlıdır. Endovasküler embolizasyon, cerrahi ve kombinasyonlarıyla tedavi
edilirler. AVM’lerde tedavi başarısı AVF’lere oranla daha düşüktür. Yine de
parsiyel olarak tedavi edilmeleri bile kanama oranlarını düşürebilir. Bu
hastaların tedavisi bazen stereotaksik radyocerrahi’nin de eklendiği çok
disiplinli bir yaklaşımla ele alınır.
MİYELİTLER
(Ayrıca bakınız: Sinir Sistemi İnfeksiyonları, Merkez Sinir Sisteminin Miyelin Hastalıkları)
Geçen yüzyılda
omuriliğin hemen tüm hastalıkları “miyelit” adı altında değerlendirilmekteydi
(“travmatik miyelit”, “kompresyona bağlı miyelit” gibi). Nöropatoloji alanındaki
bilgilerin gelişmesi ile miyelit adı sadece iltihabi nitelikteki omurilik
hastalıkları için kullanılır hale geldi. Tablo 4’de omurilik ve
çevre dokularının başlıca iltihabi hastalıkları görülmektedir.
Tablo 4. Omuriliğin
iltihabi hastalıkları (Kaynak 18’den)
I. Viral miyelitler
A. Enterovirüsler (Grup A ve B Coxsackie virüsleri,
poliomiyelit, ve diğer)
B. Herpes zoster virüsü
C. AIDS miyeliti
D. Epstein-Barr virüsü (EBV), sitomegalovirüs (CMV),
Herpes simpleks virüsü
E. Kuduz
F. Arbovirüsler-Flavivirüsler (Japon, Batı Nil, vb)
G. HTLV-I (İnsan T-hücresi lenfotrofik virüsü tip
I;Tropikal spastik paraparezi)
II. Meninkslerin ve omuriliğin bakteriyel,
fungal, parazitik ve primer granülomatöz hastalıklarına bağlı miyelitler.
A. Mycoplasma pneumoniae
B. Lyme hastalığı
C. Piyojenik miyelit
1. Akut epidural abse ve granülom
2. Omurilik absesi
D. Tüberküloz miyeliti
1. Pott hastalığı ve ikincil omurilik basısı
2. Tüberküloz meningomiyeliti
3. Omurilik tüberkülomu
E. Epidural granülom, lokalize menenjit veya meningomiyelit,
abse oluşturan parazitik ve fungal enfeksiyonlar, özellikle bazı şistosomiazis
formları
F. Sifiliz miyeliti
1. Kronik meningoradikülit (tabes dorsalis)
2. Kronik meningomiyelit
3. Meningovasküler sifiliz
4. Gommatöz menenjit (kronik spinal pakimenenjit
dahil)
G. Sarkoid miyeliti
III. İnfeksiyöz olmayan iltihabi miyelit
A. Postinfeksiyöz ve postvaksinal miyelit
B. Akut ve kronik yineleyici veya progresif multipl
skleroz
C. Nöromiyelitis optika (subakut nekrotizan miyelit,
anti-MOG, Devic hastalığı; longitudinal olarak yaygın miyelopati), akuaporine
karşı antikorlar nedeniyle
D. Lupus ve bağ dokusu hastalıkları ve antifosfolipid
antikorlarla birlikte miyelopati
E. Paraneoplastik miyelopati ve poliomiyelit
VİRAL MİYELİTLER
Enterovirüsler, herpes zoster ve HIV bu kategoride yer alan önemli miyelit
nedenleridir. Geniş enterovirüs ailesi enterovirüs soylarının yanısıra
A ve B tipi Coxsackie virüsleri, ekovirüsleri, poliovirüsleri ve hepatit
A virüsünü içerir. Bu virüslerin birçoğu oluşturdukları enfeksiyonların yanısıra,
infeksiyöz nitelikte olmayan transvers miyelitlerle de ilişkilidir (Bakınız:
İnfeksiyöz Olmayan İnflamatuvar Miyelopatiler).
Akut anterior
poliomiyelit: Poliomiyelit
terimi Grekçe polios (gri) ve myelos (omurilik) kelimelerinden türetilmiştir
ve gri madde miyeliti anlamına gelir. Hastalık aseptik menenjit ve önboynuz
hücrelerinin harabiyetine neden olan bir miyelit oluşturur. İnsan poliovirüsleri
poliomiyelitin epidemiyolojik önemi olan başlıca kaynağıdır.
Coxsackie A ve
B, ekovirüsler ve hemorajik konjonktivit epidemileri yapmış olan enterovirus
70, 71, D68 gibi enterovirüslerin de benzer tablolar yaptığı gösterilmiştir.
Başarılı aşılama programlarının uygulandığı gelişmiş ülkelerde günümüzde
poliomiyelit olguları çok azalmıştır. Bu ülkelerde yeni görülen nadir poliomiyelit
enfeksiyonlarına aşılanmamış çocuklarda ya da yeni aşılanmış çocuklarla
temas eden aşılanmamış erişkinlerde rastlanmaktadır. Aşılama programlarının
yeterli şekilde uygulanamadığı ülkelerde poliomiyelit enfeksiyonu önemini
korurken, hastalığın sekelleri ve geç komplikasyonları (post-polio sendromu
için aşağıya bakınız) ciddi bir tıbbi ve sosyal sorun olmayı sürdürmektedir.
Poliovirüs, pikornavirüs
ailesinin enterovirüsler grubundan küçük bir RNA virüsüdür. Üç antijenik
serotipi belirlenmiştir ve bunlardan biri ile olan enfeksiyon diğerlerine
karşı çapraz bağışıklık sağlamaz. Hücrelerin poliovirüse hedef olması, sadece
primatların hücre membranlarında bulunan ve virüsün bağlanmasını sağlayan
poliovirüs reseptörleri (PVR veya CD155) sayesinde olur. Bu reseptörleri
kodlayan gen 19. kromozoma lokalize edilmiştir (19q13.2-q13.3). Başlıca rezervuar
insan intestinal traktusudur. Bulaşma fekal-oral yolla olur. İnfekte olanların
%90-95’i asemptomatiktir, ya da bunlarda sadece sistemik semptomlar (ateş,
kırıklık, kas ağrıları, boğaz ağrısı, gastrointestinal belirtiler) oluşur.
Sinir sisteminin tutulduğu az sayıdaki olguda da hastalık hafif bir aseptik
menenjitten (nonparalitik ya da preparalitik poliomiyelit) ağır felçlere
(paralitik poliomiyelit) kadar değişen farklı şiddette tablolar gösterir.
Nonparalitik
veya preparalitik poliomiyelit: Prodromal semptomlar halsizlik, ateş, başağrısı, kas ağrıları,
boğaz ağrısı, iştahsızlık, bulantı ve kusmadır. Bu yakınmalar sürer ya
da azalırken sinir sistemi tutulmasını gösteren bulgular ortaya çıkar.
Bunlar başağrısı ve ateş, sırt, ense ve uyluk ardı kaslarında ağrı ve gerginlik,
ense sertliği ve meningeal iritasyon bulguları, iritabilite ve huzursuzluktur.
BOS incelemesinde aseptik menenjit ile uyumlu bulgular elde edilir.
Hastalık bu tablodan ibaret kalabilir ya da paralitik aşamaya geçer.
Paralitik poliomiyelit: Kas
zaafı, 2-5 günlük bir hastalık tablosunu izleyerek akut (maksimum şiddetine
1-2 günde ulaşan) ya da daha yavaş şekilde yerleşir. Felç gelişme riski
yaş ilerledikçe artar; bebeklerde nadir, erişkinlerde çok daha sık, çocuklarda
ise bu ikisinin arasındadır. Genellikle bacakta daha sık olmak üzere bir
ekstremitenin hemen tümünü tutan gevşek bir felç söz konusudur. İki ekstremite
asimetrik veya nadiren simetrik olarak da tutulabilir. Prodromal dönemde
yapılan aşırı fiziksel egzersiz ya da lokal injeksiyonların, bu egzersiz ve
injeksiyonların yapıldığı ekstremitede felcin ortaya çıkmasını kolaylaştırdığı
düşünülür. Guillain-Barré sendromu ile karıştırılabilecek şekilde ekstremite
ve gövde kaslarının simetrik ve yaygın şekilde tutulduğu olgulara rastlanabilir.
Kuvvetsizlik gelişen ekstremitede fasikülasyonlar görülebilir, tendon refleksleri
azalmış ya da kaybolmuştur. Hasta bu ekstremiteye ilişkin ağrı ve parestezilerden
yakınabilirse de, objektif duyu kusuru yoktur. Erişkin hastalarda kalıcı
olmayan idrar retansiyonu görülebilir. Kas atrofisi 3. haftadan itibaren
farkedilmeye başlar, 12-15. haftada maksimal olur. Bulber tutulması olan
hastalarda yutma ve solunum güçlüğü ile vazomotor kontrol bozuklukları (hipertansiyon,
hipotansiyon, dolaşım kollapsı) gelişebilir.
İnfeksiyona uğrayan
başlıca merkez sinir sistemi yapıları omurilik önboynuzlarının yanısıra
hipotalamus, talamus, beyinsapı motor çekirdekleri ve retiküler formasyonu
ile vestibüler ve serebellar çekirdeklerdir. Kas zaafının şiddeti hasara
uğrayan önboynuz hücrelerinin sayısı ile orantılıdır. Felçli ve atrofik
kalan kasları innerve eden önboynuz hücrelerinin %10’dan azı sağlam kalmış
durumdadır.
Poliomiyelitin
akut döneminde BOS’ta viral bir meningoensefalitle uyumlu bulgular elde
edilir. Genellikle mononükleer hücrelerin hakim olduğu bir pleositoz görülmekle
birlikte, hastalığın ilk 72 saatlik döneminde polimorf hücre baskınlığına
rastlanabilir. BOS proteini normal ya da hafif artmış, glikoz düzeyi normal
bulunur. BOS’ta poliovirüsün PCR ile gösterilmesi ya da poliovirüs spesifik
IgM varlığı tanıyı kesinleştirir. Virüs feçes ve boğaz sürüntüsünde de gösterilebilir.
MR incelemelerinin yapılabildiği çağda izlenen poliovirüse bağlı olmayan
poliomiyelit olgularında tutulan omurilik segmentlerinin ventralinde baskın
T2 hiperintensitesi bildirilmiştir. Poliomiyelit sekelli olguların tutulmuş
kaslarında eski denervasyon atrofisine ait bulgular gözlenebilir (Şekil
35.). Ayırıcı tanıda özellikle Guillain-Barré sendromuna benzeyen olgular
güçlük yaratır. Bu tür olguların tanınmasında EMG ile multisegmanter spinal
önboynuz tutulmasının gösterilmesi yardımcı olur.
Şekil 35. Solda baskın
iki yanlı alt dorsal ve lumbosakral segmentleri tutan sekel poliomiyelit
olgusunun T2 ağırlıklı transvers spinal MR incelemesinde solda baskın olarak
iki yanlı arka paraspinal kaslarında denervasyon atrofisi izleniyor.
Poliomiyelit
için bilinen antiviral bir tedavi yoktur. Yaygın aşı uygulaması ile toplumda
başarılı korunma sağlanır. Hastalığın akut döneminde bulber tutulması olan
olgularda solunum yardımı ve yoğun bakım şartlarının sağlanması gerekebilir.
Bu dönemde mortalite %5-10 arasındadır. Ağır seyreden olgularda intravenöz
immün globülin uygulaması değerlendirilebilir. Akut dönemi geçiren olgularda
bulber belirtiler çoğunlukla düzelir. Ekstremite felçleri de bir derece düzelme
göstermekle birlikte, ağır felç gelişen olgularda zaaf ve atrofiden oluşan
sekeller kalır. Bu hastalarda akut dönemde uygun ateller, daha sonra da egzersiz
uygulamaları ile kontraktür gelişimi engellenmeye çalışılır.
Post-polio sendromu: Poliomiyelit
geçiren ve az ya da çok sekelle iyileşip klinik durumu stabilize olan bazı
olgularda birkaç dekad sonra yeni gelişen kas zaafı ve işlev kaybı şeklinde
ortaya çıkar. İlk enfeksiyonda hasara uğrayan önboynuz hücrelerinin innerve
ettiği kas liflerinin innervasyonunu da üstlenmiş olan sağlam önboynuz
motor nöronlarının zaman içinde fonksiyon dışı kalmalarının bu sendromu
ortaya çıkardığı düşünülmektedir.
Sivrisinekler
tarafından bulaştırılan bir Flavivirüs olan ve enfeksiyonu alan olguların
bir kısmında menenjit, ensefalit oluşturan Batı Nil virüsünün spinal önboynuz
hücrelerini tutarak poliomiyelite çok benzer bir tablo oluşturabildiği
bilinmektedir.
HIV enfeksiyonu: HIV enfeksiyonu
taşıyan olgularda ortaya çıkan miyelopatilerde tanı olasılıklarından birisi
bu miyelitin varicella-zoster virüsü (VZV), sitomegalovirus (CMV), toksoplazma,
sifiliz veya tüberküloz gibi bir oportünistik enfeksiyona bağlı olmasıdır.
Ancak doğrudan HIV enfeksiyonu ile ilişkilendirilmiş miyelopatiler de vardır.
AIDS olgularında klinikte saptanan viral miyelit oranı düşüktür (yaklaşık
%1). Buna karşılık AIDS hastalarında yapılmış patoloji serilerinde miyelitle
uyumlu bulgulara %11-22 oranında rastlanmaktadır. Bu nedenle miyelitlerin
HIV enfeksiyonu ile sıklıkla birlikte olduğu, ancak diğer AIDS komplikasyonları
tarafından maskelenerek klinik planda zor tanındığı düşünülmektedir.
Klinikte bacaklarda
veya her dört ekstremitede haftalar içerisinde ilerleyen ve sıklıkla asimetrik
olan kuvvetsizlik vardır. Buna spastisite, bacaklarda belirgin, derin duyuda
yüzeyel duyulara oranla çok daha baskın olan duyu bozuklukları ve sfinkter
kusuru eklenir. Seviye gösteren yüzeyel duyu kusuru varlığı tümör basısı
veya epidural abse gibi alternatif tanıları düşündürmelidir. Tendon refleksleri
genellikle artmıştır. Eşlik eden bir polinöropati varsa azalabilir veya
kaybolabilir.
Histopatolojik
olarak beyaz maddede miyelin kaybı, makrofaj infiltrasyonu ve süngersi
değişiklikler görülür. Lateral ve posterior kolonlar daha çok etkilenir.
Beyaz maddedeki mikrovakuolizasyon ve lipid yüklü makrofajlar subakut kombine
dejenerasyonun patolojik bulgularına benzerlik gösterir. Ancak bu hastaların
folik asit ve vitamin B12 düzeyleri normal bulunmuştur. Vakuolizasyonlar
miyelin içi şişmeden kaynaklanır. Aksonlar miyelin kılıfına oranla daha
az etkilenir. Bu hastalığın oluşumunda HIV’in doğrudan rolü olup olmadığı
bilinmemektedir. Benzer klinik ve patolojik tablolara HIV enfeksiyonu olmayan
kanserli ve diğer nedenlere bağlı immün yetersizliği olan hastalarda da
rastlanabilmektedir.
Ayırıcı tanıda
AIDS seyrinde ortaya çıkan ve omuriliği tutabilen diğer enfeksiyonlar ve
enfeksiyon dışı nedenlerin dışlanması gerekir. Bu amaçla spinal MR ve BOS
incelemesi yapılır. MR’da arka kordonlarda dorsal bölgede belirgin T2 sinyal
artışı izlenebilir. BOS’ta HIV ve diğer patojen mikroorganizmaların (viral
kültürlerde özellikle sitomegalovirüs, herpes simpleks tip 1 ve 2, bakteri
ve mantar kültürleri, kriptokok antijeni) araştırılması gerekebilir. Arka
kordon tutulmasını yansıtan anormal somatosensoriyel uyandırılmış potansiyellerin
varlığı tanıya yardımcı olur.
HIV miyelopatisi
için etkin bir tedavi yöntemi bilinmemekle birlikte antiretroviral tedavi
maksimize edilmelidir. Akut HIV enfeksiyonunda da bir miyelit görülebilir
ve bu durumda intravenöz kortikosteroid tedavisi yararlı olur.
Diğer viral miyelitler:
Tropikal spastik paraparezi: Birçok tropikal
ve subtropikal ülkede endemik olan bir hastalıktır. Etkeni olan insan T-lenfotropik
virüsü tip I (HTLV-I), erişkin T-hücre lösemi/lenfomasına neden olduğu
gibi, kronik progresif bir miyelopatiye de yol açar. İntravenöz uyuşturucu
ilaç kullanımı, kan transfüzyonu, cinsel temas ve annneden bebeğe geçişe
(transplasenter ya da anne sütü ile) bağlı sporadik olgular batı ülkelerinde
de görülmektedir. Omurilikte piramidal, spinoserebellar ve spinotalamik
yolları tutan ve en çok dorsal bölgede belirgin olan uzun traktus dejenerasyonu
ve demiyelinizasyon olur. Alt ekstremitelerde spastisite ile birlikte olan
kuvvetsizlik ve spastik mesane önde gelen belirtilerdir. Paresteziler,
ağrı ve objektif duyu kusuru da olabilir. BOS’ta hafif lenfositer hücre
artışı, normal protein ve glikoz düzeyleri görülür. Tanı serumda ve BOS’ta
virüse karşı antikorların gösterilmesi ile konur. MR incelemesinde omuriliğin
atrofik olduğu dikkati çeker, daha nadir olarak longitudinal olarak yaygın
T2 hiperintensitesi görülür. Oluşumunda otoimmün süreçlerin de önemli rol
oynadığı düşünülen bu hastalıkta, olguların immün modülatuvar tedavilerden
(prednizolon, plazmaferez, intravenöz gama globülin, interferon alfa) yararlanabildiği
bildirilmiştir. Danazol uygulaması sfinkter bozukluklarına yararlı olabilir.
İntravenöz puls metilprednizolon ağrılara karşı semptomatik tedavi olarak
kullanılır.
Herpesvirüsler: İnsan
herpesvirüsleri ailesinde herpes simpleks tip 1 ve 2 (HSV-1, HSV-2), varicella-zoster
virüsü (VZV), Epstein-Barr virusü (EBV), sitomegalovirus (CMV) ve daha
nadir olarak insan herpesvirüsü 6 ve 7 (HHV-6 ve HHV-7) yer alır. Bu virüsler
infeksiyöz miyelit oluşturabilir ve nedensellikleri serolojik testlerin
yanısıra BOS’ta söz konusu virüsün PCR tekniği ile gösterilmesiyle belirlenir.
Varicella-zoster
virüsü spinal arka kök gangliyonunda latent olarak kalır ve reaktive olduğunda
periferik sinirler boyunca çevreye doğru yayılarak ağrılı cilt erüpsiyonlarına
neden olur. Nadir olarak santripetal yayılımla nekrotizan bir miyelopatiye
yol açar. Zoster miyeliti sıklıkla zona döküntüleri olmaksızın gelişir
(Zoster sine herpete), daha çok HIV enfeksiyonuna ve diğer nedenlere bağlı
bağışıklık yetersizliği olan hastalarda görülür. Bu hastalarda miyelit
daha sinsi ve ağır seyir gösterebilir. Spinal MR’da tutulan segmentlerde
arka boynuzlar ve arka kordonlarda T2 hiperintensitesi izlenebilir.
Herpes simpleks
tip 2, tip1’e oranla daha çok miyelit ve radikülite yol açar. Sakral dorsal
kök ganglionunda reaktive olarak multipl radikülit ve daha çok konus bölgesini
tutan bir miyelite neden olur. Lumbosakral köklerin poliradikülopatisi
ve komşu medulla spinalisin iltihabı ile giden bu tablo Elsberg sendromu adı ile bilinir ve en çok herpesvirüs
enfeksiyonuna bağlanır. Miyelitin asandan bir seyirle torakal ve servikal
segmentlere kadar yükselmesi ve hemorajik karakter alması mümkündür. Varicella-zoster
ve herpes simpleks virüslere bağlı miyelitler asiklovir ya da aynı aileden
diğer antiviral ilaçlarla tedaviye genellikle iyi yanıt verirler. Yüksek
doz intravenöz steroid kullanımı asandan miyelite dönüşme ihtimalini azaltabilir.
Epstein-Barr
virüsü ve sitomegalovirüs primer enfeksiyon
sırasında transvers miyelite neden olabilir. CMV miyeloradiküliti sıklıkla
AIDS ya da transplantasyon hastalarında olduğu gibi bağışıklık bozukluğu
olanlarda latent virüsün reaktivasyonu sonucu ortaya çıkar. Asimetrik ağrılı
radiküler semptomlar, asandan paralizi ve sfinkter kusuru ile seyreder. Spinal
MR’da sinir köklerinin (önköklerde baskın) kalınlaşması, kontrast tutması
ve araknoidit paterni görülebilir, ancak olguların yarısı kadarında MR normaldir,
bu nedenle miyelopati paterninde bulguları olan immün yetersizlikli hastalarda
CMV miyeloradiküliti akla getirilmelidir. BOS’ta nötrofil hakim bir pleositoz
ve hafif hipoglikoraşi bulunur. Bu ağır seyirli tablonun tedavisinde IV
gansiklovir kulanılır.
Diğer birçok
virüsler de transvers miyelit tablosuna neden olabilir. Transvers miyeliti
olan hastaların %20-40’ında bu tablo sırasında var olan ya da ona öncelik
eden viral enfeksiyona ilişkin kanıt vardır. Bu olguların infeksiyöz nitelikte
olmayan inflamatuvar miyelitlerle (akut transvers miyelit) ayrılması güçtür.
Ancak bu olguların bir kısmında BOS’ta pleositoz, virüsün kültürü ya da viral
DNA parçalarının polimeraz zincir reaksiyonu ile gösterilmesi viral miyelitin
varlığı konusunda kanıt oluşturabilmektedir.
Bu kitabın hazırlandığı
sırada yaygın bir pandemi oluşturmuş olan COVID-19 virüsünün yarattığı
nörolojik tabloların içerisinde spinal meningoradikülomiyelopatiler oluşturabildiğine
dair bazı kısıtlı gözlemler mevcuttur. Bu tutulumların epidemiyolojik,
klinik ve laboratuvar özelliklerine ilişkin bilgilerin zaman içerisinde
olgunlaşması beklenir.
BAKTERİYEL MİYELİTLER
Sifiliz: Sifiliz
ince spiral şeklinde hareketli bir mikroorganizma olan Treponema pallidum
tarafından oluşturulan bir enfeksiyondur. İkinci Dünya Savaşını izleyen
yıllarda insidensi dramatik şekilde düşmekle birlikte, son yıllarda immün
yetersizliği olan ve olmayan kişilerde artan oranda erken sifiliz bildirilmektedir.
Bu da nörosifiliz dahil geç sifiliz olgularında gelecekte bir artış olacağı
öngörüsüne yol açmaktadır.
Sinir sistemi
sifilizinin genel karakteristikleri şöyle özetlenebilir (Kaynak 18): Treponema
genellikle inokülasyondan sonraki 3-18 ayda sinir sistemini istila eder.
Nörosifilitik enfeksiyonun ilk aşaması, tüm sifiliz enfeksiyonlarının yaklaşık
%25’inde görülen ve genellikle asemptomatik olan bir menenjittir. Bu menenjit
spontan regresyona uğrar, ya da bazı olgularda asemptomatik olarak süregelir
ve yıllar sonra parenkimal hasara neden olur. Tüm nörosifiliz formları bir
menenjit şeklinde başlar ve bu formlara az ya da çok aktif meningeal iltihap eşlik
eder. Sifiliz insanda görülen en kronik seyirli menenjiti oluşturur ve
sifilize özgü olduğu düşünülen birçok patolojik süreç tüberküloz ve kriptokok
menenjitleri gibi kronik seyirli olabilen diğer menenjitlerde de görülebilir.
Sifilitik menenjit, meningovasküler sifiliz, paralizi general, tabes dorsalis
gibi klinik sendromlar nadiren izole olarak görülür. Hepsinin kaynağı sifilitik
meningeal enfeksiyon olduğundan, genellikle bu tablolardan iki ya da daha
fazlası bir arada görülür. BOS aktif sifiliz enfeksiyonunun varlığı konusunda
duyarlı bir indikatördür. Konjenital sifilizin klinik sendromları ve patolojk
reaksiyonları edinsel formlarda görülenlerin benzeridir. Sadece ortaya çıkma
yaşları arasında farklılık vardır.
Etkili antibiyotiklerin
geliştirilmesinden önce sifiliz omurilik hastalığı etkenlerinin en sık görüleni
olarak bilinirdi. Sifiliz, medulla spinalisi farklı şekillerde etkileyebilir.
Patolojik süreç meningovasküler ya da parenkimatöz şekilde olabilir. Sifilitik
gomlar omurilik içinde gelişebilir ya da komşu meninkslerden büyüyerek basıya
yol açabilir. Omurilik kompresyonu pakimenenjite ya da sifilitik vertebral
osteite sekonder olarak gelişebilir.
Tabes dorsalis: Omuriliği
etkileyen bu prototipik forma günümüzde nörosifiliz olgularının %5’inden
azında rastlanmaktadır. Genellikle enfeksiyon başlangıcından 15-20 yıl
sonra görülür. Klinik seyri üç faz halinde ele alınabilir. İlk faz “preataksik”
ya da “şimşek gibi ağrı” dönemidir. Sinsi şekilde başlayan ve aylar ya
da yıllar süren bu aşamada keskin, batıcı, şimşek çakar gibi ağrılardan
oluşan ve saatler ya da günler süren krizler vardır. Ağrılar daha çok bacaklarda
görülmekle birlikte bütün vücudu dolaşabilir. İmpotans ve sfinkter kusurları
erkenden ortaya çıkabilir. Fizik muayenede alt estremitede belirgin olarak
derin tendon reflekslerinin kaybı, vibrasyon ve pozisyon duyusunun azalması,
Romberg belirtisi ve Argyll-Robertson pupillası dikkati çeker.
Erken tabeste dokunma duyusu korunmuş olmakla birlikte ağrı duyusu bozuktur.
Ulnar sinire, Aşil tendonuna ya da testislere basınç uygulanması ile test
edilen derin ağrı duyusu da bozulabilir. İkinci aşama “ataksik faz”
olarak bilinir. 2-10 yıl süren bu evrede bacaklarda belirgin şiddetli arka
kordon ataksisi vardır. Tabetik ağrılar bu aşamada genellikle artar. Hasta
derin duyuların kaybına bağlı olarak güçlükle ve görme duyusundan yardım
alarak yürür. Yürürken bacaklarını hızla fırlatır ve sertçe yere çarpar.
Derin ağrı duyusunun kaybına bağlı tekrarlayıcı travmatik hasar nedeniyle
olguların %5-10 unda Charcot artropatileri oluşur. Bunlara en çok
kalça, diz ve ayak bileği eklemlerinde rastlanır. Ayaklarda perforan ülserler
ortaya çıkabilir. Üçüncü aşama “terminal” ya da “paralitik” fazdır.
Yaklaşık 2-10 yıl süren bu evrede kaşeksi ve bacaklarda paralizi ile kabızlık
ve idrar inkontinansından oluşan otonom belirtiler vardır. Hasta genellikle
dekübitüs enfeksiyonlarından kaynaklanan sepsis ya da piyelonefrit tablosu
içinde kaybedilir. Aktif enfeksiyonu olan olguların patolojik incelemelerinde
spinal arka kökler boyunca inflamasyon görülür. Arka kök ganglionu ve arka
kordonlarda daha çok sekonder dejeneratif değişiklikler görülür.
Sifilitik meningomiyelit
(Erb’in spastik paraplejisi): Kortikospinal
traktus belirtilerinin ön planda olduğu bir spinal sifiliz formudur. Hasta
genellikle ilk olarak bacaklarında güçsüzlük ve ağırlık hissinden yakınır.
Buna paresteziler eklenebilir. İmpotans ve sfinkter kusurları olabilir.
Muayenede spastik paraparezi ya da kuadriparezi ile uyumlu bulgular vardır.
Objektif duyu azalması hafiftir. Patolojik incelemede kalınlaşmış iltihaplı
meninksler görülür. Granülomatöz iltihap ve vasküler değişikliklerden oluşan
omurilik lezyonları daha çok servikal bölgede ve lateral kolonlardadır.
Tanı bütün
nörosifiliz formlarında olduğu gibi BOS bulguları ve serolojik testlerle
konur. BOS’ta mononükleer hücre (10-200/mm3), protein (40-200 mg/dL) ve gama globulin (IgG) artışı
olur. Genellikle BOS’ta oligoklonal bandlar bulunur. Serolojik testlerden
nonspesifik (nontreponemal, reajin-RPR) antikorları gösterenler Kolmer
ve VDRL testleridir. Bunların BOS’ta pozitif olmaları tanı koydurucudur.
Ancak bu testler birçok nörosifiliz olgusunda negatiftir. Bu gibi hastalarda
ya da yanlış pozitiflikten şüphe edilen olguların serumlarında spesifik
treponemal antijenlere karşı gelişen antikorlara yönelik testler uygulanır.
Bunlar TPHA, FTA-ABS ve TPI testleridir. Günümüzde muayeneye gelen nadir
tabes dorsalis hastalarının bir kısmında nörolojik yakınma ve bulgular süregelmekle
birlikte, enfeksiyonun sönmüş olması nedeniyle BOS bulguları normaldir.
Tedavide günde
18-24 milyon ünite penisilin G, 4 saatte bir 3-4 milyon ünite olacak şekilde
intravenöz yoldan 14 gün süre ile uygulanır. Probenesidle birlikte prokain
penisilin kullanımı da önerilmiştir. Penisilini tolere edemeyen olgularda
seftriakson verilebilir. Hastaların klinik seyrinin takibi ve BOS bulguları
tamamen normale dönene kadar 6 ayda bir kontrol edilmesi gerekir. Ağrı
krizleri karbamazepine ve analjeziklere yanıt verebilir. Charcot eklemleri
için atel uygulaması veya füzyon girişimleri yapılabilir.
Tüberküloz: Tüberküloza
bağlı miyelopati genellikle tüberküloz spondilitine (Pott hastalığı)
sekonder olarak gelişir. Mikobakteriler vertebralara hematojen, lenfatik
ya da akciğerlerden direkt yayılım yolu ile ulaşır. En çok dorsal ve dorsolomber,
daha seyrek olarak servikal vertebralar tutulur. Buradan kaynaklanan abse
vaye kazeöz granülasyon dokusu omurilik ve/veya sinir kökleri üzerine epidural
bası oluşturur. Paravertebral dokular içinde de abse formasyonu izlenebilir
(Şekil 36). Bazı olgularda vertebra korpuslarının ön bölümlerinde
belirgin destrüksiyon ve çökme ile disk aralığının kaybı vertebra grafilerinde
izlenebilir. Bu hastalarda vertebra çökme ve deformasyonları da omurilik
üzerine bası oluşturabilir. İnfekte vertebraların üzerinde lokal ağrı ve
duyarlılık olabilir. Hastada nöral yapılardaki kompresyonun şiddet ve lokalizasyonuna
göre omurilik ya da radiks basısı bulguları görülebilir. İntramedüller
yerleşimli tüberkülomlar çok nadir görülen omurilik basısı nedenleridir.
Şekil 36 A, B ve C: Tüberküloz spondiliti
olgusunda sagital (A) ve transversal
(B) spinal MR kesitleri (T1 ağırlıklı, kontrastlı). Kauda ekuina
basısı ve psoas absesi görülmektedir. C. Başka bir hastanın lateral
akciğer grafisinde dorsal vertebra ön bölümlerinde çökme ve intervertebral
disk aralığı kaybı izlenmektedir (] işaretli).
Tüberküloz menenjiti
bazen merkezi sinir sistemi bulguları ile birlikte olan ya da olmayan bir
spinal tüberküloz menenjiti (tüberküloz araknoiditi) şeklinde seyredebilir.
Bu olgulardaki meningeal inflamasyon da tüberküloz menenjitini oluşturan
mekanizmalarla ortaya çıkar. Omurilik ve sinir kökleri yoğun iltihabi eksüda
ve ardından gelişen fibrotik değişikliklerin oluşturduğu bası ve pial arterlerin
tıkanmasına bağlı infarktlar nedeniyle lezyona uğrar. Klinik tablo genellikle
omurilik basısı bulgularına eklenen multipl radiküler tutulma ve bazen silik
kalabilen genel enfeksiyon belirtilerinden oluşur. BOS’ta tüberküloz menenjitinde
görülen bulgular vardır. Bazı hastalarda protein düzeyi çok ileri derecede
artmıştır.
Spinal araknoiditler diğer
kronik seyirli menenjitlere, subaraknoid kanamaya veya miyelografi, spinal
ve epidural anestezi, spinal kanala yönelik cerrahi girişimler gibi iyatrojenik
nedenlere bağlı olarak ta gelişebilir. Kronik araknoidal iltihaba sekonder
bağ dokusu artışı, omurilik ve sinir köklerinin fibrotik bandlar ve kistik
BOS lokülasyonları tarafından sıkıştırılmasına bağlı bir miyeloradikülopati
gelişmesine yol açar. Genellikle yavaş gelişen bir paraparezi, alt ekstremiteler
ve perianal bölgede duyu kaybı, radiküler ağrılar ile sfinkter kusuru söz
konusudur. Tendon refleksleri genellikle oldukça yaygın ve asimetrik olarak
azalmış veya kaybolmuştur. Tanı, iki yanlı, genellikle yavaş seyirli asimetrik
poliradikülopati bulguları ve spinal görüntüleme incelemeleri ile konur
(Şekil 37).
Şekil 37 A ve B. Uzun
zaman önce yağda eriyen kontrast madde ile miyelografi yapılmış olan hastada
spinal araknoidit. Birbirini izleyen T2 ağırlıklı iki sagital MR kesitinde
orta-alt lomber bölgede dural kese içerisinde düzensiz ve yer yer birbirine
yapışık görünümde olan sinir kökleri arasındaki beyin omurilik sıvısı kısmen
örtülmüş görünmektedir.
OMURGA İNFEKSİYONLARI
Omurga enfeksiyonları, anatomik olarak görüldükleri bölgeye göre; disk
mesafesi, epidural vb. gibi, ya da etkenin tipine göre; nonspesifik-spesifik
olarak sınıflandırılabilirler. Spesifik enfeksiyonlara tüberküloz ya da
bruselloz örnek olarak verilebilir.
Omurga osteomiyeliti
omurga enfeksiyonlarının en sık formudur. Penetran travmalar, ve bu bölgeye
uygulanan cerrahi işlemlerden sonra görülebileceği gibi hematojen yolla
da osteomiyelit gelişebilir. Bu grubun içerisinde yer alan diskitis de benzer
mekanizma ile gelişir.
Spinal
epidural abse:
Omuriliği etkileyen enfeksiyon hastalıkları arasında üzerinde önemle
durulması gereken ciddi bir acil cerrahi durumdur. Olguların %50’den fazlasında
etken Staphylococcus aureustur. İnfeksiyon epidural aralığa vertebra
ostemiyelitinden komşuluk yolu ile ya da uzak bir enfeksiyon (akciğer enfeksiyonu,
endokardit, deri enfeksiyonları vb.) odağından hematojen yolla ulaşır.
İltihabın burada yerleşmesini genellikle hafif derecede olan bir sırt-bel
travması kolaylaştırabilir. Kronik hastalık durumları ve intravenöz ilaç
bağımlılığı diğer kolaylaştırıcı etkenlerdir. Epidural abseler diskusektomi
operasyonlarına ya da çeşitli nedenlerle yapılan lomber ponksiyonlara sekonder
olarak da gelişebilir.
Abse bölgesinde vertebralar üzerinde lokal ağrı, radiküler ağrılar, bazen
ense sertliği, başağrısı ve ateş olur. Özellikle hareket ile artan ağrı
önemli bir bulgudur.
Genellikle
hızlı yerleşen bir paraparezi (veya pleji), sfinkter bozukluğu ve seviye
gösteren duyu kusuru olur. Sedimentasyon yüksekliği ve lökositoz tanıya
yol gösterebilir. Tanı kontrastlı spinal MR ile konur.
Abse cerrahi girişimle acil olarak boşaltılmalı, ek olarak uygun antibiyoterapi
6-8 hafta uygulanmalıdır. Müdahalede gecikilmesi halinde nörolojik tablo
kalıcı olabilir.
Şekil 38 A ve B. Spinal
epidural abse. T2 ağırlıklı transvers kesitlerde epidural abse (gri ok)
tarafından spinal kanalın ön ve yanına doğru sıkıştırılan omurilik (yatay
beyaz ok) görülmektedir. 9B’deki siyah nokta posterior paraspinal yumuşak
dokular içindeki enfeksiyonun neden olduğu hiperintens sinyal değişikliğine
işaret etmektedir.
İNFEKSİYÖZ OLMAYAN
İNFLAMATUVAR MİYELOPATİLER (Otoimmün Miyelitler)
Akut transvers
miyelite omuriliğin birkaç
segmenti ya da daha geniş bir kesimi boyunca uzanan, daha çok beyaz maddeyi
tutarak oldukça yaygın şekilde inflamasyon, demiyelinizasyon ve bazen nekrotik
değişikliklere neden olan patolojik süreçler yol açar. İnfeksiyon ve aşılanma
sonrası gelişen miyelitler, multipl skleroz seyrinde ortaya çıkan
miyelitler, nöromiyelitis optika spektrumuna (NMOS) dahil tablolar, sarkoidoz
ve kollajen doku hastalıkları ile birlikte olan miyelopatiler de bu grup
içinde ele alınabilir. Akut idyopatik transvers miyelit terimi ise,
aynı patolojik sürecin gösterilebilen neden olmaksızın geliştiği durumlar
için kullanılır. Bu tanıya varabilmek için Tablo 5’te gösterilen
akut miyelopati nedenlerinin dışlanmış olması gerekir.
Tablo 5. Akut ve subakut transves miyelitlerin ayırıcı tanısı (Kaynak 24’ten)
Omurilik Basıları |
· Spondiloz ve diğer yapısal omurga hastalıkları · Ekstramedüller bası nedenleri (metastaz,
abse, hematom) |
Merkez sinir sisteminin inflamatuvar demiyelinizan
hastalıkları |
· Multipl skleroz · Nöromiyelitis optika spektrumu hastalıkları · Miyelin oligodendrosit glikoprotein-IgG-ile
ilişkili hastalık · Glial fibriler asidik protein-IgG-ilişkili
meningoensefalomiyelit · Akut disemine ensefalomiyelit · İdyopatik o Postinfeksiyöz o Postvaksinal |
İnfeksiyona bağlı |
· Viral · Bakteriyel · Fungal · Parazitik |
Sistemik iltihabi hastalıklar |
· Nörosarkoidoz · Sistemik lupus eritematozus · Sjögren sendromu · Diğer bağ dokusu hastalıkları · Behçet hastalığı |
Vasküler hastalıklar |
· Anterior ve posterior spinal arter infarktları · Hematomiyeli · Fibrokartilaj embolisi |
Neoplastik hastalıklar |
· Primer omurilik tümörleri · Metastatik tümörler · Paraneoplastik |
Tipik olarak kronik seyirli olan hastalıkların akut
ortaya çıkışları |
· Subakut kombine dejenerasyon · Dural arteriovenöz fistül · Birlikte olan birden çok patoloji |
Akut transvers
miyelitte klinik tablo saatler, günler veya birkaç hafta içinde ilerleyip
yerleşen asandan (alt ekstremitelerden gövdeye, bazen daha sonra ellere
yayılan) uyuşukluk hissi ve kuvvetsizlik ile sfinkter kusurundan oluşur.
İlk günlerde sırt ağrısı sıktır. Bu yerleşim şekli ve hızlı gelişen akut
transvers miyelitlerde spinal şok nedeniyle alt ekstremitelerde tendon reflekslerinin
alınamaması Guillain-Barré sendromu ile karıştırılmasına neden olabilir.
Akut transvers miyelitte genellikle gövde üzerinde net bir duyu seviyesi
ve belirgin sfinkter kusuru olması, birçok kez nörolojik bulguların asimetrik,
taban derisi refleksinin ise ekstansör bulunması bu iki sendromu birbirinden
ayırt ettirir. Elektrofizyolojik testler ayırıcı tanıya yardımcı olur.
Bu klinik tablo
ile getirilen bir hastada ilk yapılması gereken, cerrahi tedavisi mümkün
olan bir omurilik basısını araştırmaktır. Bu amaçla tercih edilen inceleme,
alanı nörolojik bulguların işaret ettiği düzeye göre ayarlanmış kontrastlı
bir spinal MR incelemesidir. Vertebra grafilerine ve diğer görüntüleme yöntemlerine
daha nadir durumlarda ya da MR incelemesi olanağı bulunmadığında başvurulur.
Akut transvers miyelitli bir hastanın MR incelemesinde omurilik içinde
bir veya birkaç segment boyunca uzanan (bazen de umulmadık şekilde longitudinal
olarak omuriliğin çok uzun bir kesimini etkileyen), T2 ağırlıklı kesitlerde
hiperintens olan ve kontrast madde tutabilen sinyal değişikliği odakları
görülebilir. Lezyon bölgesinde omurilik genişlemiş olabilir. Bu durumda
intramedüller bir tümörün ayırıcı tanısı gerekir. BOS normal olabilir ya da
milimetreküpte 10-100 mononükleer hücre ve hafif protein artışı görülebilir.
BOS glikoz düzeyi normaldir. Ayırıcı tanı amacı ile serolojik testler, BOS’ta
bakteri ve virüs kültürleri, IgG indeksi ve oligoklonal band araştırmaları
yapılır.
Postinfeksiyöz
ve postvaksinal miyelitlerde bazı
viral enfeksiyonlar ya da aşılamalarla zamansal bir ilişki vardır. Bu enfeksiyon
ve aşılamaların insan vücuduna sunduğu antijenlere karşı oluşturulan bağışıklık
yanıtının, özellikle medulla spinalisin miyelinli yapılarını hedef alarak
hastalığı geliştirdiği düşünülmektedir. Akut transvers miyelitli hastaların
yaklaşık üçte birinde önceki birkaç hafta içinde geçirilmiş viral enfeksiyonlar
kaydedilir.
Postinfeksiyöz
miyelit tanısı koyarken bir enfeksiyonun nörolojik belirtilerle
tesadüfen zamansal ilişki gösterebileceği, ya da multipl skleroz ve NMOS’a
bağlı lezyonların belirti vermesini kolaylaştırabileceği göz önünde bulundurulmalı,
Tablo 2’deki ayırıcı tanı olasılıkları dikkatle gözden geçirilmelidir. Nörolojik
belirti ve bulguların ortaya çıktığı sırada var olan ateş, infeksiyöz bir
miyeliti ya da spinal epidural abseyi düşündürmelidir
Hemen tüm insan
virüslerinin miyelite öncülük edebildiği bildirilmiştir. Epstein-Barr ve
sitomegalovirüs gibi büyük DNA virüsleri, hepatit B, varicella, entero- ve rinovirüsler
en sık karşılaşılanlardır. Mycoplasma pneumonia, hastalığı tetiklediği
bildirilen tek bakteriyel patojendir. Ancak bu bakterinin doğrudan enfeksiyonla
miyelit yaptığına ilişkin kanıtlar da vardır. Postvaksinal miyelitlerden
çiçek ve kuduz aşıları sorumlu tutulmuştur. Çiçek aşısı günümüzde uygulanmamaktadır.
Kuduz aşısının beyin dokusu içeren kültürler yerine insan doku kültürlerinde
üretilmesi ile bu aşıya bağlı miyelitler de hemen hemen ortadan kalkmıştır.
Miyelit gelişimi ile ilişkisi olduğu bildirilmiş diğer aşılar arasında
kızamık, kızamıkçık, hepatit B ve kabakulak aşıları sayılabilir. Postinfeksiyöz
ya da postvaksinal miyelitler genellikle birkaç gün gibi kısa bir sürede
yerleşirler. Haftalar süren ve ardından az ya da çok iyileşmenin görüldüğü
tek bir atak halinde seyrederler ve tekrarlamazlar.
Miyelit, multipl sklerozun (MS) en sık tutulum şekillerinden biridir, diğer merkez sinir sistemi lezyonları ile birlikte olabilir ya da izole klinik sendrom olarak ortaya çıkabilir (Bakınız: Merkez Sinir Sisteminin Miyelin Hastalıkları). Bu hastalıkta ortaya çıkan spinal demiyelinizan lezyonlar genellikle küçüktür (1-2 omurilik segmenti yüksekliğinden az) ve sıklıkla omuriliğin periferinde yerleşirler (Şekil 39). Bu nedenle daha çok tam olmayan bir Brown-Séquard sendromu ya da Lhermitte belirtisi gibi parsiyel miyelit ataklarına neden olurlar. Seviye gösteren duyu kusuru, belirgin sfinkter kusuru gibi ağır belirtilerin olmaması, BOS’ta yüksek IgG indeksi ya da oligoklonal bantların varlığı ve kranial MR’da MS’e özgü lezyonlar mevcut miyelit tablosunun MS’e bağlı olduğunu en kuvvetle düşündürecek verilerdir. BOS’ta hafif hücre ve protein artışı olabilmekle birlikte milimetreküpte 50’den fazla hücre varlığı alternatif tanıları düşündürmelidir.
Şekil 39 A ve B. Multipl
sklerozlu bir hastanın T2 ağırlıklı sagital (A) ve transversal (B)
MR kesitlerinde servikal medulla spinalis yerleşimli demiyelinizan lezyonlar
(oklar).
Uzun süre MS’in bir varyantı olduğu düşünülen nöromiyelitis optika
ya da Devic hastalığı, günümüzde optik nevrit ve karakteristik
‘longitudinal olarak yaygın transvers miyelit’i (longitudinally extensive
transverse myelitis=LETM) oluşturan ayrı bir inflamatuvar demiyelinizan hastalık
grubu olarak ele alınmaktadır. LETM, MR incelemesinde omuriliğin 3 vertebra
segmenti yüksekliğinden daha fazla bir kesimini tutar. Patolojik incelemede
omurilikte santral yerleşimli, demiyelinizasyonun yanısıra nekroz, polimorf
ve eozinofil lökositler, hiyalinize damarlar ve immünglobulin, kompleman
birikimleri içerdiği görülen lezyonlar, genellikle simetrik şiddetli paraparezi
ve sfinkter kusuruna sebep olur. Paroksismal tonik spazmlar, tutulan segmentlerin
dağılımında kaşıntı bu hastalarda daha sıktır. Hastaların bir kısmının öyküsünde
daha önce geçirilmiş, nedeni açıklanamayan bulantı, kusma ve hıçkırık atakları
vardır (4. ventrikül tabanında area postrema bölgesinin tutulmasına bağlı
‘area postrema sendromu’). Kranial MR incelemesinde
tipik MS plakları görülmez ya da bu hastalığa özgül olmayan beyaz madde değişiklikleri
izlenir. BOS’ta hafif lenfosit artışından polimorf nüveli lökositlerden zengin
belirgin bir pleositoza kadar değişen hücre artışı ve protein yüksekliği
bulunabilir. Oligoklonal bantlar MS seyrinde gözlenen miyelopatilere oranla
çok daha seyrektir (%20-30). Astrositlerin ayaksı çıkıntılarındaki su transport
proteinlerinden olan akuaporin-4’e karşı antikorların bu hastalığı ortaya
çıkaran başlıca etmen olduğu gösterilmiştir. Serumda anti-akuaporin-4 antikorların
(anti-AQP4 veya NMO-IgG) özellikle hücre temelli yöntemlerle gösterilmesi
günümüzde bu hastalık için tanı kriteri ve yüksek atak tekrar riskinin belirteci
olarak kullanılmaktadır, ataktan sonra 1 yıl içerisinde yineleme riski yaklaşık
%60’tır. Bununla birlikte, “nöromiyelitis optika spekrumu” terimi, benzer
klinik ve MR özellikleri olan daha geniş bir hastalık grubunu ifade etmektedir.
Anti-AQP4-IgG antikoru negatif olan olguların %30 kadarında anti-miyelin
oligodendrosit glial protein (antiMOG-IgG) antikor pozitifliği bulunur. Anti-glial
fibriler asidik protein antikoru pozitifliği ile giden LETM olguları da vardır.
LETM bulgusu
sadece NMOS grubu hastalıklarda değil, sarkoidoza, paraneoplastik mekanizmalara,
omurilik infarktlarına, B12 vitamini yetersizliğine ve diğer nedenlere
bağlı miyelopatilerde de görülebildiğinden, tanının klinik ve radyolojik
tutulum paternleri ve antikor testleri ile iyi desteklenmesi gerekir (Şekil
40).
Şekil 40. Akciğer karsinomu
öyküsü olan bir hastada muhtemelen paraneoplastik kökenli longitudinal
olarak yaygın transvers miyelopati bulgusu. A (Yağ baskılamalı T2) ve B
(TSE T2): sagital kesitlerde servikal ve dorsal omuriliğin geniş bir kesimini
tutan lezyon görülüyor. C, D: TSE T2 transversal kesitler (Dr. Sara Zarko
Bahar koleksiyonundan).
Transvers miyelit
tablosu ile hekimin karşısına çıkabilen sistemik inflamatuvar hastalıklar
arasında sistemik lupus eritematozus, sarkoidoz, Sjögren sendromu
ve Behçet hastalığı sayılabilir (Bakınız: Sistemik Hastalıkların Nörolojik Komplikasyonları, Merkez Sinir Sisteminin Miyelin Hastalıkları). Skleroderma ve mikst bağ dokusu hastalığı
da araştırılması gereken romatolojik hastalıklardandır. Transvers miyelit
tanısı alan tüm hastalar, bu sistemik otoimmün hastalıkların klinik ve
serolojik bulguları açısından değerlendirilmelidir. Bununla birlikte,
NMOS grubunda yüksek oranda (ilgili kollajen doku hastalığı bulunmaksızın)
ANA, anti ds-DNA, anti-SSA, anti-SSB gibi otoantikorların pozitif olabildiğini
hatırlamak, bu nedenle transvers miyelite yol açan bir hastalık tanısını
sadece antikor varlığına dayanarak değil, diğer klinik bulguların da desteğiyle
koymak gerekir.
Sarkoidoz olgularının
%5-10 kadarında nörolojik tutulum olur ve bunların yarısı kadarında başlangıç
nörolojik bulgularladır. Sarkoid miyelopatisi AQP4 seropozitif NMOS olgularına
göre daha yavaş bir subakut seyirle gelişir ve ağrılı-duysal belirti ve
bulguları baskın bir nörolojik tablo ortaya çıkarır. MR incelemelerinde sarkoidozun
oluşturduğu LETM, dorsal subpial kontrast tutulması paterni gösterir. Bu
bulgu santral kanal çevresinde kontrast tutulması ile birlikte olursa üç
dişli mızrak (trident) görünümü alır, MS ve NMOS’a bağlı miyelopatilerin
aksine uzun süre ve klinik remisyona rağmen aylarca devam edebilir. Sarkoidoz
tanısında serum ve BOS ACE düzeyleri duyarlı ve özgül değildir. Tanı yüksek
şüphecilikle, deri, lenf düğümü, akciğer gibi diğer organların tutulmasını
saptamaya çalışarak ve sinir sistemi dışındaki uygun dokulardan biyopsi alarak
kazeöz olmayan granülomların gösterilmesi ile konur. Akciğer PET-BT incelemesi
(yapılamıyorsa akciğer BT) hiler lenfadenopatileri göstermek için verimli
inceleme yöntemleridir.
Behçet hastalığının
parenkimal tutulumunun omurilik lezyonları oluşturması nadirdir. Bunlarda
LETM ya da omuriliği daha kısa segmentlerde tutan lezyonlar görülebilir.
Karakteristik kranial MR bulguları tanıya yardımcı olur. Spinal MR incelemelerinde
yine karakteristik bir bulgu olarak, merkezi hipointens, çevresi hiperintens
olan ve kontrast tutabilen görünümde ‘Bagel bulgusu’ tanımlanmıştır (Şekil
41).
Şekil 41. Behçet
hastalığının akut miyelopati epizodunda ‘bagel ‘bulgusu. Üstte: T2 ağırlıklı
ve kontrastlı T1 ağırlıklı sagital kesitler, altta: sagital kesitlerdeki
okların hizasından geçen T2 ağırlıklı transversal kesit. (Kaynak 22’den,
yazarların izniyle).
Akut transvers
miyelitlerin tedavisinde intravenöz yolla yüksek doz kortikosteroidler
kullanılır (örneğin, metilprednizolon 1000mg/gün, 5 gün süre ile). Ağır
seyirli ve steroid tedavisine yanıtsız olgularda plazmaferez ya da kombine
tedaviler (kortikosteroid, plazmaferez ve intravenöz siklofosfamid gibi)
yararlı olabilmektedir. Nörolojik defisitlerin prognozu hastadan hastaya
değişir. Çok hızlı şekilde ve ağrı ile birlikte yerleşen, nörolojk kaybın
ağır olduğu olgularda prognoz daha kötüdür. Multipl skleroz tanısına varılan
ya da tekrarlayıcı merkezi sinir sistemi hastalığı gelişme riski yüksek
görülen hastalarda yeni ataklara karşı uygun önleyici tedaviler planlanır.
Burada, MS’e bağlı olarak geliştiği düşünülen miyelitlerle NMOS grubu hastalıkların
ayırt edilmesi önem taşır. Çünkü ikinci gruptaki hastalara tekrarlamayı
önlemek amacıyla immün supresan tedaviler uygulanırken, MS’te kullanılan
hastalık seyrini modifiye edici ilaçlardan ((beta interferon, natalizumab,
fingolimod, alemtuzumab gibi) kaçınılır (Bakınız: Merkez Sinir Sisteminin Miyelin Hastalıkları).
OMURİLİĞİN METABOLİK
VE TOKSİK HASTALIKLARI
Genellikle farklı
hızlarda progresyon gösteren simetrik omurilik hasarı ve bazen buna eşlik
eden polinöropati (miyelonöropati) ile seyreden tablolardır. Birçoğunda
beyaz madde traktuslarının seçilmiş ve
uzunluğa bağımlı hasarı ortaya çıkar.
OMURİLİĞİN SUBAKUT
KOMBİNE DEJENERASYONU (NÖRO-ANEMİK SENDROM)
Dünyada en sık
rastlanan metabolik miyelopati olan bu tablo, 1900 yılında Russel ve ark.
tarafından, omurilik arka ve yan kordonlarının megaloblastik anemi ile
birlikte olan dejenerasyonu şeklinde tanımlanmış, ancak ön planda B12 vitamini
eksikliğine bağlı olduğu daha sonra anlaşılmıştır. B12 vitamini yetersizliği
toplumda, özellikle yaşlı popülasyonda oldukça yaygın durumdadır. Bu vitaminin
yetersizliğine gastrik parietal hücreler tarafından salgılanan intrensek
faktörün eksikliği ya da daha nadir olarak malabsorbsiyon oluşturan gastrointestinal
hastalıklar (çölyak hastalığı, geniş gastrik ve ileal rezeksiyonlar, barsak
kör lupları vb), diphyllobothrium latum infestasyonu gibi durumlar
neden olur (Tablo 6). Metformin ve H2-reseptör
antagonistlerinin kronik kullanımı, nitröz oksid maruziyeti veya kötüye
kullanımı, B12 yetersizliği tablosunu kolaylaştırabilir. Yaşlı kişilerde
atrofik gastrite bağlı akorhidri B12 absorbsiyonunu bozabilir. B12 vitamini
eksikliği olan annenin sütü ile beslenen bebeklerde de görülebilir. Nörolojik
belirti ve bulguları olan hastaların bir kısmında B12 vitamini yetersizliğinin
hematolojik belirtisi olan megaloblastik anemi görülmez.
Tablo 6. B12
vitamini yetersizliğinin belli başlı nedenleri (Kaynak 7 ve 17’den değiştirilerek)
Diyetle
yetersiz alım |
Sıkı
vejetaryen diyet, malnutrisyon |
İntrensek
faktör yetersizliği |
Pernisiyöz
anemi, gastrektomi, gastrik atrofi |
Emilim
bozukluğu |
Crohn
hastalığı, çölyak hastalığı, geniş ileum rezeksiyonu |
Konjenital
hastalık |
Transkobalamin
yetersizliği |
Kronik
ilaç kullanımı |
H-2 antagonistleri,
proton pompa inhibitörleri, antidiyabetik ilaçlar (metformin) |
Diğer
nadir hastalıklar |
Kronik
pankreatit, tiroid hastalığı, diphyllobothrium latum infestasyonu |
B12 vitamini
homosisteinin metionine, metilmalonik asitin süksinil koenzim-A’ya ve metiltetrahidrofolatın
tetrahidrofolata dönüştürümesinde görev alır. Bu işlevler DNA sentezi,
eritrosit yapımı ve nöronların işlevlerinin korunmasını sağlar. B12 vitamininin
ön planda miyelin hasarı ile giden sinir sistemi hastalığına nasıl sebep
olduğu tam olarak bilinmemektedir, ancak miyelin kılıfı için önemli maddelerden
olan metilmalonil CoA’nın süksinil CoA ya dönüşmesinde temel koenzim olduğu,
S-adenozil-L-metionin aracılığı ile miyelin bazik protein metilasyonunda
ve böylece lamellar miyelin yapısının stabilitesinin sağlanmasında rol aldığı
gösterilmiştir. Yetersizliğinden beyin, omurilik, optik sinirler ve periferik
sinir sistemi etkilenir. En ağır hasar omurilikte, özellikle servikal ve
üst dorsal bölgenin arka ve lateral kordonlarında ortaya çıkar. İlk olarak
miyelin kılıflarında şişme, intramiyeliner vakuoller ve miyelin lamellerinde
ayrılma ortaya çıkar. Patolojik süreç devam ederse miyelin dejenerasyonunu
gliozis ve akson hasarı izler.
Hastalar ekstremitelerinde
paresteziler, yorgunluk hissi ve ağırlıktan yakınır. Hastalık ilerledikçe
spastik-ataksik yürüyüş ortaya çıkar. Sfinkter kontrol kusurları ve erektil
disfonksiyon sıktır. Nörolojik muayenede arka kordon ve piramidal traktusların
tutulmasına ait bulgular ile bazen buna eklenen polinöropatinin bulguları
saptanır. Kognitif ve davranışsal bozukluklar ile görme kusurları tabloya
eklenebilir. Tedavisiz kalan hastalar ağır paraparezi ile tekerlekli iskemle
veya yatağa bağımlı hale gelebilirler.
Nörolojik bulguları
ile subakut kombine dejenerasyon düşünülen bir hastada megaloblastik aneminin
bulunması tanı koydurucu olur. Bu tanıdan şüphe edilen tüm hastalarda B12
serum düzeyine bakılmalıdır. 100 pg/100 mL’den düşük serum düzeyleri genellikle
nörolojik bulgularla birliktedir. Bazı hastalarda hematolojik değerler
ve serum B12 düzeyi normalken de nörolojik belirtilerin ortaya çıkabileceğini
unutmamak, şüpheli olgularda serum homosistein ve metilmalonik asit düzeylerine
bakmak gerekir Kobalamin, metilmalonik asit ve metionin/homosistein metabolizmasının
koenzimi olduğundan enzimatik blok nedeni ile B12 eksikliğinde bu maddelerin
düzeylerinde artış görülür. Ancak homosisteinin herediter homosisteinemi,
L-DOPA kullanımı ve böbrek yetersizliğinde, metilmalonik asidin ise volüm
kaybı, böbrek yetersizliği ve metilmalonik asidüride artabileceğini hatırlamak
gerekir. MR incelemesinde omurilikte arka kordonlarda servikal ve üst dorsal
bölgede baskın olan ve genellikle ters V harfi şeklinde izlenen sinyal artışı
görülebilir (Şekil 42, Tablo 7’de metabolik ve genetik nedenlere
bağlı omurilik tutulmalarının radyolojik ayırıcı tanısı özetlenmiştir). Somatosensoriyel
uyandırılmış potansiyeller arka kordon iletimindeki aksamayı göstererek
klinik bulguları hafif olguların saptanmasına ya da tedavi yanıtının izlenmesine
yardımcı olabilir. EMG eşlik eden polinöropatinin, görsel uyandırılmış potansiyeller
subklinik optik nöropatinin ortaya konmasında yararlı olabilir.
Şekil 42. Omuriliğin subakut
kombine dejenerasyonu. Birbirini izleyen T2 ağırlıklı transversal MR kesitlerinde
omurilik arka kordonunda sinyal artışı izleniyor (ok).
Erken tanı konup
tedavi edilmesi halinde nörolojik defisitleri geri dönüşümlü olabilen,
geç tedavi edilen olguların ise ağır sekelli kaldıkları bu hastalığın tanısı
birçok kere yüksek derecede şüpheci bir klinik yaklaşımla mümkün olur. Laboratuvar
sonuçları negatif kalan, ancak klinik bulguları subakut kombine dejenerasyonu
düşündüren hastalarda deneme tedavisi yapılması önerilir. Tedavide IM 1000
mg/gün
siyanokobalamin uygulanır. Bu doz, vitaminin vücutta depolanmasını sağlamak
amacıyla ilk 7-14 günde her gün, sonraki 1 ay içinde haftada bir, daha
sonra ise devamlı olarak ayda bir uygulanır. Uzun süreyle yüksek dozda
uygulanan oral tedavinin de (2000 mg/gün)
etkili olduğu bildirilmiştir. B12 vitamini tedavisi ile aynı zamanda başlanan
folat tedavisi hematolojik tabloyu düzeltmekle birlikte nörolojik belirtileri
kötüleştirebilir. Bu nedenle, B12 tedavisinin başlangıcından en az 2 hafta
sonra tedaviye folat eklenmelidir.
Nitrözokside
anestezi veya rekreasyonel amaçla uzun süreli ve tekrarlayıcı olarak maruz
kalınması, özellikle B12 depoları yetersiz kişilerde akut-subakut yerleşimli
bir miyelopatiye yol açar. Bunun nedeni nitrözoksidin metilkobalaminin merkezindeki
kobaltı geri dönüşsüz olarak okside etmesidir. Tedavisinde B12 vitamini ve
metionin kullanılır. Bakır yetersizliğinde de subakut kombine dejenerasyona
benzer progresif bir miyelopati bildirilmiştir.
FOLAT YETERSİZLİĞİ
Suda eriyen B vitamini grubundan olan folat pürin, timidin ve aminoasitlerin
sentezinde rol oynar. Malabsorbsiyona neden olan durumlar, alkolizm, metotreksat
ve trimetoprim folat emilimini bozar. B12 vitamininden daha seyrek olarak
eksikliği miyelonöropati, optik nöropati ve kognitif bozukluklara yol açar.
Tanısı plazmada düşük folat ve artmış homosistein düzeyleri ile konur.
Tedavisine 3mg/gün oral dozla başlanır, cevap alındıktan sonra 1mg/gün
ile devam edilir.
BAKIR EKSİKLİĞİNE
BAĞLI MİYELONÖROPATİ
Bakır, kemik iliği ve nöronların işlevlerine ilişkin bazı temel enzimatik
süreçlerdeki elektron transferinde kofaktör olarak rol oynayan bir elementtir.
Eksikliği bariatrik cerrahi benzeri gastrik rezeksiyonlar ve emilim bozukluğuna
yol açan iltihabi barsak hastalığı, çölyak hastalığı gibi durumlarda ortaya
çıkar. Bir diğer neden yüksek miktarda oral çinko alımıdır (reçetesiz satılan
gıda takviyeleri, soğuk algınlığı ilaçları ve çinko içeren takma diş yapıştırıcılarının
devamlı kullanımı). Çinko enterositlerde şelatör metalotioninlerin ekspresyonunu
arttırır ve bu maddelere bakırın afinitesi çinkoya göre daha fazla olduğu
için bağlanmış şekilde enterositlerde kalan bakır feçesle atılır.
Bakır eksikliğinde ortaya çıkan hematolojik tablo megaloblastik anemi
veya pansitopenidir. Nörolojik açıdan ortaya çıkan miyelonöropatinin özellikleri
B12 vitamini eksikliğinde görülenden farksızdır. Serumda bakır ve serüloplazmin
değerleri düşük, çinko fazlalığına bağlı olan olgularda çinko seviyesi
yüksektir. İdrar bakır düzeyi ise düşüktür (Wilson hastalığında genellikle
artmış olduğunu hatırlayınız). Tedavisinde 8mg/gün oral bakır verilmesi,
haftada bir 2 mg düşülerek 2mg/gün idame tedavisi ile devam edilmesi tavsiye
edilir. Oral çinko alımının azaltılması da gerekebilir.
E VİTAMİNİ EKSİKLİĞİNE
BAĞLI MİYELOPATİLER
E vitamini yağda eriyen bir vitamindir ve antioksidan özelliği membran
peroksidasyonuna engel olur. Erişkinlerde eksikliği malabsorbsiyon sendromlarında
ya da alfa tokoferol transfer proteininin genetik defektleri, abetalipoproteinemi
ya da şilomikron sentez ve sekresyonundaki bozukluklar nedeniyle olur.
Klinik tabloyu yürüyüş ve denge bozukluğu, refleks kayıpları ve derin duyu
bozukluğuna yol açan bir spinoserebellar sendrom, polinöropati ve piramidal
tutulum oluşturur. Pigmentli retinopati, miyopati, bakış bozuklukları ve
hareket bozuklukları da olabilir. Tanısı düşük serum vitamin E düzeyleri
ile konur, ancak eksikliğe karar verebilmek için elde edilen düzeylerin
serum trigliserid ve kolesterol düzeylerine göre düzeltilmesi gerekir. Tedavi
oral E vitamini desteği ile yapılır.
HEPATİK MİYELOPATİ
Karaciğer yetersizliğine neden olan tablolarda spontan gelişen veya cerrahi
olarak yapılan portosistemik şantlara bağlı olarak gelişir. Karaciğere
uğramadan dolaşıma geçen amonyak ve nitrojenli yıkım ürünleri sinir sistemi
hasarına neden olur. Nörolojik tablo yavaş gelişen spastik paraparezi ve
nadiren duysal belirtilerden oluşur. Omurilik hasarına bağlı bulgular sıklıkla
hepatik ensefalopati atakları
ile birlikte olur, ancak yalnız başına da görülebilir. MR incelemesinde
lateral ve bazen anterior kortikospinal yollar T2 ağırlıklı kesitlerde hiperintens görünebilir.
Hepatik miyelopatinin erken tanısı önemlidir çünkü tablo karaciğer transplantasyonuna
yanıt verebilir.
TOKSİK MİYELOPATİLER
Miyelopati veya miyelonöropatiye yol açan toksik nedenler arasında nitröz
oksit intoksikasyonu,
organofosfat intoksikasyonları (ikinci progresif fazda polinöropati ile
birlikte), latirizm ve konzo ile
Küba miyelonöropatisi sayılabilir. Optik nöropati, polinöropati, işitme
kaybı ve dorsal miyelopati ile giden sonuncu tablo 1990’ların başlarında
Küba’da yaygın şekilde görülmüş, beslenme yetersizliğine bağlı olduğu düşünülmüşse
de aşırı alkol ve tütün kullanımı ile yüksek miktarda şeker alımına da
bağlanmıştır.
Tablo 7. Metabolik
ve genetik nedenlere bağlı omurilik tutulmalarında radyolojik bulgular
(Kaynak 13’ten)
Spinal MRI |
Hastalık/Neden |
Spinal düzey |
Kranial MRI’de tipik bulgular |
Dorsal+lateral
kolonlarda selektif BMH |
B12 vit
yetersizliği |
Servikal/dorsal |
Genellikle
normal |
|
E vit
yetersizliği |
Servikal |
Normal |
|
Nitröz
oksit intoksikasyonu |
Servikal/dorsal |
Genellikle
normal |
|
İntratekal
metotreksat |
Servikal/dorsal |
Yaygın
serebral lökopati olabilir |
|
Hiperhomosisteinemi
ile giden genetik hastalıklar |
Servikal/dorsal |
Normal/daha
sık olarak serebral atrofi ve yaygın BMH, bazal ganglia DWI sinyal artışı
(CblC hast) |
|
LBSL |
Longitudinal
yaygın |
BMH periventriküler,
piramidal bulbus, intraparenkimal trigeminal traktus, serebellar, internal
kapsül, splenium |
|
HBSL |
Longitudinal
yaygın |
Fokal,
orta derece periventriküler BMH |
|
ADLD |
Longitudinal
yaygın; tüm spinal beyaz madde |
Progresif
BMH kortikospinal traktus, serebellar, üst serebeller pedünkül, korpus
kallosum |
|
Spinal
CTX |
Longitudinal
yaygın |
Normal,
hafif periventriküler ve dentat hiperintensite |
|
APBD |
Servikal |
Aşağıya
bakınız |
|
Biotidinaz
eksikliği |
Servikal/dorsal |
Aşağıya
bakınız |
|
Alexander
hastalığı* |
Medulla
oblongata/servikal |
Aşağıya
bakınız |
Belirli
bir traktusu tutmayan hiperintensite |
Biotidinaz
eksikliği |
Servikal
ve üst dorsal; longitudinal yaygın; tekrarlayan transvers miyelit |
Normal
veya forniks, mamiller cisimler, optik sinirler, kortikospinal traktus,
serebellum, beyinsapı, kontrast tutabilir |
|
Alexander
hastalığı* |
Medulla
oblongata/servikal |
Aşağıya
bakınız |
|
Mitokondrial
hastalık (OPA1 mutasyonları, LHON) |
Multipl
parsiyel miyelit |
Ön görme
yollarında atrofi ve sinyal değişikliği, MS fenotipinde BMH |
Gadolinium
tutulması |
Alexander
hastalığı* |
|
Yukarıya
bakınız |
|
Biotidinaz
eksikliği |
Yukarıya
bakınız |
Yukarıya
bakınız |
|
Genetik
ve edinsel hiperhomosisteinemi |
Servikal/dorsal |
Yukarıya
bakınız |
|
Nitröz
oksit zehirlenmesi |
Servial/dorsal |
Yukarıya
bakınız |
|
İntratekal
metotreksat |
Servikal/dorsal |
Yukarıya
bakınız |
Sinyal
değişikliği olmaksızın omurilik atrofisi |
Adrenomiyelonöropati/ALD |
Genel
atrofi |
Normal; bazen BMH (SPG2,
SPG5, SPG10, SPG11,SPG15, SPG35) ; korpus kallosum atrofisi (SPG11,SPG15) |
|
APBD |
Fokal
veya genel atrofi |
Kortikospinal traktus BMH; konfluan
yeya multifokal BMH: periventriüler (oksipital baskın), temporal loblar,
eksternal ve internal kapsül (arka), arka çukur. |
|
Genetik
HSP |
Genel
atrofi |
Normal; bazen BMH (SPG2,
SPG5, SPG10, SPG11, SPG15, SPG35) veya korpus kallosum atrofisi
(SPG11,SPG15 ) |
|
Friedreich
ataksisi |
Servikal
atrofi |
Normal veya hafif serebellar atrofi |
|
PLS/ALS |
Genel
omurilik atrofisi |
Normal;kortikospinal traktus hiperintensitesi |
|
Alexander
hastalığı |
Fokal
atrofi (medulla oblongata ve servikal omurilik) nadiren dorsal omuriliğe
uzanır |
Medial
lemniskus ve kortikospinal traktusta selektif sinyal değişikliği; beyinsapı,
orta serebellar pedünkül, dentat hilusunda uzun süreli kontrast tutulumu; pial beyinsapı hiperintensiteleri;
serebral supratentorial bulgular hafif, hafif posterior periventriküler
BMH; bazal ganglia anomalisi erişkinde nadir. |
*: Başlıca radyolojik
bulgular bulbomedüller bileşkededir.
ADLD, erişkin
başlangıçlı autosomal dominant lökodistrofi; ALD, adrenolökodistrofi; ALS,
amiyotrofik lateral skleroz; APBD, erişkin poliglukozan cisimciği hastalığı;
Cbl C, kobalaminC; DWI, difüzyon ağırlıklı sekans; HBSL, ‘hypomyelination
with brainstem and spinal involvement and leg spasticity;’ HSP, herediter
spastik paraparezi; LBSL, ‘leukoencephalopathy with brainstem, spinal cord
involvement and lactate elevation’; CTX, serebrotendinöz ksantomatoz; BMH,
beyaz madde hiperintensitesi PLS:primer lateral
skleroz, LHON: Leberin herediter optikn nöropatisi.
SİSTEMİK KANSERLERİN
SEYRİNDE GÖRÜLEN MİYELOPATİLER
(Ayrıca
bakınız: Nöro-Onkoloji)
Sistemik malin hastalıkların seyri sırasında gelişen miyelopatiler arasında
metastazlara bağlı olanlar, diğer nedenlere bağlı miyelopatilere oranla
çok daha sıktır. Bu nedenle, malin hastalığı olan kişilerde hızlı ya da
yavaş progresif seyirli ve özellikle sırt ve ense ağrısı ile birlikte olan
bir miyelopati geliştiğinde öncelikle omurilik basısı araştırmaya yönelik
görüntüleme incelemeleri yapılmalıdır (Şekil 43). Metastatik bir miyelopatinin
sistemik kanserin ilk belirtisi olabileceği de unutulmamalıdır. Spinal kanal
içine diğer bir metastaz şekli tümörün leptomeninksler üzerindeki yayılımıdır
(leptomeningeal metastaz veya meningeal karsinomatoz). Bu durumda
merkez sinir sisteminin çok odaklı tutulmasınını yansıtan bulguların yanısıra
yaygın ve asimetrik radiküler bulgularla karşılaşılır (Şekil 44).
Şekil 43. C7
vertebra korpusunun metastaza bağlı çökmesi ve epidural omurilik basısı.
T1 (A) ve T2 (B) ağırlıklı sagital kesitler.
Şekil 44. Leptomeningeal
metastaz. Sagital T1 ağırlıklı kontrastsız (A), T1 ağırlıklı kontrastlı
(B), T2 ağırlıklı (C), Transversal T1 ağırlıklı kontrastsız
(D) ve T1 ağırlıklı kontrastlı (E) MR kesitlerinde, lumbosakral
sinir kökleri üzerinde nodüler şekilde kontrast tutan metastatik lezyonlar
görülmektedir.
Radyasyon miyelopatisi: Medulla
spinalisin ışınlama alanına girdiği radyoterapi uygulamalarından kaynaklanan
iyatrojenik bir hastalıktır. İnsidensi total radyasyon dozu, fraksiyon
başına doz, tedaviler arasındaki zaman, radyasyona maruz kalan doku volümü
ve birlikte verilen kemoterapiye bağlıdır. Total dozu 6000 rad’ın altında
kalan ve günde 200 rad’ı aşmayan uygulamalarda miyelopatiden sakınılabildiği
gösterilmiştir. Sinir dokusunun radyasyona bağlı doğrudan hasarı ve omuriliği
besleyen damarlardaki değişikliklerin miyelopatiden sorumlu olduğu ileri
sürülmüştür.
Radyasyonun omurilik
üzerine bilinen akut bir etkisi yoktur. Geç dönemde ortaya çıkan omurilik
hasarları erken ve geç gecikmiş miyelopati olarak sınıflandırılabilir.
Erken gecikmiş radyasyon miyelopatisi radyasyon uygulamasından haftalar
sonra ortaya çıkar. Ekstremitelerde boyun fleksiyonuyla artan paresteziler
ve Lhermitte fenomeni görülür. Medulla spinaliste demiyelinizasyon
ve oligodendrositlerdeki azalmaya bağlı olarak geliştiği düşünülmektedir.
Tam iyileşme kuraldır ve steroid tedavisi yararlı olabilir. Bu tablo ile
daha geç gelişen miyelopatilerin ortaya çıkışı arasında bir ilişki yoktur.
Geç gecikmiş radyasyon miyelopatisi (Şekil 45)
iki ayrı formda görülür. Progresif miyelopati şeklinde olanı radyasyon
tedavisinden 12-15 ay sonra ortaya çıkar. Klinik tablo genellikle bir Brown-Sequard
sendromu şeklinde başlar ve tam bir transvers miyelopatiye doğru yavaş
progresyon gösterir. Patolojik incelemede omurilik gri ve beyaz maddesini
tutan nekroz alanları görülür. Progresif alt motor nöron tipi zaaf ile giden
form ise radyasyondan 3-14 ay sonra ortaya çıkar. Önboynuz hücrelerindeki
patolojik değişikliklere bağlıdır. Ekstremitelerde asimetrik atrofi, kuvvetsizlik
ve fasikülasyonlarla seyreder. Radyasyon miyelopatilerinde başlıca ayırıcı
tanı sorununu metastatik tümörler oluşturur. Ağrısız seyir radyasyon miyelopatisi
tanısını kolaylaştırmakla birlikte uygun spinal görüntüleme yöntemlerine
başvurulması gerekir. Geç gecikmiş radyasyon miyelopatisinin tedavisinde
kortikosteroidler, varfarin, pentoksifilin ve E vitamininden, hiperbarik
oksijen uygulamalarından yararlanan bazı hastalar bildirilmiş olmakla birlikte,
nörolojik tablonun progresif seyrini etkilediği gösterilmiş bir tedavi yöntemi
mevcut değildir.
Şekil 45.
Servikal omurilikte
radyasyon miyelopatisi. T2 ağırlıklı sagital MR kesitinde tüm servikal
bölgede genişlemiş olan omuriliğin içinde hiperintens sinyal değişikliği
izleniyor.
Paraneoplastik
miyelopatiler: Paraneoplastik
nörolojik sendromlar, bir sistemik malin hastalığın seyri sırasında sinir
dokusunda gösterilebilir bir tümör infiltrasyonu, metastaz ya da tümör
dışı diğer nedenler olmaksızın ortaya çıkarlar. Birçoğunda hücre içi immün
hedeflere karşı oluşturulmuş antikorlar mevcuttur. Çok nadir olan paraneoplastik
miyelopatiler yalnız başlarına ya da ensefalomiyelit, serebellar dejenerasyon
ve periferik nöropati gibi diğer paraneoplastik nörolojik sendromlarla
birlikte olabilir. Bilinen sistemik tümörü olan hastalarda ya da bu tümör
saptanmadan önce ortaya çıkabilirler. En çok meme, küçük hücreli akciğer
kanseri, timoma, lenfoma veya lösemi ile birlikte olabilir. En sık görülen
şekli nekrotizan bir miyelopatidir. Klinik tablo Brown-Sequard sendromu
şeklinde asimetrik başlayabilir, bilateral simetrik şekle dönüşerek arefleksik
paraplejiye doğru subakut veya sinsi şekilde ilerler. Akut seyirli nekrotizan
bir miyelopati de bildirilmiştir. Diğer bir paraneoplastik miyelopati formu
başlıca lenfomalarla birlikte olur ve önboynuz hücrelerinin dejenerasyonuna
yol açar. Klinikte öncelikle bacakları tutan, alt motor nöron tipinde subakut
seyirli ilerleyici kuvvetsizlik görülür.
BOS’ta hafif
mononükleer hücre ve protein artışı ile oligoklonal bandlar görülebilir.
MR olguların 2/3’üne anormaldir. Longitudinal olarak yaygın T2 hiperintensitesi
ile traktus tutulumu paterninde (traktopati) hiperintensite görülür. Yine
bu paternde kontrast tutulumu olabilir. En sık birlikte olan paraneoplastik
antikorlar amfifizin, kollapsin yanıt mediatörü 5-IgG (CRMP5/anti-CV2), ANNA1
(anti-Hu), ANNA2 (anti-Ri) ve ANNA3’tür. Altta yatan kanserin tedavisi ve
eklenen immün modülatuvar tedavi nörolojik tabloda bir derece düzelme veya
stabilizasyon sağlayabilirse de progresyonu tamamen engelleyemez.
MEDULLA SPİNALİSİ
ETKİLEYEN HEREDOFAMİLYAL HASTALIKLAR
Bir
çok genetik nörodejeneratif hastalığın belirti ve bulgularının bir kısmı
medulla spinalisi oluşturan yapıların hasarına bağlıdır. Burada omurilik
tutulmasının ön planda olduğu bir hastalık grubundan söz edilecektir.
Herediter
spastik parapleji (HSP) (Familyal
spastik parapleji, Strumpell-Lorrain sendromu):
1880’de Strumpell’in tanımladığı, daha sonra Lorrain tarafından etraflı
şekilde tartışılmış olan bu sendromun prevalansı 2-10/100.000 olarak bildirilmiştir.
Bacaklarda çok yavaş ilerleyen simetrik spastisite ve kuvvetsizlik, yürüme
güçlüğü, artmış tendon refleksleri ve ekstansör taban derisi refleksinden
oluşan bir klinik tablo söz konusudur. İdrar aciliyeti gibi sfinkter kusurları,
alt ekstremite distallerinde uyuşmalar ve bozulmuş vibrasyon duyusu gibi
duysal semptomlar bulunabilir. Komplike olmayan tiplerinde sadece
bu belirti ve bulgulara rastlanırken, komplike
formlarında epileptik nöbetler, demans, kas atrofileri, ekstrapiramidal
bulgular, periferik nöropati ve katarakt gibi ek anormallikler görülür.
Kortikospinal
traktuslar ve daha az oranda arka kordonlarda, bu traktusların distal kesimlerinde
en belirgin olan aksonal dejenerasyon söz konusudur. HSP’nin genetik geçişi
ileri derecede heterojendir. Dominant geçişli formlar resesiflere göre
daha sıktır (Tablo 8).
Tablo
8.Herediter
spastik paraparezilerin sınıflanması (Kaynak 19’dan)
Belirti ve bulgulara göre Harding
sınıflaması |
|
Saf (komplike
olmayan) HSP |
Spastik paraparezi, sfinkter kusurları
ve hafif-orta duyu bozukluğu ile birlikte |
Komplike (Kompleks) HSP |
Spastik paraparezi + ek sistemik
ve nörolojik bellirti ve bulgular |
Spastisitenin başlangıç yaşına göre
Harding sınıflaması |
|
Tip I |
Erken başlangıç (<35 yaş) |
Tip II |
Klasik (>35yaş) |
Geçiş paternine göre |
|
Otozomal dominant HSP |
SPG3A,
SPG4, SPG6, SPG8, SPG9, SPG10, SPG12, SPG13, SPG17, SPG19, SPG29, SPG31,
SPG33, SPG36, SPG37, SPG38, SPG41, SPG42, SPG72, SPG73 |
Otozomal resesif HSP |
SPG5,
SPG7, SPG11, SPG14, SPG15, SPG18, SPG20, SPG21, SPG23, SPG24, SPG25,
SPG26, SPG27, SPG28, SPG30, SPG32, SPG35, SPG39, SPG43, SPG44, SPG45/SPG65,
SPG46, SPG47, SPG48, SPG49, SPG50, SPG51, SPG52, SPG53, SPG54, SPG55,
SPG56, SPG57, SPG58, SPG59, SPG60, SPG61, SPG62, SPG63, SPG64, SPG66,
SPG67, SPG68, SPG69, SPG70, SPG71, SPG72, SPG74 |
X-e bağlı HSP |
SPG1,
SPG2, SPG16, SPG22, SPG34 |
Mitokondrial HSP |
MT-ATP6,
MT-TI,
MT-CO3,
MT-ND4
|
İntrasellüler fizyopatolojik mekanizmalara
göre |
|
Membran trafiği ve organel şekillenmesi |
SPG3A,
SPG4, SPG6, SPG11, SPG15, SPG18, SPG20, SPG31, SPG59, SPG60, SPG61, SPG62,
SPG69, SPG72 |
Aksonal transport |
SPG4,
SPG10, SPG30, SPG58 |
Mitokondri işlev bozukluğu |
SPG7,
SPG20, SPG31 |
Lipid metabolizması bozukluğu |
SPG5,
SPG26, SPG28, SPG35, SPG39, SPG46, SPG54, SPG56 |
Miyelinizasyon bozukluğu |
SPG1,
SPG2, SPG39, SPG42, SPG67 |
HSP’nin
doğal gidişini değiştirecek bilinen bir tedavi yoktur. Bununla birlikte
klinik gidiş oldukça iyidir. Ergenlikten sonra başlayan olgularda genellikle
yavaş bir progresyon izlenirken erken çocuklukta başlayanlarda fark edilir
bir progresyon görülmeyebilir. Komplike olmayan HSP’lerde üst ekstremitelerde
ve bulber kaslarda kuvvetsizlik, konuşma ve yutma güçlüğü, kranial sinir
tutulmaları, kas atrofisi ve fasikülasyonlar, periferik nöropati bulguları
görülmez. Böyle bulguların görüldüğü hastalarda diğer tanı olasılıklarını
düşünmek gerekir.
ÜST EKSTREMİTE
DİSTALİNİN JÜVENİL MÜSKÜLER ATROFİSİ (Hirayama Hastalığı)
Hirayama tarafından
1959’da tanımlanan bu hastalıkta elde ve önkolda yavaş ilerleyen, unilateral
veya asimetrik şekilde bilateral kas kuvvetsizliği ve atrofisi ortaya çıkar.
Genellikle hızlı boy atma dönemindeki gençlerde görülür (onlu ve erken
yirmili yaşlar). Önkoldaki atrofiden genellikle C6 innervasyonlu
brakioradialis kası kurtulur (oblik amiyotrofi). Duyu kusuru yoktur veya
motor belirti ve bulgulara oranla çok geri plandadır. Klinik tabloya yol
açan spinal önboynuz hasarından, özellikle boyun fleksiyonu sırasında dural
kesenin öne doğru aşırı deplasmanı nedeniyle omuriliğin ezilip düzleşmesi
ve bundan kaynaklanan iskemik değişikliklerin sorumlu olduğu düşünülmektedir
(Şekil 46).
Şekil 46. Hirayama hastalığı.
T1 (A) ve T2 (B) ağırlıklı sagital
MR kesitlerinde orta-alt servikal omurilikte atrofi ve hiperintens sinyal
değişikliği (T2 ağırlıklı)
izlenmektedir. Omuriliğin sağ tarafında belirgin olan incelme (C,
T2 ağırlıklı transversal kesit), boyun fleksiyonunda dural kesenin öne
doğru aşırı deplasmanı ile birlikte artmakta, posterior epidural aralık
genişlemektedir (D ve E). F ve G: Sağ önkol
ve elde atrofi. Önkoldaki atrofiden brakioradialis kasının etkilenmemiş
olduğuna dikkat ediniz.
Motor nöron hastalıklarının
çeşitli formlarında da üst ekstremiteleri tutan ilerleyici alt motor nöron
hasarı bulguları görüldüğünden, bu iki tablonun ayırt edilmesi güçtür.
Bununla birlikte, Hirayama hastalığında alt motor nöron tutulması bulguları
bacaklara ve kranial alana yayılmaz, piramidal bulgular görülmez ve hastalığın
ilerlemesi (sürekli progresyon gösteren motor nöron hastalıklarının aksine)
birkaç yıl progresyon gösterdikten sonra genellikle durur (5 yılda olguların
%73’ünde). Motor nöron hastalıklarında EMG ile yaygın önboynuz hasarı bulguları
gözlenirken, Hirayama hastalığında bu bulgular servikal segmentlere sınırlı
kalır. Ayırıcı tanıda prognozu kötü olan dejeneratif önboynuz hastalığı
bulunduğu için, üst ekstremitede asimetrik kuvvetsizlik ve atrofi ile başvuran
genç olgularda bu iyi prognozlu hastalığın düşünülmesi önem taşımaktadır.
Benzer dağılımda kas atrofileri yapan siringomiyeliler ise, tipik duyu
kusurunun önde gelen bir bulgu olması ile ayırt edilir.
Hirayama hastalığının
tedavisinde progresyonun önlenmesi için omurganın stabilizasyonunu ve spinal
dekompresyonu amaçlayan operasyon yöntemleri tanımlanmıştır. Bununla birlikte,
olguların büyük kısmında progresyon bir aşamada spontan olarak durabilmektedir.
Bu nedenle, nörolojik tablonun ilerleyici olduğu dönemde aşırı kol ve boyun
hareketine neden olan egzersiz ve işlerin engellenmesi, hareketi kısıtlayıcı
boyunluklar verilmesi de progresyonu engelleyebilir.
Dipnot
Bu bölümün hazırlanmasına zevk ve heyecanla çalışmakta olan sevgili Prof.
Dr. Ömer Faruk Ünal’ı zamansız şekilde kaybettik. Kendisine ait kısımları
içeren dosyaları ailesinin desteği ile bilgisayarından alarak düzenledik.
Bu arada, alıntı olması mümkün bazı çizimlerin kaynaklarını bulamadığımız
için bu kaynakları belirtemedik. Bu eksikliğin hoş karşılanacağını umuyoruz.
Faruk Hoca’nın bilgisayar dosyalarına
ulaşmamız konusundaki yardımları için Sayın Sinan Ünal’a ve Doç. Dr. Pulat
Akın Sabancı’ya teşekkür ederiz.
Kaynaklar
1. Byrne
TN, Waxman SG. Spinal cord compression. Philadelphia: FA Davis; 1990.
2. Steinmetz MP, Benzel EC. Benzel’
Spine Surgery. Elsevier; 2017.
3. Cho
TA, Bhattacharyya S: Approach to myelopathy. Continuum (Minneap Minn) 2018;24 (2, spinal
cord disorders): 386-406
4. Denis F: The
three column spine and its significance in the classification of acute thoracolumbar
spinal injuries. Spine 1983; 8: 817-831
5. Ginsberg
L. Myelopathy: Chameleons and mimics. Pract Neurol 2017;17:6-12
6. Greenberg MS. Handbook
of Neurosurgery. Thieme;
2010
7. Hauser SL., Ropper
AL. Diseases of the spinal cord. İçinde: Hauser SL, Josephson SA. Harrison’s Neurology
in Clinical Medicine. New York: McGraw Hill; 2017. s: 490-504
8. Hirayama
K: Juvenile muscular atrophy of distal upper extremity. Internal
Medicine 2000;39:283-290
9. Jung JM., ve ark. The long-term reoperation
rate following surgery for lumbar stenosis: A nationwide sample cohort
study with a 10-year follow-up. Spine 2020. Doi: 10.1097/BRS.0000000000003515
10. Kaya U. Acil
Nöroşirürji Problemleri, Dahili ve Cerrahi Hastalıklar. İstanbul: Yenilik
Basımevi; 1976
11. Kramer
CL. Vascular
disorders of the spinal cord. Continuum
(Minneap Minn) 2018;24(2, spinal
cord disorders):407-426
12. Kumar
N. Metabolic
and toxic myelopathies. Semin Neurol 2012;32:123-136
13. Marelli
C, ve ark: Spinal cord involvement in adult-onset
metabolic and genetic diseases. J Neurol Neurosurg Psychiatry
2019;90:211-218.
14. Matgé G1, Berthold
C, Gunness VR, Hana A, Hertel FJ. Stabilization with the dynamic cervical implant: a novel treatment approach following
cervical discectomy and decompression. Neurosurg Spine. 2015;22:237-245
15. Menezes AH, Sonntag
VKH. Principles of Spinal
Surgery. New York: McGraw-Hill; 1996.
16. Pestronk
A. Spinal
cord disorders. http://neuromuscular.wustl.edu/spinal.html
17. Ropper A, Samuels
MA, Klein JP, Prasad S. Adams and Victor’s Principles of Neurology 11th
Ed. New York: McGraw-Hill; 2019.
18. Schwendimann
RN. Metabolic and toxic myelopathies. Continuum (Minneap Minn) 2018; 24(2,
spinal cord disorders): 427–440.
19. de Souza PVS,
de Rezende Pinto WBV, de Rezende Batistella GV, Bortholin T & Bulle
Oliveir AS. Hereditary Spastic Paraplegia: Clinical and Genetic Hallmarks. Cerebellum 2017; 16:525–551.
20. Tarcan B. Omurilik Travmaları, Nöroloji, İstanbul
Tıp Fakültesi Klinik Ders Kitapları, İstanbul: Taş Matbaası; 1981.
21. Tettenborn B,
Hägele-Link S. Spinal cord disorders. Eur Neurol 2015;74:141–146
22. Uygunoğlu U ve
ark: Myelopathy in Behçet’s
Disease. The bagel sign. Ann Neurol 2017;82:288
23. Ünal F, Turantan
İ, Barlas O, Hepgül K, Döşoğlu M: Pediatric atlanto-occipital articulation
trauma. Neuro-Orthopedics 19: 39-44, 1995
24. Wingerchuk
DM. Immune
mediated mtyelopathies. Continuum (Minneap Minn) 2018;24(2, Spinal
cord disorders): 497-522.
25. Zalewski NL,
Flanagan EP. Autoimmune and
paraneoplastic myelopathies. Semin Neurol 2018;38:278-289