MERKEZİ
SİNİR SİSTEMİNİN HEREDİTER MİYELİN HASTALIKLARI/LÖKODİSTROFİLER
Yazanlar: Pınar
Topaloğlu, Zuhal Yapıcı, Mefkûre Eraksoy
LÖKODİSTROFİ
SINIFLAMASI
Ak madde hastalıkları,
genç erişkinlerde multipl skleroz ve yaşlılarda vasküler hasarı akla getirse
de, çocukluk çağında çok sayıda mendelien kalıtımlı genetik hastalığa işaret
eder. Lökodistrofiler, merkezi sinir sisteminin (MSS) başlıca ak maddesini etkileyen,
çoğunlukla monogenik ve nadir görülen nörolojik hastalıkların grubunu
simgeleyen bir terimdir. Yenidoğan ve erken çocukluk döneminden, ergen ve
erişkin döneme kadar her yaşta görülebilir. Kalıtsal ak madde hastalıkları,
lökodistrofi adını alana kadar uzun bir dönem geçmiştir. Bu dönemin tarihsel
gelişimi ve sınıflamaya gidilen yol sırasında birçok hastalığın patofizyolojisi
anlaşılmış ve yeni hastalıklar tanımlanmıştır.
Bilimsel veriler
arttıkça multipl skleroz gibi primer olarak miyelini etkileyen hastalıklarla,
primer olarak nöronun veya aksonun etkilendiği dejeneratif hastalıklar
arasındaki sınır belirsizleşmeye başlamıştır. Primer miyelin hastalığı olarak
bilinen multipl sklerozda bile erken ve önemli miktarda aksonal hasar oluştuğu,
herediter ak madde hastalıklarının bir kısmında belirgin akson kaybı geliştiği,
infantil başlangıçlı olanların bir kısmında da kaybolan ak maddenin daha sonra
düzeldiği gözlenmiştir. Primer nöronal/aksonal hastalıklarla, primer miyelin
hastalıklarının ayrımındaki zorluktan dolayı, miyelinin ön planda etkilendiği
bütün ak madde hastalıkları ‘lökoensefalopati’ terimi altında toplandı. ‘Ak
madde hastalıkları’ veya ‘Lökodistrofi’ terimi ise doğrudan veya
oligodendrositler aracılığıyla dolaylı olarak gelişen, başlıca miyelinin
etkilendiği, genetik hasarla oluşan ve klinik olarak ilerleyici olan herediter hastalık
grubunu şemsiyesi altında toplar. İlk olarak 1928’de metakromatik lökodistrofi
ile kullanılmaya başlanan bu terim Grekçe kökenlidir (leuko: beyaz; dys: kayıp;
trophy: büyüme).
Doku ayrımının sınırlı
olmasına rağmen, bilgisayarlı tomografinin (BT) tanıda kullanılmaya
başlamasıyla tüm lökoensefalopatilerin neden olduğu MSS hasarı in vivo olarak
görülmeye başlanmıştır. Fakat mevcut hastalıkların yaptığı hasarın
değerlendirilmesinde ve zamanla birçok yeni lökodistrofinin tanımlanmasında
asıl çığır açan gelişme manyetik rezonans görüntüleme (MRG)’nin kullanılmaya
başlaması olmuştur. Öncesinde vücut sıvılarını ve enzim analizlerini temel alan
tanı algoritmaları tamamen değişmiş ve lökoensefalopatilerin tanımlanmasında
van der Knaap ve arkadaşlarının liderliğinde ‘MRG patern tanıma’ sistemi
gündeme gelmiştir. Tüm beyin parankiminin ayrıntılı anatomik gruplara ayrılarak
tek tek incelendiği bu sistem birçok yeni lökodistrofinin daha iyi
anlaşılmasını ve megalensefalik kistik lökoensefalopati (megalencephalic
leukoencephalopathy with subcortical cysts - MLC) ve yüksek laktatlı ve beyinsapı
ve omurilik tutulumlu lökoensefalopati (leukoencephalopathy with brainstem and
spinal cord involvement and lactate elevation - LBSL) gibi yeni hastalıkların tanımlanmasını
sağlamıştır.
Lökodistrofi şemsiyesi
altındaki hastalıklarda miyelinin etkilenme şekilleri farklıdır ve bu
tanımlamalar sınıflandırmanın patofizyolojik temellerini anlamaya yardımcı olarak
düşünülmektedir. Genel olarak kullanılan tanımlamalar aşağıdaki gibidir:
-
Demiyelinizasyon:
Miyelinin, normal olarak oluşumundan sonra primer ve selektif olarak
oligodendroglia ve miyelin membranlarının tutulumu sebebiyle kaybıdır.
-
Hipomiyelinizasyon:
Miyelin deposundaki belirgin ve kalıcı kayıptır.
-
Dismiyelinizasyon:
Miyelinizasyon işleminin hasara uğraması ve kayıptan çok düzensiz, anormal
görünümlü ve yamasal tarzda bozuk bir miyelin oluşumunun gerçekleşmesidir.
-
Gecikmiş
miyelinizasyon: Miyelin depolanması gecikmiştir fakat bu progresif değildir.
Buna en iyi örneklerden biri malnütrisyondur.
-
Miyelin
hastalıkları: Yukarda tanımlanan terimlerin tümünü içerir.
Bu kitapta tüm klinik
ve laboratuvar çalışmalarının ışığı altında en güncel ve aydınlatıcı olan iki
tip sınıflamadan bahsedilecektir. Birincisi klinik bir sınıflama, diğeri ise
van der Knaap’ın 2017’de önerdiği patoloji temelli sınıflamadır. İki sınıflama
da Tablo 1 ve Tablo 2’de orijinal
listelerinden Türkçe’ye çevrilerek gösterilmiştir.
Tablo
1.
Lökodistrofilerin Klinik Sınıflaması (van
der Knaap M, 2017’den izinle uyarlanmıştır)
a.
Metakromatik lökodistrofi b.
Multipl sülfataz eksikliği c.
Globoid hücre lökodistrofisi (Krabbe hastalığı) d.
GM1 gangliosidoz e.
GM2 gangliosidoz f.
Fabry hastalığı g.
Fukosidozis h.
Mukopolisakkaridoz i.
Sialik asit depo hastalıkları j.
Nöronal seroid lipofuksinozis
a.
Peroksizom biyogenez defektleri b.
Bifonksiyonel protein eksiklikleri c.
Asil-CoA redüktaz eksiklikleri d.
X’e bağlı adrenolökodistrofi ve adrenomiyelonöropati e.
Refsum hastalığı
a.
Mitokondriyal miyopati, ensefalopati, laktik asidoz ve
inme benzeri epizodlar (MELAS) b.
Leber’in herediter optik nöropatisi c.
Kearns-Sayre sendromu d.
Mitokondriyal nörogastrointestinal ensefalomiyopati
(MNGIE) e.
Leigh sendromu ve mitokondriyal lökoensefalopatiler f.
Piruvat karboksilaz eksikliği g.
Multipl karboksilaz eksikliği h.
Serebrotendinöz ksantomatozis
a.
Cockayne sendromu b.
Fotosensitiviteli lökodistrofi
a.
Pelizeus-Merzbacher hastalığı b.
18q- sendromu
a.
Fenilketonüri b.
Glutarik asidüri tip 1 c.
Propiyonik asidemi d.
Non-ketotik hiperglisinemi e.
Akçaağaç şurubu hastalığı f.
3-hidroksi-3-metilglutaril-KoA liyaz eksikliği g.
Canavan hastalığı h.
L-2-hidroksiglutarik asidüri i.
D-2-hidroksiglutarik asidüri j.
Hiperhomosisteinemi k.
Üre siklus defektleri l.
Serin sentez defektleri |
a.
Sülfit oksidaz eksikliği ve molibdenum kofaktör
eksikliği b.
Galaktozemi c.
Sjögren-Larsson sendromu d.
Lowe sendromu e.
Wilson hastalığı f.
Menkes hastalığı g.
Premutasyon frajil X h.
Ito’nun hipomelanozisi i.
Inkontinentia pigmenti j.
Alexander hastalığı k.
Dev aksonal nöropati l.
Megalensefalik kistik lökodistrofi m.
Konjenital musküler distrofiler n.
Miyotonik distrofi tip 1 o.
Proksimal miyotonik distrofi p.
X’e bağlı Charcot-Marie-Tooth hastalığı q.
Okülodijitodental displazi r.
Kaybolan ak madde hastalığı s.
Aicardi-Goutieres sendromu ve varyantları t.
Kalsifikasyonlu kistik lökodistrofi u.
Beyinsapı ve omurilik tutulumlu lökodistrofi ve yüksek
laktat v.
Bazal ganglia ve serebellum atrofisiyle hipomiyelinizasyon w.
Nöroaksonal sferoidli herediter diffüz lökoensefalopati x.
Dentatorubropallidolusyan atrofi y.
Amiloid anjiopati z.
Subkortikal infarktlı serebral otozomal dominant
arteriopati ve lökoensefalopati (CADASIL) aa.
Subkortikal infarktlı serebral otozomal resesif arteriopati
ve lökoensefalopati (CARASIL) bb.
Nasu-Hakola hastalığı cc.
Pigmenter ortokromatik lökodistrofi dd.
Erişkin otozomal dominant lökodistrofiler |
Tablo
2.
Lökodistrofilerde van der Knaap’ın patoloji temelli sınıflaması (van der Knaap M, 2017’den izinle uyarlanmıştır).
Miyelin
hastalıkları Hipomiyelinizasyon a.
Pelizeus Merzbacher hastalığı b.
Periferik nöropati, santral hipomiyelinizasyon,
Waardenburg- Hirschsprung c.
Erken miyelinize alanların hipomiyelinizasyonu Demiyelinizasyon a.
Metakromatik lökodistrofi b.
Multipl sülfataz eksikliği c.
Globoid hücre lökodistrofisi d.
X’e bağlı adrenolökodistrofi, serebral formu Miyelin vakuolizasyonu a.
Lökoensefalopati ile giden mitokondriyal hastalıklar b.
Fenilketonüri c.
Canavan hastalığı d.
Amino asit metabolizma hastalıklarının bir kısmı e.
Cx32 ilişkili (X’e bağlı) Charcot Marie Tooth hastalığı Astrositopatiler a.
Alexander hastalığı b.
Megalensefalik kistik lökodistrofi c.
CIC-2 ilişkili hastalık d.
Kaybolan ak madde hastalığı e.
Aicardi-Goutieres sendromu ve varyantları f.
Okulodentodijital displazi g.
Dev aksonal nöropati |
Löko-aksonopatiler
1.
GM1 ve GM2 gangliosidozlar 2.
İnfantil nöronal seroid lipofuksinozis 3.
AGC1 ile ilişkili
hastalık 4. AIMP1 ile ilişkili hastalık 5. HSPD1 ile ilişkili hastalık
Mikrogliopatiler
1.
Sferoidli herediter diffüz lökoensefalopati 2.
Pigmenter ortokromatik lökodistrofi
Löko-vaskülopatiler
|
Çok çeşitli hastalık
gruplarını içeren ve uzun bir liste oluşturan tüm herediter miyelin
hastalıklarından görece sık görülenler, patolojik sınıflamayı temel alan bir
düzende aşağıda özetlenmiştir:
HİPOMİYELİNİZAN
LÖKODİSTROFİLER
Hipomiyelinizan ak madde
hastalıkları, tüm lökodistrofilerin yaklaşık %20’sini oluşturan ve kalıcı
miyelin kaybının olduğu geniş bir gruptur. Altta yatan genetik etyolojiye bağlı
olarak miyelin kılıfları düzgün oluşmamaktadır ve bu da miyelin fizyolojisini
değiştirir. Hipomiyelinizan lökodistrofilerde genel olarak motor fonksiyonları
ön planda tutan global bir gelişim geriliği, hipotoni, spastisite, ataksi ve
distoniyi içeren nörolojik semptomlar ve T2 ağırlıklı MRG kesitlerinde ak
maddede hiperintensite görülür. Altta yatan genetik defisit,
oligodendrositlerin miyelinizasyonunun yapısal, fonksiyonel ve gelişimsel
olarak etkilenmesine yol açar.
Pelizeus-Merzbacher
Hastalığı
Pelizeus-Merzbacher
Hastalığı (PMH), 100,000 canlı erkek doğumda 1,45-1,9 oranında görülür. Xq22
kromozom üzerindeki proteolipid 1 (PLP1)
genindeki mutasyon sonucu oluşan, X’e bağlı resesif geçiş gösteren bir
lökodistrofidir. PLP1 miyelin
yapısını oluşturan proteinin yaklaşık yarısını oluşturur. Gen duplikasyonu en
sık görülen mutasyondur (% 60-70), ancak missens mutasyon (%10-15), insersiyon
ve delesyon da görülebilmektedir. PMH, görece daha selim seyirli bir hastalık
olan ve yine PLP1 mutasyonu sonucu
X’e bağlı spastik parapleji tip 2 (SPG2) ile alellik olan bir hastalıktır.
Son yıllarda PMH kliniği taşıyan fakat
X geçişli karakter göstermeyen olgular da tanımlanmıştır. Otozomal resesif
geçişli (OR) bu formda “gap junction” protein mutasyonu (GJA12, 1q41-42 kromozomu) sorumlu tutulmuştur. Bu hastalık ‘Pelizeus-Merzbacher
benzeri hastalık’ olarak isimlendirilmiştir. GJC2, oligodendrositlerin sahip olduğu iki konneksinden biri olan
konneksin 47’nin (Cx47) fonksiyonunu bozar ve hücreler arası bağlantı
(gap-junction) kaybolur.
Klinik olarak PMH,
klasik ve konnatal olmak üzere iki tabloya ayrılır. Gen duplikasyonu sonucu
görülen klasik formda, etkilenen erkek çocuklarda yenidoğan döneminde pandüler
nistagmus görülür ve bunu psikomotor gerilik takip eder. Baş tutmanın
gecikmesinin ön planda olduğu aksiyal hipotoni, baş titubasyonu, çok canlı
derin tendon refleksleri, ataksi, dizartri, ekstrapiramidal bulgular ve optik
atrofi görülür. Nistagmus zamanla kaybolabilir. Klasik PMH hastaları desteksiz
oturamaz ve yürüyemezler, kognitif yıkım görülse de genellikle motor gerilik
kadar belirgin değildir. Klasik PMH olan
erkek çocukların annelerinde bazen mesane disfonksiyonu, kişilik değişikliği,
polinöropati, spastisite ve demans gibi bulgular görülebilir.
Konnatal PMH’da (Seitelberger
tipi olarak da adlandırılır) semptomlar doğumdan hemen sonra başlar,
mikrosefali, ağır hipotoni, beslenme güçlüğü ve solunum sıkıntısı ile seyreder.
Motor ve mental gelişim basamakları klasik formdan çok daha geridir. Transizyonel PMH ise bu iki form arasında bir
klinikle giden ve daha nadir görülen üçüncü bir tablodur. Bu tabloda PMH’da çok
nadir görülen dirençli nöbetler görece sıktır.
Klasik form başta
olmak üzere ergen dönemlere kadar hastalık yavaş seyreder, gelişimin bazı
basamaklarında ilerleme bile kaydedebilir. Ergenlik döneminden sonra progresyon
hızlanır ve kognitif gerilik belirginleşmeye başlar. Klasik formda hastalar ikinci ve üçüncü onyıla
kadar sağ kalırken, konnatal formda genellikle birinci onyılda kaybedilirler.
SPG2’nin saf formunda
bacakların kollardan daha ön planda tutulduğu spastisite görülür. İntansiyonel
bir tremor buna eşlik edebilir fakat başka bir nörolojik sorun ve kognitif
problem yoktur. Hastalık çok yavaş seyirlidir ve yaşam süresi normaldir. SPG2
ve PMH ailelerinin klinik bulgularında örtüşme çok fazladır. Bu durumdan da PLP mutasyonlarının konnatal formdan
başlayarak, klasik PMH’ya ve oradan saf SPG2’ye kadar giden bir spektruma neden
olduğu anlaşılmaktadır. PLP1 mutasyon
tipleriyle oluşan genotip-fenotip korelasyonu Şekil 1’de özetlenmiştir. Nörolojik bulgulara göre en ağırı 0 ve en
hafifi 4 olan konnatal, klasik ve SPG2 tablolarının spektrumunu ve ilişkili
mutasyon tiplerini kısaca özetlemektedir.
Şekil 1. PLP1 mutasyon tipleri ve genotip-fenotip
korelasyonunun şematik özeti (Inoue K, 2019’dan uyarlanmıştır).
Görüntüleme: Kranial BT, PMH tanısını koymakta sadece ileri
dönemdeki atrofiyi gösterebileceği için yetersizdir. T2 ağırlıklı incelemeler
miyelin kaybının olduğu tüm ak madde alanında yüksek sinyal intensitesi gösterirken,
T1 ağırlıklı incelemelerde düşük sinyal intensitesi görülür. Miyelin miktarı
ile klinik arasında ters orantı vardır. Konnatal formda zaman zaman hiç miyelin
görülmez. Miyelin yapımı durmuştur ve tekrarlayan MRG’lerde bunun kalıcı olduğu
görülür (Şekil 2). Buna benzer ağır
miyelin kaybı bazı DNA tamir defektlerinde ve sialik asit depo hastalıklarında
da görülebilir, fakat klinik bulgular ve biyokimyasal analizler ile bu tanıları
dışlamak genellikle zor değildir. Ek olarak, Cockayne sendromunda PMH’dan
farklı ve tipik olarak bazal ganglia kalsifikasyonu görülür. Gen delesyonu ya
da “null” mutasyon gibi nedenlere bağlı hafif formlarda ise daha çok
subkortikal alanlarda yamasal miyelin bölgeleri görülebilir. Daha çok damar
çevrelerindeki küçük miyelinize alanlar alacalı bir ak madde görünümüne yol
açarak ‘tigroid patern’ gösterir. Korpus kallozum miyelinli aksonların miyelin
kaybına bağlı olarak incedir. Beyinsapında ve zaman zaman da serebellumda miyelinizasyon
vardır. Hastalanan çocuklar büyüdükçe genel bir atrofi görülür. SPG2
hastalarında daha hafif ve yaygın hipomiyelinizasyon görülür ve bir kısım
hastada sadece hafif periventriküler tutulum vardır. X’e bağlı resesif geçişli
ve OR resesif geçişli hastalar arasında MRG bulgularındaki ak madde tutulumu
çok benzerdir. Difüzyon tensör görüntüleme (DTI), ak madde içeriğini göstermede
ve konvansiyonel T1 ve T2’de görülmeyen erken dönem beyin anomalilerini
belirlemede önemli bir yere sahiptir. Kliniğimizde yapılan bir çalışmada, 6 OR,
13 X’e bağlı resesif geçişli PMH tanısı alan hastanın DTI-lif traktografi değerleri
de korele bulunmuştur (Şekil 3).
Serebral ak maddenin proton MRG spektroskopisi genellikle
normaldir. Bazı hastalarda miyelin kaybına ve ilişkili daha yoğun aksonal
paketlenmeye bağlı olarak N-asetilaspartat konsantrasyonları artmıştır.
Hastaların bir kısmında da oligodendrosit kaybına bağlı azalan membran
döngüsündeki azalmayla ilişkili olarak düşük kolin miktarı görülür.
Tanı: Rutin laboratuvar ve metabolik testler ile BOS bulguları
PMH’da normaldir. Düzensiz nistagmoid
göz hareketleri ve motor retardasyon başta olmak üzere klinik bulgular, hipomiyelinizasyonun
radyolojik bulgularının varlığı, PLP1 mutasyonlarının
varlığı ile tanı kesinleşir.
Tedavi: Günümüzde etkili bir tedavisi olmadığı bilinen
PMH’da, intratekal umbilikal kordon
kaynaklı kök hücre tedavisi çalışmaları ve tartışmaları devam etmektedir. İki
PMH hastasında umbilikal kordon kaynaklı kök hücre uygulamasıyla nörokognitif
düzelme, klinik olarak stabilleşme ve miyelinizasyonda görece düzelme olduğu yayınlanmış
olsa da etki mekanizması halen tartışmalıdır.
PMH hastalarına
önerilen diğer bir tedavi seçeneği kolesterolden zengin diyettir. Bu diyetin
klinik fenotipi düzelttiği ve progresyonu önlediği fare modellerinde
gösterilmiştir. Fakat tek bir hasta örneğinde aynı tedavinin bir etkisi
olmamıştır.
Şekil 2. Pelizeus-Merzbacher
hastalığı tanılı hastada yaygın ve az miktarda da tigroid patern gösteren ak
madde hiperintensitesinin olduğu aksiyel T2 ağırlıklı kesit (solda) ve belirli bölgelerin
görece hipointens olduğu aksiyel T1 ağırlıklı kesit (sağda).
Şekil 3. Pelizeus-Merzbacher
hastalığı olan bir olgu (solda) ve sağlıklı bir kontrolün (sağda) DTI-lif traktografi
görüntülerinde normale göre azalmış ak madde içeriği (korpus kallozumda anlamlı
düşük fraksiyonel anizotropi değeri ile doğrulanmıştır).
4H Sendromu
Hipomiyelinizasyon,
hipodonti ve hipogonadotropik hipogonadizmin klinik bulgularını taşıdığı için
bu isim verilmiştir. OR kalıtım gösterir. Hipodonti gibi bir sistemik muayene
bulgusu, lökodistrofilerde diğer herediter nörolojik sendromlarda olduğu gibi
nörolojik muayene ile birlikte sistemik muayenenin unutulmaması gerektiğini
desteklemektedir. Bu sendrom, Pol III ilişkili lökodistrofiler grubuna aittir
ve motor disfonksiyon, anormal diş gelişimi ve hipogonadotropik hipogonadizm
bulguları ile çeşitli klinik fenotiplere yol açar. RNA polimeraz III’ün (Pol
III) iki büyük subünitesini kodlayan POLR3A
ve POLR3B’nin beyinde anormal tRNA
düzeyine yol açan mutasyonları nedeniyle oluşur. 4H sendromu dışındaki diğer
Pol III ilişkili lökodistrofiler; ataksi, gecikmiş diş oluşumu ve hipomiyelinizasyon
(ataxia, delayed dentation and hypomyelination-ADDH), santral hipomiyelinizasyonlu
tremor-ataksi (tremor-ataxia with central hypomyelination-TACH), oligodontili
lökodistrofi ve serebellar atrofili ve korpus kallozum hipoplazili hipomiyelinizasyon
(leukodystrophy with oligodontia (LO) and hypomyelination with cerebellar
atrophy and hypoplasia of the corpus callosum – HCAHC)’dur.
4H’de
başlangıçta motor gelişim normaldir ve çocuklar sıklıkla 18 aydan önce yürümeyi
başarırlar. Fakat 3 yaşında sarsaklık ve düşmeler başlar. Nörolojik muayenede
ataksi, dizartri, dismetri ve nistagmus görülür. Onlu yaşlarda piramidal
bulgular da tabloya eklenir ve kognitif fonksiyonlar görece korunurken
yürüyemez hale gelirler.
Kranial
MRG’de supratentoriyal ak maddede internal kapsülün arka bacağının ve optik radyasyonun
korunduğu yaygın bir T2 sinyal artışı vardır. Depolanan miyelin miktarına bağlı
olarak T1 sinyali hipointensten hiperintense kadar değişir. Vermisin ön planda
etkilendiği serebellar atrofi görülse de T2’deki miyelinizasyonu normale
yakındır.
DEMİYELİNİZAN
LÖKODİSTROFİLER
Metakromatik
Lökodistrofi
İnsidansı 1/40,000 olan metakromatik
lökodistrofi (MLD), OR geçişli bir hastalıktır. MLD, aril sülfataz A enziminin
eksikliğine bağlı bir lizozomal depo hastalığıdır. Aril sülfataz A, kromozom
22q13.3-gter’de bulunan ARSA geni
tarafından kodlanır ve mutasyon sonucunda santral ve periferik sinir
sisteminde, böbreklerde, testislerde ve safra kesesi gibi iç organlarda
sülfatid birikir. MLD de adını ak madde patolojisinde metakromatik boyanan
sülfatid birikiminden alır. ‘Metakromazi’ terimi bazı katyonik boyaların mavi
olan renklerinin pembe veya kahverengiye dönmesi için kullanılan bir terimdir.
Aril sülfataz A’nın parsiyel
kaybı (R veya A alelleri) jüvenil ve/veya erişkin başlangıçlı MLD’ye yol
açarken, tamamen kaybı (I veya O alelleri) erken infantil MLD ile ilişkilidir.
I ve A alelleriyle olan birleşik heterozigotluk genellikle jüvenil başlangıçlı
MLD’ye yol açar. ARSA’da sık polimorfizm görüldüğünden, düşük aril sülfataz
aktivitesiyle oluşan sülfatid birikimi olmadan MLD tanısı koyulamaz.
MLD’nin başlangıç yaşına
bağlı ayrılan üç ana klinik alt tipi vardır. Geç infantil formu tüm MLD
grubunun % 50-60’ını oluşturur ve 30. aydan önce başlar. Erken dönemde motor ve
mental gelişim basamakları normaldir ve daha sonra yürüyüş başta olmak üzere
kaba motor becerilerde kayıp oluşur. Bunu konuşma bozukluğu izler.
Başlangıçtaki kas zaafı ve hipotoniyi spastisite izler, ardından da tonik
spazmlar ve deserebre postür gelişir. Periferik sinir sistemi tutulumu merkezi sinir
sisteminden önce olabileceğinden bazı hastaların tanısı Guillain-Barré sendromu
veya spastik dipleji ile karışabilir. Erken dönemde normal bir motor mental
gelişim gösterip ardından motor becerilerini kaybeden her çocukta lökosit ve idrar
sülfatidleri taranarak MLD dışlanmalıdır.
Jüvenil MLD 30 ay ile puberte
dönemi arasında başlayan ve tüm olguların % 2-30’nu oluşturan alt tiptir. Bu
hastalarda da erken dönemde motor ve mental gelişim basamakları normaldir.
Psikomotor retardasyonun ön planda olduğu mental ve davranış değişiklikleri
görülür. Okul başarısızlığı, kişilik değişikliği ve yürüme bozukluğu MLD’yi
akla getiren önemli bulgulardır.
Erişkin yaşta görülen MLD
genellikle 12-14 yaşlarından sonra başlar ve tüm MLD hastalarının %15-20’sini
oluşturur. Davranış değişikliği, emosyonel labilite, madde kullanımı gibi
psikiyatrik bulgular hastaların bipolar hastalık, erken başlangıçlı demans gibi
yanlış tanılar almasına yol açabilir. Motor ve kognitif semptomlar ve buna
eşlik edebilen periferik nöropati MLD tanısını akla getirmelidir.
Safra kesesi tutulumu tüm
lökodistrofiler içinde MLD’ye özgüdür ve sülfatid birikimi ve epitel iritasyonuna
bağlıdır. Hastalar zaman zaman karın ağrısı, kusma ve biliyer kolik yaşayabilirler
ve ultrasonografide polip saptanabilir.
Görüntüleme:
MLD
hastalarının BT bulgularında simetrik, yaygın ak madde hipodansitesi görülür ve
atrofi hastalığın geç dönemlerine kadar görülmez. Serebellar ak madde
genellikle korunmuştur ve kontrast tutulumu yoktur.
Muhtemelen kranial MRG’de ilk
tutulan bölge korpus kallozumdur. Daha sonra tutulum periventriküler ak maddeye
yayılır. Genellikle simetrik bir tutulum vardır. Lezyonlar birleşme
eğilimindedir. Geç başlangıçlı olgularda frontal bölge ön planda tutulurken,
erken başlangıçlı olgularda oksipital bölgenin hakimiyeti vardır. Fakat tüm
olgularda serebral ak madde yaygın olarak etkilenmiştir (Şekil 4). Arkuat lifler görece korunmuştur ve geç dönemde
tutulurlar. Korpus kallozum hemen hemen tüm hastalarda etkilenmiştir. Tutulan
ak madde içinde, normale yakın bir sinyal intensitesinde izlenen ışınsal
çizgiler görülür. Perivasküler makrofajların miyelin yıkımı ve bazı sağlam
kalan miyelin kılıflarının bir arada olması nedeniyle bu ışınsal görünüm oluşur.
Tigroid patern olarak da tarif edilen bu bulgu MLD’ye özgü değildir ve Krabbe
gibi diğer lökodistrofilerde de görülebilir. Bu görünüm ileri evre hastalarda
genellikle saptanmaz. İleri evrede, internal kapsülün arka bacağı ile
beyinsapında piramidal traktus bölgesi etkilenen diğer bölgelerdir.
Şekil 4. Metakromatik
lökodistrofili bir hastada proton ağırlıklı aksiyel MRG kesitlerde ak maddede
görülen bilateral, simetrik, U liflerini etkilememiş yaygın sinyal artışı.
Tanı:
Kandaki
lökositlerde ve fibroblast kültüründe düşük aril sülfataz A düzeyi
saptandığında tanıyı destekler. Fakat %5-20 arasında polimorfizmlerden kaynaklanan
psödo-eksiklik unutulmamalıdır ve idrarda sülfatid ve ARSA mutasyonu kesin tanı için mutlaka bakılmalıdır.
Tedavi:
Kemik
iliği, umbilikal kordon veya her ikisinden elde edilebilen hematopoetik kök
hücre transplantasyonu asemptomatik çocuklarda etkilidir. Bu hastalar
genellikle semptomatik bir kardeş olduğu zaman saptanırlar ve tedaviden fayda
görebilirler. Hastalıkta stabil bir seyir kazanılmakla birlikte, transplant
sonrası kötüleşen olgular da bildirilmiştir.
Süregelen ilaç çalışmaları
içinde enzim replasman tedavisi de bulunmaktadır (ClinicalTrials.gov
Identifier: NCT01510028, ve ClinicalTrials.gov Identifier: NCT01887938). Diğer
çalışmalar umbilikal kordon kanı ve hematopoetik kök hücre gen tedavisidir
(ClinicalTrials.gov Identifier: NCT01560182 ve ClinicalTrials.gov Identifier:
NCT03392987). Lentivirüslerle modifiye edilmiş kök hücrelerle yapılan gen
tedavisi çalışmaları umut vericidir.
X’e
Bağlı Adrenolökodistrofi
X’e bağlı adrenolökodistrofi
(X-ALD) Xq28 üzerinde bulunan ABCD1
genindeki mutasyondan dolayı oluşan peroksizomal bir hastalıktır. ABCD1 doymuş ve dallanmamış
çok uzun zincirli yağ asitlerinin (ÇUZYA) β-oksidasyonu için gerekli olan
peroksizomal membran proteinini kodlar (ATP-binding cassette, subunit D).
Mutasyon sonucunda beyin, adrenal bezler ve testislerde çok uzun zincirli yağ
asitleri birikir.
ALD’nin klinik olarak ağır
serebral formdan asemptomatik olgulara kadar değişken fenotipleri vardır. En
sık görülen iki fenotip çocukluk çağı başlangıçlı serebral form ve erişkin
başlangıçlı adrenomiyelonöropatidir. En
erken bulgu etkilenen erkek çocukta görülen adrenal yetmezliktir. Bu bulgu
olguların %10’unda izole olabilir ve Addison tablosu olarak kalır. Çocukluk
çağı serebral form olguların %30-35’ini oluşturur ve etkilenen erkek çocuklarda
4-8 yaşlarında başlayan bilişsel etkilenme, davranış problemleri ve dikkat
eksikliği bulgularıyla başlar ve bunları konuşma bozukluğu, okul başarısızlığı
takip eder. Bu bulgulara 6 ay-2 yıl içinde motor, konuşma, görme ve işitme
problemleri eklenir. Hasta grubunun %40-45’inde daha sonra distal aksonopati
bulgularıyla beliren adrenomiyelonöropati gelişir. ALD’deki fenotip çeşitleri,
bulguları ve görülme sıklıkları Tablo 3’te
gösterilmiştir.
Tablo
3. X-ALD’de
görülen fenotiplerin klinik bulguları ve görülme sıklıkları (Waltmann
2018’den uyarlanmıştır).
Fenotip |
Özellikleri |
Görülme sıklığı |
Erkeklerde X’e bağlı adrenolökodistrofi fenotipleri |
|
|
Çocukluk
çağı, serebral |
3-10
yaş, ilerleyici bilişsel ve davranış değişikliği ve nörolojik defisit, 3
yaşında total kısıtlılık |
%
30-35 |
Ergenlik,
serebral |
11-21
yaş, çocukluk çağı serebral gibi, daha yavaş progresyon |
%
4-7 |
Adrenomiyelonöropati |
28±9
yaş, yavaş seyirli, distal aksonopati, yaklaşık %40 serebral tutulum |
%
40-45 |
Erişkin,
serebral |
Demans,
davranış değişikliği, fokal defisitler, progresyon çocukluk çağı serebral
form gibi |
%
2-5 |
Olivopontoserebellar |
Ergenlik
ve erişkin dönemde görülen başlıca serebellum ve beyinsapı tutulumu bulguları |
%
1-2 |
Addison |
7,5 ve
öncesi yaş, belirgin nörolojik tutulum olmadan primer adrenal yetmezlik,
çoğunda sonradan adrenomiyelonöropati gelişebilir |
Yaşla
değişken, çocukluk çağında %50 |
Asemptomatik |
Adrenal
ve nörolojik defisit olmadan biyokimyasal ve genetik anormallik, bulgu
vermeyen adrenal hipofonksiyon ve sinsi adrenomiyelonöropati bulguları
olabilir |
Yaşla
azalır, <4 yaş sık, >40 yaş çok nadir |
Kadınlarda
X’e bağlı adrenolökodistrofi fenotipleri |
|
|
Asemptomatik
|
Adrenal
veya nörolojik tutulum kanıtı yok |
Yaşla
azalır, <30 yaş kadınların çoğu |
Hafif
miyelopati |
Artmış
DTR, alt ekstremitelerde distal duysal değişiklikler, motor defisit yok ya da
çok hafif |
Yaşla
artar, >40 yaş %50 |
Orta-ağır
miyelonöropati |
Semptomlar
ve patoloji adrenomiyelonöropati gibi fakat hafif ve geç başlangıçlı |
Yaşla
artar, >40 yaş %15 |
Serebral
tutulum |
Çocukluk
çağında çok nadir, orta yaş ve sonrasında hafif artış |
Yaklaşık
% 2 |
Adrenal
yetmezlik kliniği |
Tüm
yaşlarda çok nadir |
Yaklaşık
% 1 |
DTR: derin tendon refleksleri
Görüntüleme:
Kranial
MRG’nin korpus kallozum ve frontal varyantları olmakla beraber daha çok
oksipital bölgelerde T2’de hiperintens ve T1’de hipointens, BT’de hipodens
görülür. Karakteristik olarak bu lezyonlarda çevresel ince bir kontrastlanma
vardır. Bu bulgu, Alexander hastalığı gibi kontrast tutan birkaç lökodistrofi
hariç tanı koymada çok yardımcıdır (Şekil
5 a,b,c).
Şekil 5a. Adrenolökodistrofili bir çocukta kontrastlı BT’de ak
maddenin hipodens görünümü ve oksipital simetrik çizgisel kontrast tutulumu.
Şekil 5b. Şekil 7a’daki olgunun T2 ağırlıklı MRG aksiyel
kesitinde simetrik hiperintens alanlar.
Şekil 5c. Adrenolökodistrofi olgusunun kontrastlı T1 ağırlıklı
MRG aksiyel kesitinde simetrik çizgisel kontrast tutulumu.
Tanı:
X’e
bağlı ALD’den şüphelenildiğinde karakteristik
MRG bulguları dışında tanıya yardımcı olan diğer bir bulgu plazmada açlık
sırasında bakılan doymuş ÇUZYA artışıdır. Özellikle C26:0, C24:0/C22:0 ve
C26:0/C22:0 oranlarına dikkat etmek gereklidir. ABCD1 ‘deki
mutasyonu göstermek de moleküler olarak tanıyı kesinleştirir. ABCD1 dizi analizi ile tüm
hastalara tanı konamamaktadır. Delesyon ve yapısal kromozomal değişimler
nedeniyle yaklaşık %7 hastada diğer ileri genetik incelemelere ihtiyaç
duyulmaktadır.
Tedavi:
Oleik
ve erüsik asitten zengin diyet, Lorenzo’nun yağı ve ÇUZYA kısıtlaması en yaygın
kullanılmakta olan yaklaşımlardır. Lorenzo’nun yağı heksakosanoik asit (C26:0)
seviyelerini düşürmeye yardımcı olur. Serebral tutulumu durdurma ve geriye
döndürme gibi bir etkisi olmasa da asemptomatik hastalarda uzun dönem
stabilizasyon sağladığı ile ilgili çalışmalar vardır.
Serebral tutulumu MRG ile
görülen erken dönem hastalarda kemik iliği transplantasyonu endikasyonu vardır.
Bu tedavi seçeneğinin etkili olduğu dönemi geçirmemek amacıyla X-ALD bulunan
bir ailenin tüm bireylerinde ÇUZYA bakılmalıdır.
Serebral X-ALD’de serebral
demiyelinizasyonun bulgularının erken döneminde allojenik hematopoetik kök
hücre tedavisine (HKHT) iyi yanıt alınır. Hastalığın ilerleyen dönemlerinde
HKHT başarısı çok sınırlıdır. En iyi sonuçlar etkilenmemiş ve HLA uyumlu akraba
donörlerden alınan hücrelerle elde edilir. Bu tedaviye alternatif olan lentivirüslerle
değiştirilmiş ve sağlam ABCD1
içeren otolog hematopoetik kök hücre çalışmaları da yürütülmektedir (Clinical
Trials.gov: NCT01896102).
Klinik bulguların sık takibi,
fizik tedavi ve rehabilitasyon gibi destekleyici tedaviler ve adrenal
yetmezliğe yönelik yaklaşımlar da tedavi planı içinde yer almalıdır.
Krabbe
Hastalığı
Globoid hücre lökodistrofisi
veya Krabbe hastalığı OR geçişli bir lizozomal depo hastalığıdır. 14q31’de
bulunan ve miyelin döngüsündeki lipid yıkımında gerekli bir enzim olan
galaktozilseramidazı kodlayan GALC mutasyonlarından dolayı bu hastalık
gelişir. Glial hücrelerin apoptozuna neden olan galaktozilseramid birikimi
gerçekleşir.
En sık görülen (%85-90) erken
başlangıçlı infantil fenotip olmak üzere dört klasik fenotipi vardır. Erken
başlangıçlı infantil fenotip 6 aydan önce başlar. İlk bulguları huzursuzluk,
gelişme geriliği ve emme güçlüğüdür. Daha büyük bebeklerde kliniğe görme
bulanıklığı, ataksi, spastisite ve paraparezi eklenir. MLD gibi diğer
lökodistrofilerden ayıran başka bir bulgusu zaman zaman DTR azalmasını ilk
bulgu yapabilecek olan demiyelinizan periferik nöropatidir. Genotip-fenotip
korelasyonu net olmamakla beraber, GALC’nin
30-kb delesyonu erken başlangıçlı infantil forma neden olur. Krabbe’de görülen
fenotipler Tablo 4’te özetlenmiştir.
Tablo
4. Krabbe
hastalığında görülen fenotiplerin klinik özellikleri ve görülme sıklıkları (Waltman AT, 2018’ den uyarlanmıştır).
.
Fenotip |
Klinik Özellikler |
Görülme sıklığı |
Erken
başlangıçlı infantil Geç
başlangıçlı infantil Jüvenil
başlangıçlı Erişkin
başlangıçlı |
Başlangıç
6 aydan önce, birkaç ayda hızlı ilerleme Evre
1: Huzursuzluk, emme güçlüğü, gelişim geriliği (baş kontrolü ve gülmede),
işitsel, görsel ve duysal hipersensitivite, ekstremitelerde sertlik, steril
hiperpreksi epizodları, nöbetler Evre
2: Hızlı nörolojik regresyon, dekortike postür, makaslama, opistotonus,
nöbetler, DTR artışı, optik atrofi ve anormal pupil cevabı Evre
3: Deserebre postür gelişimi, körlük,
sağırlık, kuadripleji 6 ay-
3 yaş arası başlangıç, erken gelişim basamaklarını tamamladıktan sonra
gelişen psikomotor regresyon, kaba motor gerilik, görme bozukluğu. Erken
formdan daha yavaş progresyon 3-8
yaş başlangıçlı, ilk bulgu görme bozukluğu, daha sonra gelişen hemiparezi ve
ataksi. İlk semptomlar hızlı ilerler. Daha sonra plato dönemine girer. Diğer
formlara göre daha iyi seyir Çocukluk
çağında asemptomatik olup, ileri dönemde spastik paraparezi gibi nörolojik
semptomlar geliştirenlerle, çocukluk çağında hastalığın fark edilmediği hafif
semptomatik erişkin (genellikle >20 yaş) olguları içeren heterojen bir
grup |
%
85-90 %
10-15 Bilinmiyor Bilinmiyor
|
Kranial BT’de talamus, kaudat
nukleus, korona radiatada hiperdensite görülür. Kranial MRG, BT’den daha az
patognomonik bulgular verir. Periventriküler ve parieto-oksipital bölgelerde hakim
T2 hiperintensitesi görülür. Bu tutulum merkezden perifere ışınsal bir şekilde
görülebilir. U lifleri korunmuştur. Beyinsapı ve özellikle dentat nukleus
hilusunu içeren serebellum tutulumu Krabbe tanısını akla getirmelidir. Korpus
kallozum da tutulabilir. T1’de tutulan bölgeler hipointenstir fakat yenidoğan
MRG’sini değerlendirirken miyelinizasyonu tamamlanmamış yaşta bir MRG’nin
değerlendirildiği unutulmamalı ve her zaman hastanın yaşıtları ile uyumlu kıyaslama
yapılmalıdır. Geç başlangıçlı fenotiplerde de benzer MRG bulguları olmakla
beraber zaman zaman daha hafiftir ve sadece kortikospinal traktus, kranial
sinir veya spinal köklerin tutulumu görülebilir.
Krabbe hastalığı tanısı için
lökosit veya fibroblast kültüründe GALC enzim aktivitesi ölçülebilir. Hasta
bireylerde bu değer genellikle %5’in altındadır. Amerika Birleşik Devletleri
gibi bazı ülkelerde yenidoğan taraması içinde enzim aktivitesi bakılmaktadır. Anormal
enzim aktivitesi saptanan bireylerde hedef gene yönelik moleküler inceleme ve
gerekirse sekanslama ve delesyon (ve duplikasyon) çalışması gibi ileri genetik
incelemeler yapılabilir.
Galaktoserebrozidazın normal
aktivitesinin % 10’u nörolojik semptomların durdurulması için yeterlidir. Hematopoetik
kök hücre tedavisi erken başlangıçlı infantil formda progresyonu azaltabilir.
Yenidoğan taraması ile özellikle asemptomatik olgularda uygulanan umbilikal
kordon kan transplantasyonuyla klinik ve MRG bulgularının bir kısmının normale
yaklaştığı ve semptomatik dönemde uygulanan olgulardan çok daha iyi
motor-mental değerlendirme skorları gösterdikleri bildirilmiştir. Bununla
beraber, olguların büyük çoğunluğunda ilerleyen dönemlerde spastisite, yürüme
güçlüğü gibi bulgular ortaya çıkmıştır.
MİYELİN
VAKÜOLİZASYONUYLA GİDEN LÖKODİSTROFİLER
Löko-Ensefalopati
ile Giden Mitokondriyal Hastalıklar
Mitokondriyal DNA (mtDNA) ya
da mitokondri bütünlüğünü sağlayan proteinleri kodlayan nükleer genlerin
mutasyonları sonucu oluşan ve lökoensefalopati yapan tüm hastalıklar geniş bir
grup oluşturur. Leigh sendromu hem mtDNA ve hem nükleer DNA mutasyonlarına
bağlı olarak gelişir ve görece sıktır. MtDNA mutasyonlarına bağlı gelişen
lökoensefalopatilerden en sık görülenler laktik asidoz ve inme-benzeri epizodlar
ile giden ensefalomiyopati (Mitochondrial encephalomyopathy with lactic acidosis
and stroke-like episodes–MELAS), mitokondriyal ensefalopati – çatlak kırmızı
lifler ‘rugged red fibers’ (MERRF), Leber’in herediter optik nöropatisi ve
Kearns-Sayre sendromudur. Nükleer DNA mutasyonlarına bağlı gelişenler ise
piruvat dehidrogenaz kompleksi, solunum zinciri kompleksi alt gruplarını ve bu
grupların bütünlüğünü kodlayan gen defektlerine bağlı gelişir (MELAS ve MERFF
için bakınız: Gençlerde İnme ve Epilepsi).
Leber’in herediter optik
nöropatisi (LHON)
İkinci ya da üçüncü onyılda akut-subakut
optik nöropati kliniği ile başlayan bir sendromdur. Solunum zinciri kompleksi
I’in missens mutasyonlarından dolayı gelişir. Optik nöropatiye nadiren diğer
nörolojik semptomlar eklense de görüntülemede periventriküler ak madde
tutulumuna sık rastlanır.
Leigh Sendromu
Leigh sendromu, enerji
metabolizmasının beş solunum zinciri kompleksinden herhangi birinin, mtDNA ya
da nükleer DNA mutasyonlarına bağlı olarak bozulduğu heterojen nedenlerle oluşan
nekrotizan bir ensefalomiyelopatidir. En sık solunum zinciri komplekleri I ve
IV’ün nükleer gen defektlerine bağlı gelişir. Hastaların viral ve bakteriyel enfeksiyonlar sırasında
olduğu gibi dekompanse dönemler yaşadığı, motor ve mental gelişim geriliği,
hipotoni, spastisite, hareket bozukluğu ve ataksi gibi nörolojik muayene
bulgularının görüldüğü multisistem bir nörodejeneratif hastalıktır. Nörolojik tutuluma
ek olarak, kardiyomiyopati gelişebilir. Kranial MRG’de, T2 ağırlıklı
incelemelerde hiperintens olan, özellikle putamenin etkilendiği simetrik bazal
ganglia lezyonları görülür. Beyin sapı, serebellum, talamus ve spinal kord da
tutulabilir. MR spektroskopide laktat piki görülür (Şekil 6).
Şekil 6. Normal
motor ve mental gelişim gösterirken ateşli enfeksiyon sonrası yürüme bozukluğu
şikayeti ile başvuran, nörolojik muayenesinde piramidal bulguları olan,
mitokondriyal genom sekanslama ile MT-ND6
mutasyonuna bağlı Leigh Sendromu tanısı alan 3 yaşında kız çocuğu. Aksiyel T2
ve FLAIR koronal kesitlerde korpus striatumu tutan hiperintensiteler görülüyor.
Kearns-Sayre sendromu
Üçüncü onyıldan önce gelişen
nörodejeneratif bulgular, görme kaybına neden olabilen pigmenter retinopati,
ptozun eşlik edebildiği oftalmopleji triadının görüldüğü multisistem bir
mitokondriyopatidir. Bu triada kardiak iletim defekti, serebellar fonksiyon
bozukluğu, BOS protein artışı (>100 mg/dl) eşlik edebilir. Subkortikal ak
madde, globus pallidus, talamus, serebellum ve beyinsapında, miyelin
lamellerinin ayrılması nedeniyle süngersi dejenerasyon gelişir ve MRG’de T2 ve
FLAIR hiperintens lezyonlar görülür.
Canavan
Hastalığı
İlk defa 1950’lerde
tanımlanan ve Van Bogaert-Bertrand hastalığı olarak da bilinen Canavan
hastalığı, en fazla Ashkenazi Yahudilerini etkilemekle beraber (1/37-1/57
taşıyıcılık oranı) normal popülasyonda 100.000’de bir görülür. Oligodendroglial
N-asetil aspartatı (NAA) parçalayan bir enzim olan ve ASPA tarafından kodlanan aspartoasilazın eksikliği nedeniyle
oluşur. NAA beyinde birikir ve idrarla atılır. Bu birikimle beraber miyelin
vaküolizasyonu ve astrogliozis oluşarak nörotransmisyon, ozmotik denge ve
miyelin lipidlerinin sentezi bozulur. Süt çocukluğu döneminde başlayan,
progresif, fatal bir nörodejeneratif hastalıktır ve OR kalıtılır. Tüm olguların
yaklaşık %50’sinde p.Ala305Glu mutasyonu saptanır.
Hastalar doğumdan sonraki ilk
birkaç ayda normaldir. 3-6 ay arasında motor gerileme başlar ve hipotoni,
iritabilite, baş çevresinde büyüklük ve başı dik tutamama göze çarpar.
Hipotoninin yerini zamanla spastisite alır, nöbetler, otonomik bozukluklar,
ekstrapiramidal bulgular ve nöbetler tabloya eklenir. Çok nadir olarak doğumu
takip eden ilk birkaç günde beslenememe, hipotoni, hızlı kötüleşme ve ölümle
sonuçlanan konjenital varyanta rastlanabilir.
En fazla subkortikal bölge
etkilenir ve MRG’ye de yansıyan süngersi bir görünüm oluşur. Talamus ve globus
pallidus tutulsa da putamen ve kaudat başı genellikle korunmuştur. (Şekil
7-8).
Tanı idrar, plazma ve BOS’ta NAA
yüksekliğinin ve fibroblast kültüründe düşük aspartoasilaz aktivitesinin
gösterilmesi ile koyulur. Günümüzde tanıda hedef genin mutasyon analizi ilk
başvurulan metoddur. Tüm ekzom sekanslama, delesyon ve duplikasyon analizleri
de mutasyon saptanmayan hastalarda tanıda kullanılabilir.
Lityum sitrat, gen terapisi,
gliseril triasetat şimdiye kadar en sık kullanılan tedavi yöntemleri olmakla
beraber, erken dönemde başvurulan gen terapisi ve enzim replasman tedavisi
hastalığın progresyonunun geciktirilmesi ve stabilizasyonunda etkili olmuştur. Gen
tedavisi ve sirtuin 1 (SIRT) aktivitörü küçük bir molekül olan resveratrolün
aspartoasilaz aktivitesinin düzenlenmesinde etkili olduğu ile ilgili umut veren
yeni çalışmalar sürmektedir.
Şekil 7. Canavan
hastası 2,5 yaşında bir kız çocuğunun MRG bulguları. T2 ağırlıklı kesitlerde
yaygın ak madde tutulumu. Globus pallidus, putamen ve kaudat nukleus bölgeleri
korunmuştur.
Şekil
8.
Şekil 10’daki hastanın koronal T1 ve aksiyel T2 kesitlerde yaygın bilateral ak
madde tutulumu ve sentrum semiovaleye süngersi görünüm veren küçük kistik
oluşumları gösteren MRG kesitleri.
Cx32-ilişkili (X’e bağlı)
Charcot-Marie-Tooth Hastalığı
Charcot-Marie-Tooth
Hastalığı (CMT) Bakınız: Periferik sinirlerin
yaygın ve çok odaklı hastalıkları
) periferik duysal ve motor liflerin etkilendiği herediter nöropatiler
grubundan oluşur. X’e bağlı dominant kalıtımlı CMTX1 tüm CMT grubunun %7-10’unu
oluşturur ve connexin32 proteinini (Cx32) kodlayan gap junction beta 1 (GJB1) mutasyonundan dolayı oluşur. CMTX1’de yavaş progresyon, distal kas zaafı
ve atrofisi, duysal kayıp, ayak deformiteleri ve arefleksiye ek olarak ak madde
lezyonları, işitme kaybı, ellerde titreme, tekrarlayıcı SSS bulguları ve geri
dönüşümlü ak madde tutulumu da görülebilir. Genellikle geç çocukluk ve erken
erişkin dönemlerde ortaya çıkar ve erkeklerde daha erken ve daha ağır seyreder.
SSS tutulumu, akut, subakut başlangıçlıdır, epizodiktir ve hastalar normale
dönebilir. SSS tutulumu olduğunda iskemik inme ile tanı karışabilir. Ateş, egzersiz, yüksek irtifaya çıkma
hikayesi, duysal stresi takiben hiperventilasyon, enfeksiyonlar bu atakları
tetikleyebilir.
MRG’de
kontrast tutmayan, simetrik, özellikle splenium olmak üzere korpus kallozum,
periventriküler ak madde, kapsüla interna ve serebellar pedunkülü tutan
lezyonlar görülür. Daha çok serebrum arka kısmı tutulur ve U lifleri korunur.
Belirgin difüzyon kısıtlaması geçici miyelin vaküolizasyonuyla ilişkilidir. SSS
tutulumunun bir tedavisi yoktur ve bulgular kendiliğinden geçer (Şekil 9).
Şekil 9. CMTX1
tanılı 15 yaşında bir erkek çocukta,
akut sağ hemiparezi şeklinde gelişen inme benzeri atak sırasında MRG FLAIR sekanslarda
görülen bilateral periventriküler, simetrik ve sınırları net olmayan, daha çok
hemisfer arka yarılarını tutan, U liflerinin korunduğu hiperintens lezyonlar.
ASTROSİTOPATİLER
Alexander
Hastalığı
Glial fibriler asidik
proteini (GFAP) kodlayan gendeki
mutasyonlardan kaynaklanan Alexander hastalığı’nda (AH) olguların hemen tümü
sporadiktir. Nadiren otozomal dominant kalıtımlı ailesel olgular da
bildirilmiştir. İnfantil, jüvenil ve erişkin olmak üzere üç alt gruba
ayrılmıştır. Ailesel olgular genellikle aynı alt gruba özgü yaşlarda başlar.
Erken başlangıç ve kötü prognozla ilişkili en sık görülen mutasyonlar R79 ve
R239 haricinde, belirgin bir genotip-fenotip korelasyonu yoktur.
İnfantil formda ortalama
başlangıç yaşı 6 aydır. Giderek ilerleyen makrosefali, beslenme ve yutma
güçlüğü, aspirasyon, kusma, motor ve mental gelişim basamaklarında yavaşlama ve
edinilmiş olanların kaybı, spastik kuadriparezi, ekstrapiramidal bulgular,
koreatetoz, nistagmus, göz hareketi anormallikleri ve nöbetler görülebilir. İntrakranial
basınç artışı olabilir. Göz dibi genellikle normaldir. Kafa içi basınç artışı
sendromu gelişen bazı olgularda ventriküler drenaj klinik fayda sağlayabilir.
Yaşam süresi değişken olmakla beraber yoğun destek tedaviyle klinik olarak stabil
dönemler sağlanabilir. Hastalığın ortalama süresi 2-3 yıldır.
Jüvenil form ortalama 9
yaşında (4-14 yaş) başlar fakat hafif gelişim geriliği ve nöbetler gibi
semptomlar daha erken yaşlarda görülebilir. İnfantil form kadar sabit bir bulgu
olmamakla beraber makrosefali sıktır. İnce motor hareketlerde gerilik, yürüme
güçlüğü, disfoni ve disfajiye rastlanır. Özellikle palatal miyoklonus gibi
progresif bulbar ve psödobulber semptomlar, disotonomi ve apne atakları
görülür. Çoğu hastada sabah saatlerinde daha yoğun olmak üzere gelişen kusmaya
bağlı kilo kaybı belirginleşebilir ve tüple beslenmeyle sonuçlanabilir. Spastisite,
serebellar ataksi, nöbetler, davranış değişikliği, kognitif problemlerin
eklenmesiyle giden hastalık süreci ortalama 8 yıldır.
Erişkin AH’de semptomlar
ikinci ve yedinci onyıl arasında herhangi bir dönemde başlayabilir (>12
yaş). Makrosefali diğer formlarda olduğu gibi hastalığın net bir bulgusu
değildir. Bazı olgular aileseldir. Klinik, olguların bir kısmında multipl
sklerozda olduğu gibi epizodik ve progresiftir. Bulber ve psödobulber
semptomlar, spastisite, serebellar ataksi ve demansın eşlik ettiği kronik
progresif seyir de bildirilmiştir. Bazen hastalık asemptomatiktir ve beyin
biyopsisinde Rosenthal lifler (RL) görülür.
Kromozom 17q21’de yer alan GFAP’ın mutasyonu daha çok astrositlerde
bulunan glial fibriler asidik proteinin çözünürlüğünün kaybına yol açar ve
vimentin, αβ-kristalin, ısı şok proteini (heat shock protein) 27 ile
beraber toplanarak RL birikimine yol açar. Bu şekilde normal glial hücre
fonksiyonları azalır ve miyelin hasarı oluşur. RL’nin ventriküler toplama
sisteminde birikmesi hidrosefaliye yol açar.
Destekleyici tedavi dışında
henüz mutasyona yönelik farmakolojik bir ajanın olmadığı AH‘nin karakteristik MRG
bulguları ak madde tutulumunda frontal belirginlik, bazal ganglia, talamus ve
beyinsapı tutulumu, periventriküler rim ve kontrast tutulumudur. Bu beş önemli
görüntüleme bulgusundan dördünün olması ağırlıklı olarak AH’yi akla
getirmelidir. Bazı olgularda MRG bulguları spesifik olmayabilir ve özellikle
arka fossa tutulumu, beyinsapında multifokal tümör benzeri lezyonlar, beyinsapı
atrofisi görülebilir. Bu bulgular beyinsapı tümörleri ve diğer bazı
lökodistrofileri de akla getireceğinden ayırıcı tanıda dikkatli olmak gerekir.
Etkilenen bölgelerde MR-spektroskopide laktat piki görülür.
Megalensefalik Kistik Lökoensefalopati
Megalensefalik
kistik lökoensefalopati (Megalencephalic leukoencephalopathy with subcortical
cysts – MLC), süt çocukluğu döneminde başlayan ve serebral ak madde ödeminin
hakim olduğu, %85’i MLC1 proteinini kodlayan gendeki mutasyondan dolayı oluşan
bir lökodistrofidir. Vaküolizan lökodistrofi ya da hastalığı tanımlayan kişinin
adı olan ‘van der Knaap hastalığı’ olarak da bilinir.
İki
ayrı MLC fenotipi vardır: Progresif seyirli, klasik fenotip ve iyileşme
gösteren fenotip. Klasik MLC çoğunlukla MLC1’i
kodlayan OR mutasyonlardan dolayı oluşur. Bu fenotipe aynı zamanda MLC1
varyantı adı verilir. Resesif GLIALCAM
mutasyonları nedeniyle (aynı zamanda HEPACAM
olarak da bilinir) oluşan fenotipe MLC2A adı verilir. Kliniği düzelen MLC veya
diğer adıyla MLC2B ise dominant GLIALCAM mutasyonlarından
dolayı oluşur.
Klasik
formda post-natal makrosefali en belirgin bulgudur. Bu bulgu süt çocukluğu döneminde fark edilir
ve birkaç yıl sonra motor ve mental gelişim basamaklarında gecikme, nöbetler, ilerleyen
dönemde spastisite, ataksi ve dizartrinin hakim olduğu serebellar bulgular
tabloya eklenir. Kognitif yıkım genellikle hafiftir. Nöbetler genellikle
dirençli değildir. MLC2B klasik forma benzer fakat motor ve mental gelişme
gecikmesi görülebilse de nörolojik progresyon olmaz ve MRG bulguları zamanla
normale döner. Baş büyümesi genellikle bir yaştan sonra stabilize olur ve baş
çevresi normalin 4-6 standart deviasyon üzerinde kalır.
MLC1
daha çok damar çevresindeki astrositlerde ve serebellumdaki Bergman gliada
bulunurken, GLIALCAM daha çok astrosit ve oligodendrositlerde bulunur ve
yokluklarında beyin iyon (özellikle klor), su homeostazında ve hücre volümü
regülasyonunda defekt oluşur.
MLC’nin
tipik MRG bulguları, internal kapsül, beyinsapı ve özellikle bazal ganglia gibi
santral bölgelerin göreceli olarak korunduğu, subkortikal ak maddede T2 ve
FLAIR’de hiperintensite şeklinde görülen sinyal anormalliği ve anterior
temporal bölgede belirgin subortikal kistik oluşumlardır. Ödemin hakim olduğu
bu tablo zamanla yerini serebral atrofiye bırakır (Şekil 10). Kistik lezyonların eşlik ettiği lökodistrofilerin
ayırıcı tanısına giren hastalıklar Tablo
5’te gösterilmiştir.
MLC’nin
hastalığa yönelik henüz onaylanmış bir tedavisi olmamakla beraber son
çalışmalar hayli umut vericidir. Fare modeli üzerinde, insan MLC1’i içeren
adeno-assosiye virüsün glial fibriler asidik proteinin promotör olarak
kullanılarak serebellar subaranoid aralığa verilmesi sonucunda, miyelin vaküolizasyonunun
belirgin ölçüde azaldığı gözlenmiştir. Bu etki tüm yaştaki deneklerde benzer
ölçüde kaydedilmiştir.
Şekil 10. Her
ikisi de 9 yaşındaki iki megalensefalik kistik lökoensefalopati hastasında a) (FLAIR): temporal subkortikal kist
oluşumunu b) (T2): bazal ganglia ile
görece internal ve eksternal kapsülün korunduğu yaygın ak madde tutulumu c) (T2): 2,5 yaşında bir diğer hastada dentat
nukleusun belirgin olarak etkilendiği serebellar tutulum ile temporal subkortikal
kist birlikteliğini gösteren tipik MRG bulguları.
Tablo
5. Kistik
lezyonların görülebildiği lökodistrofiler.
1.
Canavan hastalığı 2.
Megalensefalik kistik lökoensefalopati 3.
Kaybolan ak madde hastalığı 4.
Alexander hastalığı 5.
Akçaağaç şurubu hastalığı 6.
Konjenital musküler distrofi 7.
COX eksikliğine bağlı kavitasyonlu lökodistrofi |
COX: sitokrom –c- oksidaz
Kaybolan
Ak Madde Hastalığı
Kaybolan ak madde (KAM)
hastalığı “Vanishing white matter (VWM) disease” ak maddenin progresif kaybı ve
kistik dejenerasyonu ile karakterize, genetik zemini belirlenmiş bir
lökoensefalopati tablosudur. Temel sorun ökaryotik translasyon başlangıç faktörü
eIF2B’nin beş alt biriminden birindedir. eIF2B, ribozomların mRNA’ya monte
olduğu inisiyasyon fazında görev alır ve tüm proteinlerin sentezi için
gereklidir. Ateş, enfeksiyon, travma gibi stres durumlarında gerçekleşen akut
kötüleşmenin nedeni de protein sentezi regülasyonun bu durumlarda bozulmasıdır.
eIF2B tüm hücrelerde bulunmasına rağmen MSS’nin öncelikli etkilenmesinin nedeni
belirlenememiştir.
Hastalar normal doğum ve
gelişim gösterirler. Genellikle ilk onyılda kafa travması, ateşli hastalık ve
ani korku ile kötüleşen spastisite ve ataksinin eşlik ettiği kronik, progresif
motor fonksiyon bozuklukları gösterirler. Olgularda ilk dönemde kranial MRG’de
T2 ve FLAIR ağırlıklı kesitlerde yüksek sinyal intensitesi saptanan yaygın bir
ak madde tutulumu vardır. Ak maddede ödem belirgindir ve daha sonra kistik
dejenerasyon gelişir. Serebral ve serebellar korteks sağlamdır ve çoğunlukla
bazal ganglia ve talamus korunmuştur. MRS bulguları kalan sağlam hücre
miktarına göre değişkenlik gösterebilir (Şekil
11).
Şekil 11. 2,5
yaşında ateşle tetiklenen bir akut ensefalopati tablosu öyküsü olan, 6 yaşında yürüme güçlüğü fark edilen,
nörolojik muayenesinde hafif piramidal ve serebellar bulguları olan 9 yaşında Kaybolan
ak madde hastalığı olan bir kız çocuğuna ait kranial MRG. FLAIR ve T2 ağırlıklı
kesitlerde, bilateral periventriküler serebral ak maddede U liflerinin ve
korpus kallozumun kısmen korunduğu, kontrast tutmayan, bazal ganglia ve beyin
sapının korunduğu anormal sinyal artışı ve kistik formasyonlar (a, b). Sol
parietal ak maddeden elde edilen kısa ve uzun TE “single” voksel proton spektroskopisinde
(SVS), NAA/Cr oranında hafif azalma,
Cho/Cr ve mI/Cr oranında artış (c). Difüzyon tensör görüntüleme supratentorial ak maddede U liflerinin göreceli
olarak korunduğu yaygın tutulum (d).
Tedavi geliştirmeye ve eIF5B’nin astrositlerde regülasyonunu
sağlamaya yönelik hayvan
modeli çalışmaları devam etmektedir.
Aicardi-Goutieres Sendromu
Yenidoğan veya
süt çocukluğunun ilk yarısında başlayan Aicardi-Goutieres sendromu (AGS),
nükleik asit metabolizmasında yer alan proteinleri kodlayan genlerin
mutasyonuyla ilişkilidir. Bu mutasyonlarla ilişkili genler TREX1 (AGS1), RNASEH2A (AGS4),
RNASEH2B (AGS2), and RNASEH2C (AGS3), SAMHD1 (AGS5), ADAR1
(AGS6) ve IFIH1 (AGS7) anti-viral
sitokin tip I interferonun uyarılmasına yol açar ve inflamatuar bir süreç
oluşur.
Hastalık
farklı fenotiplerde görülse de en sık görülen klinik bulgu erken başlangıçlı
progresif ensefalopatidir. Kliniğe altta yatan mutasyona göre donma yanığı
benzeri cilt lezyonları, hipotiroidi, lupus benzeri klinik ve glokom
eklenebilir.
BOS’ta
lenfositoz ve kranial MRG’de hipomiyelinizasyon, demiyelinizasyon, gliozis ve
mikroinfarkt birlikteliği gösteren ak madde tutulumu vardır. Bazal ganglia ve
periventriküler ak maddede hastalık için tipik olan, birleşme eğiliminde ve
geniş kalsifikasyonlar görülür. Bu tip kalsifikasyonlar konjenital
sitomegalovirüs (CMV) enfeksiyonu, Cockayne sendromu, toksoplazmozis ve
kalsifikasyon ve kistlerle giden lökoensefalopatide de görülebileceğinden ayırıcı
tanıda dikkatli olunmalıdır.
Tedavide kısa
zamanda nükleik asit sinyal yollarını ve tip I interferon reseptörünü
hedefleyen moleküller umut vermektedir.
LÖKO-AKSONOPATİLER
Beyinsapı
ve Medulla Spinalis Tutulumu ve Yüksek Laktatlı Lökodistrofi
Beyinsapı ve medulla spinalis
tutulumu ve yüksek laktatlı lökodistrofi (LBSL) mitokondriyal aspartil-tRNA
sentetazı kodlayan gen olan DARS2’nin OR geçişli mutasyonları ile meydana gelir.
Çocukluk çağı veya erişkin dönemde piramidal, serebellar bulgulara eşlik eden
arka kordon bulguları başlar ve yavaş progresyon gösterir. Alt ekstremitede
spastisite belirgindir.
Kranial MRG’de derin ve
periventriküler ak maddede homojen olmayan, U liflerinin korunduğu, kontrast tutmayan
bir görünüm vardır. Beyinsapında ise superior inferior serebral pedinkül, piramidal
traktus, trigeminal sinirin intraparenkimal parçası ve medial leminiskus seçici
olarak tutulmuştur (Şekil 12 a,b,c). Omurilikte arka kordon ve bilateral
kortikospinal traktuslar etkilenmiştir. MRS’te laktat piki belirgindir.
Şekil
12. a: Beyinsapı ve medulla
spinalis tutulumu ve yüksek laktatlı lökodistrofi (LBLS) olgusunda T2 ağırlıklı
aksiyel MRG’de bilateral, homojen olmayan, U liflerini tutmayan hiperintens ak
madde. b: LBLS olgusunda T2 aksiyel kesitte tipik beyinsapı tutulumu
(kırmızı ok: trigeminal sinir intraparenkimal parçası, yeşil ok: serebellar pedunkül)
Şekil
12 c. LBSL olgusunda medulla spinalis dorsal kolon
ve kortikospinal traktus tutulumu.
KAYNAKLAR:
1. Aktan
Z, Akçakaya NH, Tekturk P, Deniz E, Koyuncu B, Yapıcı Z. A case with CMTX1
disease showing transient ischemic-attack-like episodes. Neurologia Neurochirurgia Polska. 2018; 52(2): 285-288.
2. M. S.
Van der Knaap ve J. Walk. Magnetic Resonance of Myelination and Myelin
Disorders. 3.baskı. Berlin Heidelberg New York, Springer; 2005: 416-435.
3. Ashrafi
MR, Amanat M, Garshasbi M,
Kameli R, Nilipour Y, Heidari M,
ve ark. An update on clinical, pathological, diagnostic, and therapeutic
perspectives of childhood leukodystrophies. Expert
Review of Neurotherapeutics. 2019; DOI: 10.1080/14737175.2020.1699060.
5. Crow YC,
Shetty J,
Livingston JH. Treatments in Aicardi-Goutières syndrome. Dev Med
Child Neurol. 2020; Jan;62(1):42-47. doi:
10.1111/dmcn.14268.
6.
Hamilton
E, Tekturk P, Cialdella F, van Rappard
DF, Wolf NI, Yalcinkaya C, ve ark. Megalencephalic leukoencephalopathy with
subcortical cysts Characterization of disease variants. Neurology. 2018; 90:e1395-e1403.
doi:10.1212/WNL.0000000000005334.
7.
Erdoğan HA, Pelizeus-Merzbacher hastalarında
beyin difüzyon tensör görüntüleme ve fiber traktografi incelemesi. (Uzmanlık
Tezi). İstanbul, 2008.
12. Kevelam
S, Steenweg ME, Srivastava S, Helman G, Naidu S, Schiffmann R, ve ark. Update
on leukodystrophies: A historical perspective and adapted definition. Neuropediatrics 2016;47:349-354.
13. Parikh S, Bernard G, Leventerc RJ, van der Knaap MS,
van Hovee J, Pizzinof A, ve ark. A clinical approach to the diagnosis of
patients with leukodystrophies and genetic leukoencephelopathies. Mol Genet
Metab. 2015; ;114(4): 501-51.
Doi:
doi:10.1016/j.ymgme.2014.12.434.
14. Potic
A, Brais B, MPhil, Choquet K, Schiffmann R, Bernard G. 4H syndrome with late-onset
growth hormone deficiency caused by POLR3A mutations. Arch Neurol. 2012;69(7):920-923. doi:10.1001/archneurol.2011.1963.
15. Sanchez
A, Garcia-Lareu B, Puig M, Prat E, Ruberte J, Chillon M, ve ark. Cerebellar astrocyte transduction
as gene therapy for megalencephalic leukoencephalopathy. Neurotherapeutics. 2020; doi: 10.1007/s13311-020-00865-y.
18. van der Knaap m, Bugiani m. Leukodystrophies: a
proposed classification system based on pathological changes and pathogenetic
mechanisms. Acta Neuropathol.
2017; 134:351-382. DOI 10.1007/s00401-017-1739-1.
19. Waltman
AT, Leukodystrophies, Continuum (MINNEAP MINN) 2018; 24 (1, Child
Neurology):130-149. doi:
10.1212/CON.0000000000000560.
20. Yu M,
Zhang Z, Wang QQ, Liu J, Zuo Y-H, Xiao J-X, ve ark. Clinical and brain magnetic
resonance imaging features in a cohort of Chinese Patients with Kearns –Sayre
Syndrome. Chin Med J (Engl). 2016;
Jun, 20;129 (12):1419-24.