YAŞLI NÖROLOJİK
HASTAYA YAKLAŞIM
Yazanlar: Gülistan
Bahat, Tuğba Erdoğan, Mehmet Akif Karan
Son güncelleştirme tarihi: 22.12.2018
Yaşlılık pek çok sağlık probleminin bir
araya gelebildiği kaçınılmaz bir süreçtir. Bu sürecin herhangi bir döneminde, doktorlar
ve diğer sağlık çalışanları mutlaka yaşlı hastayla karşılaşır. Bazı
nörolojik hastalıkların görülme sıklığı yaşlanma ile birlikte belirgin artış
gösterir. Bu hastalıkların başında inme ve nörodejeneratif hastalıklar
gelmektedir. Yaş, Alzheimer hastalığı (AH) için en önemli risk faktörüdür ve
hastalığın prevalansı 65 yaşından sonra her 5 yılda bir katlanarak artmaktadır.
Parkinson hastalığının (PH) prevalansı yaşla birlikte artmaktadır. Progresif
supranükleer felç (PSP), Lewy cisimcikli demans (LCD), frontotemporal demans
(FTD), amiyotrofik lateral skleroz (ALS) gibi birçok nörodejeneratif hastalığın
prevalansının yaşla birlikte arttığı bilinmektedir. İnme geçirenlerin %70’i 65
yaşın üzerindedir. Epilepsi insidansının yüksek olduğu iki dönem yaşamın ilk
yılı ve 60 yaş sonrasıdır. Yaşlılarda metastatik beyin tümörleri,
serebrovasküler hastalıklar (SVH) ve dejeneratif beyin hastalıklarının daha sık
görülmesi epilepsi insidansının da artmasına katkıda bulunur. Nörolojik
hastalıkların önemli bir kısmının yaşlılarda görülmesi nedeniyle, bu hastaları
değerlendirme aşamasında yaşlı hastanın değerlendirilmesindeki farklılıkların
bilinmesi günlük pratikte önem taşır. Yaşlının karmaşık ve birbirini etkileyen
sorunları nedeniyle ayrıntılı bir geriatrik değerlendirme yoğun bir
interdisipliner süreç olup çok miktarda verinin elde edilmesi ile
sonuçlanacaktır. Geriatrik değerlendirme ile mevcut hastalıklar ortaya
çıkarılabilir, ilaçlar ve tedaviler ile ilişkili yan etkiler, hastaneye başvuru
ve hastanede yatış süresi, bakımevlerinde kalış ihtiyacı ve sağlık ve bakım
maliyetleri azaltılabilir. Yaşlı
bireylerin büyük bir kısmı geriatrik değerlendirmeden anlamlı fayda görür.
Bununla birlikte kapsamlı geriatrik değerlendirmeden; eşlik eden komorbidite ve
kullanılan ilaç sayısı düşük olan “sağlıklı” yaşlılardan ziyade, “kırılgan”
veya kuruma yerleştirilme riski yüksek, fonksiyonel durumunda gerileme olan
veya olma riski taşıyan yaşlılar en yüksek faydayı görecektir. Bu nedenle
özellikle bu hasta grubunda kapsamlı geriatrik değerlendirme yapılmalıdır.
Yaşlanma
ile bazı nörolojik hastalıklardaki artışın yanı sıra toplumda en sık görülen
kronik hastalıklar olan hipertansiyon ve diabetes mellitus gibi dahili hastalıkların prevalansı artar. Buna paralel olarak
kullanılan ilaç sayısı, düşmeler, inkontinans, malnütrisyon, sarkopeni,
konstipasyon, deliryum vb. gibi geriatrik tabloların prevalansı da artar. Bu
durum yaşlı hastanın klinik yönetimini daha karmaşık hale getirir. Kapsamlı
geriatrik değerlendirme ile yaşlı hastanın klinik yönetimden en fazla fayda ve
en az zarar görmesinin sağlanması amaçlanır. Nörolojik hastalığı olan
yaşlılarda bu hastalığın klinik kötüleşmesine katkıda bulunabilecek
düzeltilebilir birçok dahili faktör mevcuttur. Yaşlı
hastalarda sık karşılaşılan ve yukarda sayılan geriatrik tablolar işlevsellikte
bozulmaya ve mevcut nörolojik hastalığın kötüleşmesine katkıda bulunabilir.
Ayrıca bu hastalarda nörolojik hastalığın tedavisinde kullanılan ilaçların
sebep olabileceği dahili yan etkiler ve ilaç-ilaç
etkileşimleri de söz konusudur. Öte yandan dahiliyede
sık kullanılan ilaçların bazıları mevcut nörolojik hastalığın klinik
kötüleşmesine neden olabilmektedir. Nörolojik hastalığı olan yaşlılarda
diyabet, hipertansiyon, hiperlipidemi ve hipo-hipertiroidi gibi sistemik
hastalıklarla sıklıkla karşılaşılmaktadır; bu başlıkların her birine özel
yaklaşım gözden geçirilecektir.
Nörolojik
hastalığın klinik kötüleşmesine katkıda bulunabilecek düzeltilebilir DAHİLİ faktörlerin tanınması ve tedavisi
Nörolojik
hastalığı olan yaşlıda klinik kötüleşme 4 farklı şekilde ortaya çıkabilir. Özgün nörolojik hastalığın belirtilerinde
kötüleşme, kognitif bozulma, davranışsal bozulma ve/veya işlevsel bozulma.
Bir
yaşlıda normal nöronal işlevlerin sürdürülebilmesi için yeterli makro ve mikro
besinlerin alınması, yeterli oksijenizasyonun sağlanması, uygun hormonal
durumun olması, dengeli elektrolit ve pH’a sahip olunması ve toksik olmayan
ortamda bulunulması gereklidir.
Normal nöronal işlevi bozabilecek birçok sistemik
veya metabolik bozukluk mevcuttur. Yaşlıda hiperglisemi, hipoglisemi, hipoksi,
hiperkarbi, hipotansiyon, hipertansiyon, dehidratasyon, elektrolit
dengesizlikleri, asidoz, alkoloz, böbrek yetersizliği, karaciğer yetersizliği,
maliniteler, sistemik infeksiyonlar, anemi, nütrisyonel eksiklikler,
hipotiroidi, hipertiroidi, toksik ajanlar ve ilaç yan etkileri gibi birçok
faktör tek başına veya beraber nöronal işlevlerde bozukluğa neden olabilir.
Yaşlıların komorbid hastalıklarının çokluğu nedeniyle bu mevcut bozukluklarla
karşılaşma oranı oldukça yüksektir.
Nöronal işlev bozukluğu gerçekleşen hastada ilk
yapılması gereken adım ayrıntılı anamnez alınmasıdır. Yaşlıda gelişen yeni semptom ve bulguların yaklaşık 1/3’ünden ilaçların sorumlu
olduğu bilinmekte, bu nedenle özellikle aldığı ilaçların yan etki profili,
ilaç-ilaç etkileşimleri ve endikasyonları açısından gözden geçirilmesi çok
önemlidir. Anamnez sonrası dahili fizik muayeneden
sonra laboratuvar değerlendirilmesi yapılmalıdır.
Birinci basamakta istenecek laboratuvar tetkikleri;
akut faz reaktanlarının düzeyleri, kan şekeri, böbrek fonksiyon testleri,
karaciğer fonksiyon testleri, elektrolitler, kalsiyum, tam kan sayımı, O2-CO2
düzeyi, pH, EKG, tiroid fonksiyon testleri ve B12 vitamin düzeyidir. Hastanın
kliniğine göre istenebilecek ileri tetkikler arasında kortizol düzeyi, amonyak
düzeyi, ileri görüntülemeler ve EEG sayılabilir.
Deliryum
Deliryum; yaşlı hastalarda sık karşılaşılan, dahili problemlerin sebep olabileceği kognitif bozukluklar arasında
olup önlenebilir olması nedeniyle geriatri pratiğinde özellikle önemli bir yere
sahiptir. Kognitif fonksiyonlarda, dikkatte ve duygudurumda akut başlangıçlı,
gün içinde dalgalanmalarla seyreden bozukluğu ifade etmektedir. Hastane dışında
yaşayan yaşlılarda deliryum sıklığı %1 ile %2 arasında iken hastanelere kabul
sırasında deliryum %10 ile %40 arasında bir sıklıkta görülmektedir. Operasyon
geçiren ve özellikle kalça kırığı olan yaşlılarda deliryum görülme sıklığı
%15-%53 arasındadır. Yoğun bakım ünitelerinde yatan yaşlı hastalarda ise bu oranlar %70 ile
%87’ye kadar çıkmaktadır.
Deliryum için tanı kriterleri
mevcut olmasına ve tanı konduğunda komplikasyonlarının önlenebilir olmasına
rağmen, sıklıkla gözden kaçabilmekte, hastaların %30-60’ı tanı almamaktadır. Deliryum
gelişen hastalarda hastane yatış süresi uzamakta, fonksiyonel kapasite
azalmakta, maliyet artmaktadır. Ayrıca deliryum, kalıcı kognitif bozukluk, bası
yaraları, düşme, pnömoni, mortalite artışı (%10-65) ve bakımevine
yerleştirilmeye neden olabilmektedir. Deliryum, hastalarda deliryumu kolaylaştırıcı
faktörler (predispozan) ile deliryumu tetikleyici faktörlerin (presipite edici)
etkileşmesi ile oluşmaktadır. Predispozan faktörler arasında en sık
karşılaşılan durum demans varlığıdır. Demansı olan yaşlı hastalarda deliryum
sıklığı 2 ila 5 kat daha fazla görülebilmektedir. En sık karşılaşılan deliryumu
tetikleyici faktör ise ilaçlardır. İlaçların deliryumda önemli bir rolü
vardır. İlacın türünden bağımsız olarak 4 ve üzerinde ilaç
kullanmak (polifarmasi) deliryum için bir risk faktörüyken, 24 saat
içinde üç taneden fazla ilaç başlanması da deliryumu presipite edebilir. Son çalışmalarda ilaçların deliryum vakalarının %22 ile
%39'una katkıda bulunduğu saptanmıştır. Her hastada reçetesiz ilaçlar da dahil olmak üzere mevcut ilaçların listesi gözden
geçirilmelidir. Deliryum riski olan bir hastada altta yatan predispozan ve
presipite eden faktörlerin (Tablo 1)
sorgulanması ve düzeltilebilecek faktörlerin ortadan kaldırılması ile deliryum
gelişim riskini azaltmak mümkündür.
Yaşlı hastalarda deliryumda dikkat edilmesi
gereken diğer bir nokta infeksiyonlardır. Yaşlı hastada infeksiyonun diğer
bulguları ortaya çıkmadan ilk belirti deliryum olabilir. Bu nedenle deliryum
tablosu ile başvuran her yaşlı hastada muhtemel bir infeksiyon odağı açısından
mutlaka gerekli değerlendirmeler yapılmalıdır.
Tablo 1. Deliryumda predizpozan ve presipite edici faktörler
Deliryumda
predizpozan faktörler |
Deliryumu
presipite eden faktörler |
·
İleri
yaş (65 yaş ve üzeri) ·
Kırılgan
yaşlı ·
Polifarmasi ·
Kardiyopulmoner
hastalıklar ·
Organ
yetmezlikleri (böbrek, karaciğer) ·
Santral
sinir sistemi hastalıkları ·
Kognitif
bozukluk, demans ·
Parkinson
hastalığı ·
Depresyon ·
Görme-işitme
sorunları ·
Malnütrisyon ·
Kontrol
altında olmayan birden fazla tıbbi sorun ·
Sosyal
izolasyon ·
Fonksiyonel
yetersizlik |
·
İlaçlar ·
Antikolinerjikler ·
Trisiklik
antidepresanlar ·
Steroidler ·
Benzodiazepinler ·
Antihistaminikler ·
Antibiyotikler ·
Digoksin ·
Ağrı
kesiciler ·
İnfeksiyonlar ·
Ateş,
hipotermi, hipoksi, hiperkarbi, elektrolit bozuklukları ·
Kardiyovasküler
hastalıklar (akut miyokard infarktüsü, kalp yetersizliği, hipotansiyon) ·
Hastaneye
yatmak, yoğun bakım ünitesine yatmak, invazif girişimler, cerrahi girişimler
(özellikle ortopedik) ·
Ağrı ·
Konstipasyon,
fekal impakt ·
Üriner
retansiyon ·
Fiziksel
kısıtlamalar (idrar yolu sondası takılması gibi) ·
İmmobilizasyon ·
Uyku
uyanıklık siklusunun bozulması ·
Kafa
travması, yanık · Çevresel faktörler |
Deliryumda
Tanısal Yaklaşım
Deliryum tanısında en önemli nokta detaylı
anamnez, fizik, nörolojik ve mental durum muayeneleri ile hastanın mevcut bazal
durumunda bir değişiklik olup olmadığının anlaşılmasıdır. En sık kullanılan
tanı kriteri Amerikan Psikiyatri Derneğinin
yayınladığı “The Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders” (DSM)
kriteridir. DSM-5 kriterlerine göre dikkati bir konu üzerinde odaklama,
sürdürme ya da yeni bir konuya kaydırma yetisinde azalma ile giden bilinç
bozukluğu olması, çevrede olup bitenin farkında olma düzeyinde azalma olması ve
bu durumun kısa bir süre içerisinde gelişmesi, dalgalanma eğilimi göstermesi;
bellek kaybı, oryantasyon bozukluğu, dil
fonksiyonları, görsel-mekansal işlevler ve algı gibi kognitif fonksiyonlarda
bozukluk olması gerekmektedir. Kriterlere göre bu durum daha önceden var olan
bir nörokognitif bozuklukla açıklanamıyor olmalı ve koma gibi ileri derecede
azalmış uyanıklık düzeyi bağlamında ortaya çıkmamalıdır. Anamnez, fizik muayene
ve laboratuvar bulgularından elde edilen verilerde bu bozukluğun genel tıbbi
durumun doğrudan etkilerine bağlı olduğuna ilişkin kanıtlar olmalıdır.
Deliryum taramasında kullanılan ölçekler
arasında ‘’Mini Mental Durum Değerlendirme Testi’’ (MMSE), ‘’Konfüzyon
Değerlendirme Metodu’’ (CAM) yer almaktadır. CAM %94-100 duyarlılık ve %90-95
özgüllüğe sahiptir.
Yaşlı hastalarda deliryum değerlendirilmesinde
ana basamaklar şunlardır:
1. Kognitif durumun, mental durum ve dikkatin
test edilmesi ve bazal kognitif durumun saptanması.
2. Kapsamlı hikaye ve
fizik muayene, nörolojik muayene yapılması.
3. İlaç listesinin gözden geçirilmesi: Tüm
ilaçların yan etkilerinin gözden geçirilmesi. Tüm psikoaktif ilaçların
kesilmesi veya azaltılması.
4. Laboratuvar değerlendirme: tam kan sayımı,
elektrolitler, BUN, kreatinin, glukoz, kalsiyum, fosfor, karaciğer enzimleri,
oksijen satürasyonu, tiroid fonksiyon testleri.
5. İnfeksiyon aranması: fizik muayene, idrar
tetkiki, akciğer grafisi, kültürler (endikasyon varsa).
6. Yukarıdaki basamaklarda ilişkili sebep
bulunamazsa seçilmiş hastalarda ileri değerlendirme yapılması. İleri
laboratuvar testleri; arteryel kan gazı, EKG, kalp enzimleri, beyin
görüntülemesi, beyin omurilik sıvısı incelemesi, elektroensefalogram.
İnfeksiyonlar
Kötü hijyen
ve malnütrisyon nedeniyle yaşlı nörolojik hastalar her türlü infeksiyon
hastalığına açıktırlar. Terminal dönem hastalarda aspirasyon pnömonisi sıklıkla
karşılaşılan bir problemdir. Yaşlılarda infeksiyon hastalıklarının tipik
semptom ve bulguları (ateş, dispne, lökositoz ... vb)
olmayabilir. Kognitif fonksiyonda ve işlevsellikte akut kötüleşme durumunda
infeksiyonlar mutlaka akla gelmelidir. Uygun ve yeterli süre antibiyoterapi
uygulanmalıdır. Yaşlanma ile birlikte immün fonksiyonlarda değişiklik olur
(immünosenesans). Yaşamın immünolojik olarak hassas dönemlerinden olan çocukluk
çağında olduğu gibi ileri yaşta da infeksiyon hastalıklarından korunma amacıyla
bazı özgün aşıların kullanılması ile yaşlılarda önemli bir morbidite ve
mortalite sebebi olan infeksiyon hastalıklarının azaltılması sağlanabilir.
Yaşlılarda rutin olarak uygulanması önerilen aşılar aşağıda özetlenmiştir.
Korunma
Pnömokok Aşısı: Daha önce
pnömokok aşısı yapılmamış 65 yaş ve üzeri bireylerde ilk doz 13 valan konjuge
aşı, takiben en az 1 yıl sonra 23 valan polisakkarid aşı şeklinde
uygulanmalıdır. Önceden 23 valan polisakkarid aşı ile aşılanmışsa 1 yıl sonra
konjuge aşı yapılmalıdır. 23 valan aşı 65 yaş öncesinde uygulanmışsa, 65 yaş
üstünde ilk aşıdan en az 5 yıl sonra tekrarlanmalıdır
İnfluenza Aşısı: 50 yaş üstü
tüm erişkinlere yıllık mevsimsel grip aşısı önerilir.
Tetanoz Aşısı: Her 10 yılda
bir erişkin tipi difteri-tetanoz toksoidi önerilir. Erken erişkinlik dönemi
veya çocuklukta aşılananlar için ara açılabilir. Bu olgularda 50 yaş üstü
yapılan tek bir td toksoidi ömür boyu immünite için yeterli olabilir.
Herpes Zoster Aşısı: Zoster
infeksiyonu riski yaş ilerledikçe artmaktadır Zoster infeksiyonu ilişkili
postherpetik nevralji, ensefalit, miyelit, kranyal ve periferik sinir paralizileri
yaşlılarda daha fazladır. Herpes zoster aşısı zona riskinde ve postherpetik
nevralji riskinde azalma sağlar. Atmış yaş üstü immün sorunu olmayan tüm
yaşlılara ömür boyu bir kez olmak üzere önerilebilir.
Nörolojik
hastalıklarda işlevsellikte bozulmaya katkıda bulunabilecek geriatrik
sendromlar
Yaşlanma
ile birlikte malnütrisyon, sarkopeni, düşme, inkontinans, konstipasyon gibi
sorunların sıklığı artar. Standart nörolojik ve dahili
değerlendirmede bunlar gözden kaçar. Yukarıda sayılan durumlar yaşlı hastalarda
sık olarak görülen, yaşam kalitesini bozup, morbidite ve mortaliteyi
arttırabilen geriatrik sendrom olarak nitelendirilen
durumlardır. Yaşlıda çoğunlukla
atipik semptomlarla kendini gösteren ve hastalık
tanımı ile tam olarak açıklanamayan klinik durumları ve semptomları tanımlamak
için “Geriatrik Sendromlar” terimi kullanılmaktadır. Nörolojik
hastalığı olan yaşlılarda geriatrik sendromların
varlığı işlevselliği bozacaktır. Bu
nedenle sık karşılaşılan geriatrik sendromların
varlığının sorgulanması ve gerekli önlemlerin alınması önem arz etmektedir. Bu
geriatrik sendromların tanısı, tedavisi aşağıda kısaca
özetlenecektir.
Malnütrisyon
Malnütrisyona sebep olduğu
bilinen nörolojik hastalıklar arasında Alzheimer hastalığı, Parkinson hastalığı,
serebrovasküler hastalık, multipl skleroz ve motor nöron hastalığı bulunur.
Nörolojik hastalıkların seyrinde gelişen malnütrisyonun nedenleri
arasında depresyon, öz bakımın bozulması, orofarengial disfaji, bilinç
bozuklukları, algılamada güçlük, kognitif bozukluk, ilaçlar ve artmış ihtiyaç
sayılabilir. Malnütrisyon sonucunda, kas atrofisi (ekstremite/solunum), bası
yaraları, düşmeler, osteoporoz, infeksiyon riski ve sağkalımda azalma
görülür.
Malnütrisyon bir ya da daha fazla besin
maddesinin vücut dengesini bozacak şekilde yetersiz alınmasıdır. Metabolik
ihtiyaçları karşılayacak kadar enerji ve/veya proteinin olmaması malnütrisyonun
temel özelliğidir. Yaşlıların %37-40’ı günlük enerji ihtiyacını
karşılayacak düzeyde beslenememekte, üç yaşlıdan 2’si bir öğünü
atlamaktadır. 65 yaş üstü ayaktan hastalarda yetersiz beslenme sıklığı %30-35
arasındadır. Tahmini sıklık hastanede yatanlarda %70 civarında iken,
bakımevlerinde kalanlarda %85‘in üzerinde olduğu tahmin edilmektedir. SVH varlığında başvuru sırasında %15 hastada, 2. haftada
%22-35 ve takip sırasında %50 hastada malnütrisyon tanısı konulmaktadır. Malnütrisyon,
sık görülmesinin yanı sıra mortalitede artışa neden olduğu için de önem arz
etmektedir. Yaşlılıkta herhangi sebeple kilo kaybının başlangıcını takip eden
1–2,5 yıl içinde, sadece bu sebeple ilişkili olarak mortalite oranı %9-38
artmaktadır.
Beslenme durumunu olumsuz etkileyen faktörler
arasında yaşlanmayla birlikte ortaya çıkan fizyolojik değişiklikler, akut ve
kronik hastalıklar, diş ve ağız sağlığı problemleri, polifarmasi, ekonomik
sorunlar, tek başına alışveriş yapamama, yemek hazırlayamama ve yiyememe gibi
çevresel etkenler önemli yer tutar. İştah azalmasının yaşlanma ile ortaya
çıktığına dair bazı bulgular mevcuttur ki bu da yaşlanma anoreksisi olarak
bilinmektedir. Yaşlanmayla beraber açlığa ve enerji ihtiyacına vücudun verdiği
iştah artışı cevabının bozulması, tat ve koku duyularındaki değişiklikler, yaşa
bağlı olarak gelişen mide boşalma hızının yavaşlaması, ghrelin gibi iştahla
ilgili hormonların dengesindeki değişiklikler gibi birçok faktör nedeniyle
iştahta azalma görülebilir. Ayrıca iştah, inflamasyon (kanser, KOAH, kalp
yetmezliği gibi) ile birlikte seyreden akut ve kronik hastalıklarda
azalmaktadır. Ancak diğer taraftan, korku, depresyon, yalnızlık ve eş kaybı
gibi psikososyal sorunlar da iştahın azalmasına sebep olan unsurlardır. Kırılgan yaşlılarda çoğunlukla değişik faktörler
aynı anda ortaya çıkabilmekte ve kendi aralarında etkileşerek gıda alımını
etkileyebilmekte ve gıda alımı ile sindirimi sürecinde akut ve kronik
dönemde dengesizlikler, kilo kaybı ve fonksiyon kaybı gibi durumlar ortaya
çıkabilmektedir.
Malnütrisyon
Tanısı
Malnütrisyon yaşlı hastalarda
sık görülmesine rağmen, klinisyenler tarafından yeterince tanınmaz ve pek çok
olguda hasta kaşektik düzeye gelinceye kadar tanı ve tedavisi yapılamaz. 65 yaş
ve üzeri bireylerde en az yılda 1 kez ve hastaneye yatırıldıkları her durumda
beslenme bozukluğunun değerlendirilmesi gereklidir ve uluslararası kılavuzlarca
önerilmektedir. Öte yandan malnütrisyon tanısında kullanılması önerilen çok
sayıda değişik araç/test bulunmaktadır. Burada birincil amaç malnütrisyonun en
pratik şekilde saptanması olmalıdır. Bu bağlamda ESPEN (The European Society of Clinical Nutrition and Metabolism) önerilerine
göre vücut
kitle indeksi (VKİ) <18,5 kg/m2 ise veya herhangi bir zaman
diliminde >%10 istemsiz kilo kaybı varsa malnütrisyon tanısı konur. Ek
olarak 3 ay içinde %5 kilo kaybı olması ve beraberinde 70 yaş altında VKİ
<20 kg/m2, 70 yaş ve üzerinde VKİ <22 kg/m2 ise
veya yağsız VKİ kadında 15 kg/m2, erkekte 17 kg/m2 ise
malnütrisyon tanısı yine konur.
Tanı ve tedavideki
gecikmelerin önüne geçebilmek ve malnütrisyon tanısında küresel geçerliliği
olan standart yaklaşımı sağlayabilmek için Eylül 2018’de “Malnütrisyonda
küresel liderlik girişim topluluğu’’ (Global Leadership Initiative on
Malnutrition - GLIM) yapısında klinik beslenme organizasyonlarının birçoğu bir
araya gelmiş ve GLIM malnütrisyon kriterlerini
yayınlamışlardır. GLIM önerilerine göre
birinci basamakta riskli hastaları saptamak üzere valide edilmiş tarama
testlerinden birinin kullanılması önerilir. Bu basamakta Mini-Nütrisyonel
Değerlendirme- Kısa form (MNA-SF), Nütrisyonel Risk Taraması (NRS) veya
Malnutrition Universal Screening Tool (MUST) uygulanabilir. Mini Nütrisyonel
Değerlendirme testi (Tablo 2) yaşlı
popülasyona özgün geliştirilmiş bir testtir. İlk kısmı 6 sorudan oluşur
ve hızlı bir tarama testidir. MNA kısa formdan 12-14 puan alanlarda nütrisyonel
durumun normal olduğu 11 altında puan alanlarda ise malnütrisyon riski olduğu
söylenir.
Tablo
2. Mini
Nütrisyonel Değerlendirme testi
Mini Nütrisyonel Değerlendirme (MNA)
1.Kısım |
|
1. Son üç ayda
iştahsızlığa, sindirim sorunlarına,
çiğneme ya da yutma zorluklarına bağlı
olarak besin alımında bir
azalma oldu
mu?
0 = Ciddi iştah kaybı
1 = Orta düzeyde iştah kaybı
2 = İştah kaybı yok |
4. Son 3 ayda
psikolojik stres ya da akut hastalıktan şikayet oldu mu? 0 = Evet
2 = Hayır |
2.
Son üç ay içindeki
kilo kaybı durumu 0 = Üç kg’dan fazla
kilo kaybı 1 = Bilinmiyor 2 = 1 ve 3kg arasında kilo kaybı 3 = Kilo kaybı yok |
5. Nöro-psikolojik
problemler:
0 = Ciddi bunama
ve depresyon
1 = Hafif düzeyde bunama ve depresyon
2 = Hiçbir
nöropsikolojik problem
yok |
3.
Mobilite 0 =
Yatak ya da
sandalyeye
bağımlı 1 = Yataktan, sandalyeden
kalkabiliyor ama dışarıya çıkamıyor 2 = Dışarı çıkabiliyor |
6.
Vücut Beden kitle
indeksi (BKİ) (kg/m2) veya
0 = <19
Baldır Çevresi
1 = ≥19 ve <21 ölçümü
2 = ≥21 ve <23 ≥ 31 : 3
3 = ≥23
< 31 : 0 |
Toplam
Puan:………….…….…/14 İzlem Değerlendirmesi : o 0-7 malnütrisyon o
8-11 malnütrisyon riski o
>11 normal |
Riskli bireyler saptandıktan sonra
malnütrisyon tanısını değerlendirmek üzere fenotipik ve etyolojik kriterlerin varlığı araştırılır.
Fenotipik kriterler:
Son altı ay içinde %5 veya 6 aydan uzun sürede %10 kilo kaybının olması, düşük
VKİ’nin olması (<70 yaş: <20 kg/m2 veya >70 yaş : <22 kg/m2 Asya’da
<70 yaş : <18,5 kg/m2 veya >70 yaş <20 kg/m2) ve/veya azalmış kas
kütlesi olması (Valide edilmiş vücut bileşeni ölçüm teknikleri ile): örneğin
bioimpedans DXA, MRI, BT gibi
Etyolojik kriterler: azalmış besin
alımı/sindirimi (>1 hafta <=%50 enerji ihtiyacı veya >2 hafta herhangi
bir azalma, veya gıdaların sindirimini ya da emilimini
olumsuz etkileyen kronik bir gastrointestinal durum) ve/veya inflamasyon (Akut
hastalık/yaralanma veya kronik hastalığa bağlı). Malnütrisyon tanısı koyabilmek
için etyolojik kriterlerden en az biri ve fenotipik
kriterlerden en az birinin var olması gerekir.
Malnütrisyonun ciddiyetini belirlemek
için fenotipik kriterler kullanılır. Bu basamakta kilo
kaybı son 6 ay içinde %5-10 veya 6 aydan uzun sürede %10-20 ise evre 1 (ılımlı
malnütrisyon), son 6 ay içinde >%10 veya 6 aydan uzun sürede >%20 ise
evre 2 (şiddetli malnütrisyondan) bahsedilir. Eğer hastanın VKİ <70 yaşta
<20 kg/m2,>=70 yaşta <22 kg/m2 ise evre 1 malnütrisyon, <70 yaşta
<18,5 kg/m2 >=70 yaşta <20 kg/m2 ise evre 2 malnütrisyon olarak
derecelendirilir. Kas kütlesinde hafif ila orta azalma var ise evre 1
malnütrisyon, şiddetli azalma var ise evre 2 malnütrisyon olarak
değerlendirilir.
Beslenme yetersizliği sorgulanan bir hastada
bireyin beslenme alışkanlığı nitelik ve içerik açısından sorgulanmalı, ishal
kusma gibi sindirim sistemi bulguları sorulmalı ve hastanın kullandığı ilaçlar,
mevcut hastalıkları, alışkanlıkları öğrenilmelidir. Kilo kaybı olanlarda altta
yatan sebebi araştırmak için tam kan sayımı, glukoz, elektrolitler, böbrek ve
karaciğer fonksiyon testleri, tiroid fonksiyon testi, sedimentasyon, tam idrar
tahlili ve akciğer grafisi rutin istenmesi gereken testlerdir. Bu testler
dışında hastanın bulgularına göre daha ileri tetkikler planlanabilir.
ESPEN önerilerine göre PH olanlarda hastalık
süresince beslenme ve vitamin durumunun düzenli olarak izlenmesi tavsiye edilir.
Kilo kaybı, düşük VKİ, demans veya disfaji bulguları olan Parkinson
hastalarında “on” fazında iken disfaji varlığı taranmalıdır. Taramada PH’na
özel anketler [örneğin SDQ (swallowing disturbance
questionnaire) veya MDT-PD (Munich Dysphagia
Test)] ve yutma tarama testleri önerilir. Yutma
tarama testlerinden akut inmede kullanılması önerilen su yutma testinin PH’de
orofaringeal disfajiyi öngöremediği saptanmıştır. İstanbul Tıp Fakültesi
Geriatri Bilim Dalı pratiğinde de kullanılmakta olan Volüm-Viskozite Yutma
Testi (VVST) ise PH’de valide edilmiştir. Taramada disfaji saptanan, hastalığın
hızlı kötüleşmesi olan, pnömonisi olan veya disfajinin diğer bulguları olan
hastalarda enstrümental disfaji testi yapılmalıdır. Değerlendirme fiberoptik
endoskopik yutma değerlendirmesi (fiberoptic endoscopic evaluation of
swallowing) (FEES) ile, eğer bu yapılamıyor ise
Videofluoroscopic assessment of swallowing (VFA) ile yapılmalıdır. Enstrümental
değerlendirme yapılamıyorsa klinik değerlendirme yapılmalıdır. PH için
kullanılan ilaçların yan etkileri beslenme durumunu etkileyebilir. Levodopa
kullananlarda homosistein ve B6 vitamini durumuna özellikle dikkat edilmelidir.
Levodopa homosistein düzeyinde artışa neden olur. Parkinson hastalarında
dopaminerjik ilaçların bulantı kusma yapabileceği, vitamin desteği altındaki
hastalarda B6 vitamininin levodopa emilimini bozabileceği, insülin
salınımının levodopanın kan beyin bariyerini geçmesini kolaylaştırdığı, bu
nedenle diyetteki karbonhidrat oranının yüksek olmasının faydalı
olabileceği unutulmamalıdır. Ayrıca PH tedavisinde kullanılan levadopa aç
karnına (yemeklerden en az 1 saat önce ya da yemeklerden 2-3 saat sonra)
alınmalıdır.
Tüm inme
hastaları disfaji, bilinç bozukluğu, algı bozukluğu ve kognitif işlev bozukluğu
nedeniyle malnütrisyon ve dehidratasyona yatkın olabilir. Malnütrisyonda ya da
malnütrisyon riski altında olma, artmış mortalite riski ve diğer kötü
sonuçlarla ilişkilidir. Ayrıca, inme hastaları hayatı
tehdit eden bir komplikasyon olan aspirasyon pnömonisi
için de yüksek risk altındadır. ESPEN önerilerine göre tüm
inme geçiren hastalarda mümkün olan en kısa sürede disfaji taraması yapılmalıdır. Disfaji taraması
yapılamayan veya öksürme, boğulma, ıslak ses, ağız içinde yiyecek kalıntıları
kalması veya pnömoni varlığı gibi disfaji semptomları
gösteren veya dizartri, afazi, fasyal paralizi, kognitif bozukluk, bilinç
bozukluğu gibi disfaji risk faktörleri olan tüm inme hastalarının yutma
fonksiyonu mümkün olan en erken zamanda değerlendirilmelidir.
Tanısal
yaklaşım aspirasyon taramalarından olan su yutma testi ile
başlar. Daha kapsamlı bir değerlendirme söz
konusu olduğunda enstrümental değerlendirmelerden VFA veya FEES gerçekleştirilebilir. FEES’in
bazı avantajları vardır. Bu testte hastanın minimum işbirliğine ihtiyaç
duyulur. Tüm inmeli hastalar hastane başvurusunda (ilk 48 saat içinde)
malnütrisyon riski açışından değerlendirilmelidir. Bu amaçla tıbbi beslenme
tedavisinden yararlanma olasılığı daha yüksek olan hastaları belirlemek için MUST
testi kullanılabilir. Disfajisi olmayan ve yeterli beslenen hastalara
rutin oral nütrisyon desteği önerilmez. Yemek yiyebilen ve malnütrisyon veya
malnütrisyon riski olanlarda oral nütrisyon desteği önerilir. Disfaji saptanan
hastalarda kıvamı değiştirilmiş gıdalar veya katılaştırılmış sıvılar aspirasyon
pnömonisi insidansını azaltır. Disfajinin
değerlendirilmesi ve tedavisi konusunda deneyimli profesyoneller tarafından
standart bir protokole göre aspirasyon riskini de içeren yutma işlevinin
değerlendirilmesinden sonra kıvamı değiştirilmiş gıdalar ve koyulaştırılmış sıvılar verilmelidir. Bu değerlendirme
normal yutma fonksiyonu tekrar elde edilinceye kadar düzenli aralıklarla
tekrarlanmalıdır. Gazlı
içecekler koyulaştırılmış sıvılara kıyasla farengeal artığı azaltabilir. Gazlı
içeceklerin kullanımı, farengeal kalıntı teşhisi konan inme hastaları için bir
seçenek olabilir. İnme sonrası uzamış şiddetli
disfajisi olan ve disfajinin 7 günden uzun sürmesi beklenen hastalarda 3 gün
içinde enteral tüp beslenmesi önerilir. Bilinç seviyesi düşük
olan ve mekanik ventilasyon ihtiyacı olan kritik inme hastalarında enteral
tüple beslenmeye 3 gün içinde
geçilmelidir. Eğer inmenin
akut fazı sırasında yeterli oral besin alımı mümkün değilse, enteral nütrisyon
tercihen nazogastrik tüp ile verilmelidir. Eğer
enteral beslenme daha uzun bir süre için gerekliyse (> 28 gün), PEG
seçilmeli ve PEG stabil bir klinik dönemde
yerleştirilmelidir (14-28 gün sonra).
ESPEN
önerilerine göre demansı olan her hasta malnütrisyon açısından
taranmalıdır. Demanslı hastaların kilosu yakın takip edilmeli ve
belgelenmelidir. Kişisel
tercihlere önem vererek bireysel ihtiyaçlara göre yeterli yiyecek tedariki
önerilmektedir. İştah uyarıcıların kullanımı
önerilmez. Demanslı hastalarda malnütrisyonun olası nedenlerinin olabildiğince ortadan kaldırılması
gerekir. Diyet
kısıtlamalarından uzak durulmalıdır. Demanslı
kişilerde kognitif bozukluğa yönelik omega-3-yağ asidi, B1 vitamini, B12
vitamini, B6 vitamini ve/veya folik asit takviyelerinin kullanılması önerilmez.
Kognitif yıkımın önlenmesi veya
düzeltilmesi için bunama hastalarında E vitamini, selenyum, bakır, D vitamini
takviyelerinin kullanılması önerilmez. Demansı olan kişilere kognitif bozukluğu
düzeltmek veya kognitif gerilemeyi önlemek için özel tıbbi gıdaların kullanımı
da önerilmez. Bununla birlikte yapılan
çalışmalarda Multinutrient Fortasyn
Connect (Omega-3 (günlük
1500 mg dokosaheksaenoik asit eikosapentaenoik
asit), fosfolipidler, kolin, yüksek doz vitamin B (B12, B6,
ve folik asit), vitamin E, vitamin C, selenyum, ve uridin monofosfat) alan Alzheimer hastalarında kognitif işlevlerde göreceli
bir iyilik ve beyin atrofi hızında azalma olabileceği öne sürülmüştür. Malnütrisyon riski veya malnütrisyonu olan demanslı
hastalarda beslenme
durumunu iyileştirmek için oral nütrisyonel
ek kullanımı önerilir. Eğer düşük besinsel alım büyük ölçüde düzeltilebilir bir durumdan
kaynaklanıyorsa, akut durumun
üstesinden gelmek için malnütrisyonu olan hafif-orta demanslı hastalarda sınırlı bir süre için tüple
beslenme önerilir. İleri evre
demanslı hastalarda ise tüp beslenmesi önerilmez. Eğer yapay beslenme
endikasyonu var fakat tüple beslenme kontrendike ise veya tolere edilemiyorsa
parenteral nütrisyon önerilir. Hayatın terminal döneminde yapay beslenme
(enteral beslenme, parenteral beslenme ve parenteral sıvı) önerilmez.
Malnütrisyonda
tedavi
Tarama ve değerlendirme
sonucunda malnütrisyon veya malnütrisyon riski tespit edilen
hastalara beslenme destek tedavisi planlanmalıdır. Hastaların metabolik
gereksinimine göre kalori alımının yeterli olup olmadığına bakılmalıdır.
Öncelikle oral gıda alımı mümkün olanlarda günlük
kalori ihtiyacı doğrultusunda diyet düzenlenir. Diyet ile yeterli kalori
alımı sağlanamaz ise enteral ve/veya parenteral beslenme ürünleri
ile destek tedavi başlanabilir. Bu tedavi modalitesinde asıl olan enteral
beslenmedir, fakat bu her zaman yeterli veya uygulanabilir olamayabilir,
dolayısıyla bazen parenteral nütrisyon tedavisi ile destek gerekmektedir.
Enteral beslenme yolları oral enteral, nazoenteral ve enterokütan
yollardır. Enteral beslenmede kullanılacak yöntem beklenen beslenme süresi,
aspirasyon riski ve sindirim sisteminin durumuna göre belirlenmelidir.
Nazoenteral yol için nazogastrik veya nazointestinal “feeding” tüp
kullanılabilir. Bu tüplerin silikon veya poliüretan olanları tercih
edilmelidir. Enterokütan yollar ise, perkütan endoskopik
gastrostomi (PEG) ve perkütan endoskopik jejunostomidir (PEJ). Otuz
günden kısa beslenme için nazogastrik ve nazointestinal tüpler kullanılabilir.
Küçük çaplı “feeding” tüpleri nazogastrik tüplere göre daha iyi tolere edilir.
Nörolojik disfaji varlığında enteral beslenme yollarından birinin tercih
edilmesi, lif içerikli ürünlerin seçilmesi, bası yaraları varlığında
yüksek protein içerikli ürünlerin verilmesi önerilmektedir.
Erken ve orta evredeki demans hastalarında oral veya tüple beslenme
tedavisi verilmesi, ileri evre demans hastalarında tüple beslenmenin
tercih edilmemesi gerekir. Terminal evre kanser hastalarında da tüple
beslenmenin uygulanmaması önerilmektedir. Uzun süreli tüple
beslenme gereken hastalarda (>4 hafta) PEG uygulanması tavsiye edilmektedir.
PEG işleminin komplikasyon riski azdır, infeksiyon,
kanama ve peritonit %1-3 arasında rapor edilmiştir.
Beslenme yolu seçildikten
sonra günlük enerji ihtiyacı (GEİ) hesaplanmalı ve ardından oral
gıda alımı da göz önünde bulundurularak günlük verilecek destek
miktarı hesaplanmalıdır. GEİ’nın ortalama 25-30 kcal/kg/gün, obezlerde 20-25
kcal/kg, stres durumunda 30-40 kcal/kg, sepsis durumunda 40-50 kcal/kg şeklinde
hesaplanması önerilir. Hafif şiddette hastalıkta bazal metabolizma hızının 1,3
katı, orta şiddette hastalıkta 1,5 katı ve ciddi şiddette hastalıkta 1,7-1,8
katı kadar enerji alımına ihtiyaç vardır. GEİ hesaplandıktan sonra hastaya
yediklerini listelemesi istenir ve bu liste üzerinden günlük
almakta olduğu kalori miktarı hesaplanır. Günlük enerji ihtiyacından almakta
olduğu kalori miktarı çıkarılarak enerji açığı hesaplanır.
Yaşlılarda fiziksel
fonksiyonu yerine getirmek için gençlere göre daha fazla protein ihtiyacı
vardır. PROT-AGE Grubu günlük ortalama
protein gereksinimi 1-1,2 g/kg arasında olması gerektiğini bildirmiştir. Akut
veya kronik hastalığı olan yaşlılarda ise daha fazla proteine ihtiyaç olduğu
(örn: 1,2-1,4 g/kg) ciddi hastalığı olan, yaralanma veya belirgin malnütrisyonu
olanlarda 2 g/kg’a kadar ihtiyaç olabileceği belirtilmiştir. Ciddi böbrek
yetmezliği olan ve diyalize girmeyen hastalarda (örn, eGFR <30 mL/min/1,73m2)
protein alımı kısıtlanmalıdır (0,8 g/kg/g). Orta böbrek yetmezliğinde (GFR
30-60 mL/min/1,73m 2) > 0,8 g/kg/g güvenlidir fakat GFR yılda iki defa takip
edilmelidir. Hemodiyaliz ve periton diyalizine girenlerde protein alımı> 1,2
g/kg/g olmalıdır, eğer ulaşılabiliyorsa 1,5 g/kg/ g’ e kadar
çıkarılabilir. PROT-AGE çalışma grubu,
egzersizden hemen sonra amino asitlere kas duyarlılığı arttığı için, fiziksel
egzersizden hemen sonra protein alımını önerir.
Göz ardı edilmemesi gereken bir diğer önemli nokta da yaşlıların
yemeklerindeki dengesiz protein dağılımı ve sık sık öğün atlanmasıdır. Günlük
protein alımının, alınan proteinden optimal fayda
sağlamak için, gün boyunca yemeklerle orantılı olarak dağıtılması gerekir.
Oral beslenmede öncelikle
oral gıda alımı arttırılmalıdır. Yapılan öneriler yaşlının alışkanlıklarına
uygun olmalıdır. Enerji ve protein içeriği düşük gıdalar kaliteli gıdalarla
değiştirilmelidir. Yemek aralarında atıştırmalıklar önerilmelidir. Oral gıda
alımını arttırmaya yönelik önlemler başarısız olursa oral nütrisyonel ürünlere
vakit kaybetmeden başlanmalıdır. Enteral
beslenme ürünlerinin hepsi protein, karbonhidrat ve yağlardan oluşur. Ürünler
arasındaki farklılıklar sindirilebilirlik, kıvam, ozmolarite, içeriklerin
miktarı ve fiyatına göredir. İzotonik formüller (1-1,2 kcal/ml) genelde
başlangıçta kullanılan ürünlerdir. Daha yoğun (1,5-2 kcal/ml) formlar sıvı
kısıtlaması gerektiğinde yararlı olabilir, ancak bu ürünler yüksek
ozmolariteden dolayı ishal ve tüpün tıkanması gibi komplikasyonlara
neden olabilir. İshali önlemek için yüksek lif içerikli ürünler tercih
edilebilir. Böbrek yetmezliği, karaciğer yetmezliği, diabetes mellitus ve
akciğer hastalığı varlığında kullanılabilecek özel ürünler mevcuttur. Bu özel
ürünlerin kullanımı mutlak endike değildir. Pek çok hastada standart ürünlerle
de gerekli beslenme tedavisi yapılabilir. Böbrek yetmezliğinde düşük proteinli,
düşük elektrolitli ve kalorisi yüksek ürünler tercih edilebilir. Karaciğer
yetmezliğinde hepatik ensefalopati riskini arttırmamak için özel aminoasitleri
içeren formlar tercih edilebilir. Akciğer hastalığı olanlarda karbondioksit
üretimini azaltmak için yüksek yağlı formlar kullanılabilir. Sindirim sistemi
fonksiyon bozukluğu olanlarda karbonhidratlar ve proteinler oligosakkarit ve
aminoasit gibi yapıtaşları şeklinde verilerek emilim ve sindirim
kolaylaştırılabilir.
Sonuç
olarak malnütrisyon nörolojik hastalığı olan yaşlılarda sık görülür ve kas atrofisi (ekstremite/solunum), bası yaraları, düşmeler,
osteoporoz, infeksiyon riski ve sağ kalımda azalma gibi birçok olumsuz duruma
neden olabilir. Yaşlıda beslenme durumunu olumsuz etkileyen birçok faktör
vardır. Malnütrisyonun ilk aşamada tanınması büyük önem arz etmektedir. Her
hasta mutlaka malnütrisyon açısından değerlendirilmeli ve yeterli beslenemeyen
hastaya hızla gerekli önerilerde bulunulmalıdır. İhtiyaç halinde uygun beslenme
yolu seçilerek beslenme ürünleri ile beslenme desteği vakit kaybetmeden
başlanmalıdır.
Sarkopeni
Sarkopeni yaşlanma ile
birlikte ilerleyici kas kitle ve fonksiyon kaybıdır. Nörolojik hastalıklarda
yaşam kalitesini bozan önemli bir işlevsel kayıp sebebidir. Sarkopeni, düşme,
kırıklar fiziksel kısıtlılık ve mortalite gibi olumsuz sonuçlarda artmaya neden
olabilen ilerleyici ve jeneralize iskelet kası rahatsızlığıdır. Klinik pratikte
en sık kullanılan sarkopeni tanı kriterleri EWGSOP (European Working Group on Sarcopenia in Older People) kriterleridir.
Sarkopeni
riski olan hastalar, düşen, yürüme hızı yavaş olan, sandalyeden kalkmakta
zorlanan, kilo kaybı/kas erimesi olan hastalardır. Formal bir risk
değerlendirmesi için SARC-F testi kullanılabilir. SAR?-F testi pozitif saptanan
veya sarkopeni klinik şüphesi olanlarda sarkopeni varlığını saptamak için kas
gücü değerlendirilmelidir. Kas gücünü saptamak için el dinamometresi ile elin
kavrama gücünün değerlendirilmesi önerilir. Kas gücü düşük olanlarda muhtemel
(probable) sarkopeni tanısı konur. Bu olgularda sarkopeninin etyolojik tanısı
ve tedavisine yönelik girişimler başlamalıdır. Kas gücü düşük olanlarda
sarkopeni tanısını doğrulamak için ikinci basamakta kas miktarı ve/veya
kalitesi klinik pratikte DXA ve BİA ile, çalışmalarda
ise DXA, BİA, BT veya MRI ile değerlendirilebilir. Kas kütlesi
değerlendirilirken ölçülen kas kütlesinin boy, kilo veya VKİ’ne göre
düzeltilmesi gerekir. Düşük kas gücü, düşük kas miktarı/kalitesi olanlarda
sarkopeninin ciddiyetini saptamak için fiziksel performans
değerlendirilmelidir. Fiziksel performans değerlendirmesinde kullanılan testler
arasında olağan yürüme hızı, kısa fiziksel performans bataryası (SPPB), 6
dakika yürüme testi ve merdiven tırmanma gücü testi sayılabilir. Yürümenin
değerlendirilmesinde sıklıkla 4 metre olağan yürüme hızı kullanılır. Düşük kas
gücü, düşük kas miktarı/kalitesi ve düşük fiziksel performans tespit
edildiğinde, sarkopeni ciddi kabul edilir.
Sarkopeni; fiziksel
kapasitede azalma, güçsüzlük, denge problemleri, hareket bozukluğu, kısıtlılık,
solunum fonksiyonunda bozulma, kardiopulmoner performansta azalma, olumsuz
metabolik etkiler, bağışıklık sisteminde bozukluk, yaşam kalitesinde azalma,
kırılganlık, günlük yaşam aktiviteleri ve enstrümental günlük yaşam
aktivitelerinde azalma, osteoporoz, düşmeler, hastane yatış süresinde uzama ve
ölümle ilişkilidir.
Sarkopeni etyolojisinde
en önemli risk faktörleri mobilizasyonun azalması ve malnütrisyondur. Özellikle
eklem, kas, sinir ve kemikleri etkileyen hastalıklar, kronik dahili
hastalıklar (karaciğer yetersizliği, kalp yetersizliği, böbrek yetersizliği,
solunum sistemi problemleri, kanser, tüberküloz gibi kronik infeksiyonlar, bağ
dokusu hastalıkları), demans, depresyon, ağrı varlığı, sosyoekonomik yoksunluk
ve bunun gibi durumlar başlıca sarkopeni risk faktörleridir. Yaşlanma ile
testosteron, östrojen ve büyüme hormonu azalır, bunlar da sarkopeni oluşumuna
katkıda bulunur. Kadın cinsiyet, düşük doğum ağırlığı, alkol, sigara kullanımı
ve kalıtsal özellikler sarkopeni için diğer risk faktörleridir. Sarkopeninin
kesin bir tedavisi yoktur fakat bazı önerilerle ve girişimlerle mevcut
sarkopeniyi iyileştirmek ve ilerlemesini önlemek mümkündür. Sarkopeninin
önlenmesi ve tedavisinde başlıca egzersiz, yeterli beslenme ve bazı besinsel
destekler önerilmektedir. Sarkopeni açısından risk altında olan bireylerin
erken tanınması ve önlem alınması düzeltilebilir risk faktörlerinin ortadan
kaldırılması oldukça önemlidir.
Egzersiz sarkopeni
tedavisinin temelini oluşturmaktadır. Egzersiz mutlaka yeterli beslenme ile
kombine edilmelidir. Egzersiz çeşitleri arasında direnç egzersizleri, hem kas
kütlesi hem de kas fonksiyonlarını iyileştirmek için güvenli ve en etkili
yöntemdir. Direnç egzersizleri ile kas yapımında olumlu etkileri olduğu bilinen
testosteron ve büyüme hormonu gibi anabolizan hormonların seviyesi artar.
Yaşlılarda direnç egzersizleri olarak duvarı itme, sandalyeden kalkma, lastik
germe, hafif ağırlıklar kaldırma yapılabilir. Esneme ve germe egzersizleri,
hareket açıklığının idamesini sağlayarak; denge egzersizleri ise dengeyi
iyileştirerek yaşlılarda fonksiyonellikte olumlu etkilere neden olur. En ideal
egzersiz programı direnç, esneme, germe, denge ve aerobik egzersizlerin kombinasyonu ile olacaktır.
Beslenme desteği
sarkopeni tedavisinin önemli bir parçasıdır. Yaşlanmayla birlikte kas yıkımının
artması, eşlik eden hastalıklar ve bu hastalıkların alevlenme dönemleri yaşlıda
protein ihtiyacını arttırmaktadır. Güncel klavuzlarda yaşlılarda proteinin
1-1,5g/kg/gün alınmasının daha uygun olduğu ifade edilmektedir. Diyetteki
proteinin miktarı ve 3 öğünde dengeli olarak alınıyor olmasının yanı sıra
kalitesi ve tüketim zamanı da önemlidir. Bazı elementer proteinlerin kas
üzerine daha etkili olduğu bilinmektedir. Özellikle lösin ve metaboliti olan
beta-hidroksi-metilbutirat (HMB)’ın kas üzerinde yapımı uyarıcı etkiye sahip
olduğu bilinmektedir. HMB, kas kütlesi ve fonksiyonunda düzelme sağlamaktadır.
Protein alımından en etkili faydanın sağlanması için egzersiz sonrası ilk
saatte alınması önerilmektedir. Ayrıca egzersiz sonrası erken ve yeterli
proteinin yanı sıra yeterli karbonhidrat alımı da sağlanmalıdır. D vitamini
kas-iskelet sistemi sağlığı için önemli bir besin öğesidir. Düşük D vitamini seviyeleri, düşük kas gücü ile ilişkili
bulunmuştur. D vitamininin düşük seviyeli kişilerde replasmanı, kas gücü ve
işlevini arttırır ve düşmeleri azaltır.
Vitamin D replasmanı mortalitede azalma ile ilişkilidir.
Büyüme hormonu, testosteron ve östrojen kas fonksiyonu ve kütlesini etkileyebilen hormonlardır. Testosteron tedavisinin sadece laboratuvar olarak testosteron eksikliği tanısı kesinleşmiş ve klinik bulguları olan yaşlılara uygulanması önerilir. Testosteronun kas kütlesinde artışa neden olduğu bilinmektedir kas fonksiyonu ve performansı üzerine olumlu etkisi olabilir. Fakat bunun yanı sıra önemli yan etkilere (kardiovasküler risk artışı, polisitemi, uyku apnesi, prostat büyümesi/prostat kanseri, karaciğer toksisitesi, ödem, jinekomasti gibi) neden olabileceği unutulmamalıdır.
Sonuç olarak sarkopeni yaşlılarda sıklıkla karşımıza çıkan; fiziksel kapasitede, fonksiyonel kapasitede, kardiopulmoner performansta ve yaşam kalitesinde azalma, kırılganlık, hastane yatış süresinde uzama ve ölümle ilişkili bir geriatrik sendromdur. Sarkopeni açısından riskli olabilecek hastalar bu yönden değerlendirilmeli ve gerekli tedbirler alınmalıdır. Sarkopeni tedavisinde ve önlenmesinde multimodal tedavi yaklaşımının bir parçası olarak dengeli protein, enerji ve D vitamini alımı, özellikle düzenli egzersizle birlikte kullanıldığında yararlı olabilir.
Düşmeler
Düşmeler,
yaşlı popülasyonda sıklıkla karşımıza çıkan, ancak
yaşlanmanın kaçınılmaz bir sonucu gibi görülmemesi gereken tıbbi ve ekonomik
sonuçları açısından önemli bir halk sağlığı sorunudur. Mortalite ve morbidite
artışının yanı sıra, uzun süreli immobilizasyon ve buna bağlı komplikasyonlara neden olmaktadır. Düşmeye bağlı gelişen
yaralanma ve kırıkların yanı sıra kişide gelişen düşme korkusu; hareketliliği
olumsuz yönde etkileyerek fonksiyonel kayıp, bağımsızlıkta azalma, depresyon ve
sosyal izolasyona neden olabilir.
Yaşlı
popülasyonda yaşın ilerlemesi ve artan fiziksel
özürlülük ile düşme insidansı ve ciddiyeti artar. Toplumda yaşayan 65 yaş
üzerindeki bireylerin %30-40’ı her yıl düşer. Seksen yaş ve üzeri
için bu oran yaklaşık %50’ye yükselmiştir. Uzun süreli bakım evinde kalan
bireylerin %50’si her yıl düşer ve düşme öyküsü olanların yaklaşık %60’ı daha
sonra tekrar düşecektir. Demans, nöropatik ve miyopatik hastalıklar gibi
nörolojik hastalıkların çoğu düşmeler için bağımsız risk faktörüdür ve bu
nedenle nörolojik hastalığı olan yaşlılarda düşme oldukça sıktır.
Düşmelerin
%10-15’i büyük yaralanmalara neden olurken %37-56’sı hafif yaralanmalarla
sonuçlanır. Atmış beş yaş ve üzeri yaştaki kişilerde yaralanma ile ilgili
hastaneye yatışların başlıca nedenidir ve bu yaş grubundaki acil başvuruların
%14’ünü ve hastaneye kabullerinin %4’ünü oluşturmaktadır. Yaşlı hastalarla
ilgilenen klinisyenler, düşmeleri rutin olarak sorgulamalı, düşme riskini
değerlendirmeli ve altta yatan değiştirilebilir risk faktörleri varsa
düzeltmelidir.
Düşme
Risk Faktörleri
Yaşlılarda
düşme nedenleri araştırıldığında ilk sırada çevresel faktörler nedeniyle
yaşanan kazalar (%30-50), ikinci sırada ise denge ve yürüyüş bozuklukları
(%10-25) gelmektedir. Denge ve normal yürüme birçok sistemin birlikte çalışmasıyla
sağlanır. Görme fonksiyonu (görme keskinliği, derinlik algılama, kontrast duyarlılığı, karanlığa uyum) iç kulakta bulunan
denge sistemi, yüzeyel ve derin duyu, eklemlerin serbest hareketi, kas gücü ile
kas koordinasyonu denge ve yürümeyi etkileyen başlıca faktörlerdir. Denge ve
normal yürümede etkili olan bu sistemlerin hepsinde yaşlanmayla birlikte bazı
değişiklikler olur. Denge problemi olmayan ve normal yürüyen
bir yaşlıda dahi, araya giren ateşli bir hastalık, ishal, kusma, aşırı terleme,
diüretik kullanımı gibi nedenlerle meydana gelen dehidratasyon, yeni ortaya
çıkan aritmi, ani tansiyon değişiklikleri, uyku bozuklukları (gece sık sık
uyanma, uykuya dalmada ve/veya sürdürmede güçlük, toplam uyku süresinde
kısalma, gün içinde kısa süreli uyuklamalar, sürekli uykuya meyilli olma), yeni
başlanan veya pozolojisi değiştirilen ilaç veya bir çevre değişikliği ardından
düşme olabilir. Başlıca düşme risk faktörleri aşağıda özetlenmiştir.
Yaşlı
bireylerde meydana gelen düşmeler çoğunlukla birden fazla nedenden
kaynaklanmaktadır.
· Psikososyal
ve demografik faktörler: ileri yaş, kadın cinsiyet, yalnız
yaşamak, inaktivite, düşme hikayesi
· Medikal
faktörler: inme, Parkinson hastalığı, kognitif bozukluklar,
inkontinans, akut hastalıklar, vestibüler bozukluklar, artrit, ayak
problemleri, baş dönmesi, senkop, ortostatik hipotansiyon, D vitamin eksikliği,
depresyon
· İlaçlar:
Antihipertansifler, psikoaktif ilaçlar, nonsteroidal anti-inflamatuar ilaçlar
ve 4’den fazla ilaç kullanımı
· Denge
ve mobilite faktörleri: Denge kaybı, duruş ve mobilite
bozukluğu
· Duyusal
ve nöromüsküler faktörler: Görme bozukluğu, görme alanı kaybı,
vestibüler fonksiyonlarda azalma, kas güçsüzlüğü, azalmış periferik duyu
· Nöropsikolojik
faktörler: Depresyon, kognitif bozukluklar, düşme korkusu
· Çevresel
faktörler: Uygun olmayan gözlükler, evde meydana gelebilecek
tehlikeler, dış tehlikeler
Düşme riskini tarama
Basit
kullanımı kolay bir tarama, yaşlılarda son yıldaki düşme anamnezini alıp, denge
ve hareketlilik durumlarını değerlendirmektir. Daha önceki düşmeler ertesi yıl
tekrar düşme yönündeki en güçlü prediktörlerden biridir. Tüm yaşlı bireylere (veya bakıcılarına), özellikle nörolojik
hastalığı olanlarda düşme riski fazla olduğu için, en az yılda bir; düşme,
düşme sıklığı, yürüyüş veya denge bozukluğu sorulmalıdır.
Değerlendirme
Tekrarlayan
düşmeleri olan, yürüyüş ve denge ile ilgili sorunları olan, düşme sebebiyle
medikal yardım isteyen ve acile başvuran yaşlı bireyler için multifaktöryel düşme
değerlendirmesi yapılmalıdır. Değerlendirmede düşme ile ilgili ayrıntılı
anamnez alınmalı ve ayrıntılı fizik muayene yapılmalıdır. Fizik muayenede
yürüme hızı, postür, kas gücü, postüral instabilite, Romberg ve ‘kısa fiziksel
performans testi’, ‘time up and go testi’ gibi postüral stabilite testleri
yapılmalıdır. Ayrıca görme keskinliği değerlendirmesi, fısıltı işitme testi,
ekstremitelerin muayenesi yapılmalıdır.
Tanısal
Testler
Anemi, dehidratasyon ve otonom nöropatiyi saptamak üzere
tam kan sayımı, BUN, kreatinin, glukoz düzeyleri bakılmalıdır. Ayrıca D
vitamini, vitamin B12 düzeyi değerlendirilmelidir. Holter, ekokardiyografi ve
radyolojik incelemeler yalnızca muayenedeki bulgular ve anamnez neticesinde
endike olduğu durumlarda önerilir.
Düşmeyi
Önleme Yaklaşımları
Düşmelerden
korunmak için atılması gereken ilk adım risk faktörlerini belirlemek ve mümkün
olanları değiştirmektir. Yaşlıda düşmeye yol açan faktörlerin çoğunluğu
düzeltilebilir risk faktörleridir. Düşmeyi önleme ve sıklığını azaltmada; tıbbi
girişimler, çevresel düzenlemeler, eğitim ve egzersiz programları ve yardımcı
aletler kullanılabilmektedir.
Düşmeyi
önlemeye yönelik yapılabilecek basit tıbbi girişimler;
· Vitamin
B12 eksikliğini değerlendirmek
· Sedatif
hipnotik ve santral etkili ilaçları kesmek
· Servikal
spondilosis yönünde araştırma yapmak
· İlaç
sayısını azaltmak
· Çevresel
düzenlemeler yapmak
· Eğitim
programları, egzersizler (denge, kas kuvvetlendirme ve direnç egzersizleri,
gözlem altında egzersiz) uygulamak
· Yardımcı
aletlerden (sert tabanlı uygun ölçüde ayakkabı, yürüteç, kalça koruyucuları)
klinik pratikte faydalanmak
· Postüral
hipotansiyonu araştırmak ve tespit edildiğinde etyolojisini araştırmak
· İlaçlar
gözden geçirmek
· Aşırı
tuz kısıtlaması yapanların diyetini gözden geçirmek
· Yeterli
sıvı alınması sağlamak (2-2,5 lt/gün)
· Beslenme
bozukluğu varsa tedavi etmek, az ve sık yemek yemek ve alkolden kaçınmasını
söylemek, karbonhidratlı yiyeceklerden uzak durulmasını önermek
· Gerektiği
durumda, antihipertansif ilacın dozu azaltılmak veya başka grup ilaçla
değiştirmek
· Yatak
başının yükseltilmesi, yataktan yavaş kalkma, dorsifleksiyon egzersizleri, alt
ekstremite direnç egzersizlerini önermek
· Varis
çorabı giyilmesi önermek
· Bu
müdahaleler yetersiz kalırsa midodrin ve fludrokortizon uygulanabilir
· D
vitamini kullanımının yaşlılarda düşme sayısını azalttığı saptanmıştır. D
vitamini kullanımının kas gücünü arttırarak bu azalmayı sağladığı
düşünülmektedir. Özellikle kadınlarda yararlı olduğu görülmüştür. Osteoporozu
olan yaşlılarda düşme sonrası kırık riski arttığı için osteoporoz tedavisi göz
ardı edilmemelidir.
Sonuç
olarak düşmeler yaşlılarda sık görülür ve yıkıcı sonuçlara neden olabilir.
Düşmelerin çoğu tek bir nedene bağlı değildir. Birbiriyle etkileşen birden çok
faktörün sonucu olarak düşmeler ortaya çıkmaktadır. Düşmeleri önlemek için
yapılması gereken, risk faktörlerinin belirlenmesi ve düzeltilebilir
faktörlerin düzeltilmesidir. Sonucu ne olursa olsun düşen ve sık düşme
tehlikesi yaşayan bir yaşlı mutlaka bir doktor tarafından değerlendirilmeli, düşme nedenleri
araştırılmalı ve düşmenin yaşlı üzerindeki etkileri analiz edilmelidir.
Kırılganlık
Kırılganlık, genellikle ileri yaşta ortaya çıkan düşkünlük
durumunu tanımlar. Kırılgan bireylerin karakteristik özellikleri infeksiyon,
uygunsuz ilaç veya akut hastalıklar gibi stres faktörü varlığında fiziksel ve
kognitif durumlarında ani ve dramatik değişiklik ve dekompansasyon riski
taşımalarıdır. Yaşlılarda kırılganlığın olması alarm durumunu gösterir. Bu
hastalar her türlü dış etkene hassastır. Kırılgan yaşlı her an düşme,
kısıtlılık, hastaneye yatış ve ölüm riski altındadır. Kırılganlık için standart
bir tanım yoktur. Kırılganlık yaşlıyı fonksiyonel açıdan daha bağımlı hale
getiren, düşme, deliryum ve immobilite riskini arttıran, bakım evine yerleşme
olasılığını artıran, hastane yatışı ve mortalite artışına neden olan bir
durumdur. Kırılganlık tanımlaması
ile ilgili tam bir fikir birliği olmadığı için kırılganlık prevalansını
belirlemek zordur. Kırılganlık ile ilgili yapılan epidemiyolojik çalışmalarda
farklı kırılganlık ölçekleri kullanılmıştır. Bu nedenle kırılganlık prevalansı
kullanılan ölçeğe ve popülasyona göre farklılık
göstermektedir. Kırılganlıkta rol oynayan faktörler iştahsızlık, sarkopeni,
immobilite, ateroskleroz, denge bozukluğu, depresyon ve kognitif bozukluktur.
Kırılganlık Tarama Araçları
Kırılganlığı değerlendirmek için geçerliliği ve güvenilirliği kanıtlanmış birçok tarama aracı vardır. En sık kullanılan tanı aracı Fried kırılganlık indeksidir. Kırılganlık indeksine göre 5 kriterden 3 ve üzerinin olması kırılganlık olarak tanımlanır. Bir veya ikisinin olması ise kırılganlık-öncesini tanımlar. Fried kırılganlık indeksine göre tanımlanan kriterler şunlardır:
· Kilo kaybı: son 1 yılda > 4,5 kg istemsiz kilo kaybı
· Güçsüzlük: cinsiyet veya boya uygun olarak dinamometre ile ölçülen kavrama kuvvetinin azalmış olması
· Dayanma gücü ve enerjinin azalması: yorgunlukla ilgili öz raporlamada dayanıksızlık ve düşük enerji. CES-D ölçütünden iki soruyla tanımlanan öz raporlamadaki yorgunluk, kademeli egzersiz testinde ulaşılan egzersiz seviyesiyle ilişkilidir; bu VO2 maks ve onun işaret ettiği kardiyovasküler hastalığın habercisidir.
·
Yavaşlık:
cinsiyet ve boya uygun olarak 4 metre yürüme süresinin uzun olması (≤ 159
cm ≥7 sn,> 159 cm ≥ 6 sn)
· Azalmış fiziksel aktivite: haftalık kilo kalori harcamasının düşük olması (erkek < 383 kcal, kadın <270 kcal)
Fried kırılganlık indeksi en sık kullanılan ölçek olsa da klinik pratikte daha hızlı ve uygulaması daha kolay olan ve sıklıkla kullanılan bir diğer tarama aracı ise FRAIL skalasıdır. FRAIL skalasına göre 5 kriterden 3 veya üzerinin olması kırılgan, bir veya ikisinin olması kırılganlık-öncesi olarak tanımlanır. FRAIL kırılganlık skalasının bileşenleri şunlardır:
· Yorgunluk: son 4 haftanın hepsinde veya çoğunda yorgunluk hissi olması
· Dayanıklılık: 10 adımı dinlenmeden, tek başına ve yardımsız yürümekte zorluk çekmesi
· Ambulasyon: 200 metre veya üzeri mesafeyi tek başına, yardımsız ve güçlük çekmeden yürümekte zorluk çekilmesi
· Hastalıklar: 11 hastalıktan 5 ve üzerinde olması. Hipertansiyon, diyabet, kronik obstruktif akciğer hastalığı, miyokard enfarktüsü, konjestif kalp yetersizliği, angina, astım, artrit, inme, böbrek hastalığı, kanser (küçük deri kanserleri dışında)
· Kilo kaybı: son 1 yıl içinde vücut ağırlığının %5 veya üzerinin kaybedilmesi
Diğer tarama aracı osteoporotik fraktürler çalışması (SOF) indeksidir. SOF indeksine göre 3 bileşenden ikisinin olması kırılganlık, bir bileşenin olması ise kırılganlık-öncesi olarak tanımlanır. SOF indeksinin içerdiği kriterler şunlardır:
· Son 1 yılda %5 veya üzeri kilo kaybının olması
· Kolları kullanmadan 5 kez sandalyeden desteksiz kalkamama
· “Kendinizi enerji dolu hissediyor musunuz ?” sorusuna olumsuz yanıt verilmesi
Kırılgan
Yaşlının Tedavisi
Hastalar ve aileleriyle birlikte hedef
belirleme; kırılgan bireylere bakım sağlama, bireysel öncelikleri belirleme,
riskleri ve müdahalelerin faydalarını tartma ve bakımın agresifliğine
ilişkin kararlar vermede çok önemlidir. Zinde yaşlılar için, bilinen kronik
hastalıkları uygun şekilde tedavi edilmeli, aralıklı akut hastalıkları ve
olayları yönetilmeli ve yaşa uygun tarama önlemleri ve önleyici bakım
sağlanmalıdır. Orta derecede ve ciddi derecede kırılgan bir hastada, genellikle
hayati tehlikesi olmayan durumlar için agresif tarama
veya müdahale komplikasyonlarla seyredebilir. Girişimsel işlemler ya da
hastanede yatışlar, zaten büyük bir morbidite ve mortalite riski taşıyan
kırılgan bir yaşlıya gereksiz bir yük getirebilir ve yaşam kalitesini
azaltabilir. Bazı durumlarda bu tip hastalara palyatif
bakım önerisi en uygun yaklaşım olabilir.
Kırılgan yaşlılarda koruyucu yaklaşımlar
aşağıdaki şekilde sıralanabilir.
•
Beslenme
(Food intake maintained)
•
Egzersiz
(Resistance exercises)
•
Aterosklerozu
önleme (Atherosclerosis prevention)
•
İzolasyondan
kaçınma (Isolation avoidance)
•
Ağrı
tedavisi (Limit pain)
•
Egzersizler
(Tai chi or other balance exercises)
•
Testosteron
eksikliğinin tedavisi (Yearly check for
testosterone deficiency)
Kırılgan yaşlılar genel yaşlı popülasyonunda en yüksek riskli bireylerdir ve bu grup
yaşlıların kapsamlı geriatrik değerlendirmeden (KGD) maksimum fayda elde
etmeleri beklenebilir. KGD’nin genel hedefleri şunlardır:
·
Fiziksel ve kognitif fonksiyonu iyileştirmek
·
İlaç reçetelenmesi ve ilaç kullanımını optimize etmek
·
Bakım evine yerleştirmeyi, hastaneye yatışı ve ölüm riskini
azaltmak
·
Hasta memnuniyetini arttırmak
Sonuç olarak kırılgan yaşlılar çoğunlukla
çoklu şikayetlerle başvurur; medikal tedavilere ve
tıbbi girişimlere toleransları düşüktür. Kırılganlığın ve bunun doğuracağı kötü
sonuçların farkında olmak, nedenlerini anlamak ve uygun tedavi yaklaşımları
sunmak kırılgan yaşlı grubunda uygun bakım olanaklarını sağlamak açısından
büyük önem taşır.
Üriner İnkontinans
Üriner inkontinans (Üİ), miktarı ne
olursa olsun her türlü istemsiz idrar kaçırma olarak tanımlanmıştır. Üİ yaşlanma ile birlikte sıklığı artan önemli geriatrik sendromlardan birisidir. Nörolojik hastalığı olan yaşlılarda
sıklıkla karşımıza çıkan bir sorundur. Yaşlılar idrar kaçırmayı sıklıkla şikayet olarak belirtmediği için klinisyenler tarafından
sorgulanmadığı sürece tanı konulamayabilir. Günlük pratiğimizde karşılaştığımız
her yaşlıya üriner inkontinans sorgulaması yapılmalıdır ve detaylandırılarak,
tipleri ve risk faktörleri sorulmalıdır.
Toplumda yaşayan 60 yaş ve üzeri yaşlılarda prevalansı kadınlarda
%30-35 erkeklerde %20-25’dir. Hastanede yatanlarda %40-70, bakımevlerinde
yaşayanlarda ise %60 düzeyindedir. Yaş ve bozulmuş fonksiyonel durum, hem erkek
hem de kadınlarda Üİ için bağımsız risk faktörleridir. Üİ, multifaktöriyel etyolojik sebeplere bağlı olabilir. Aynı olguda
birden fazla faktör Üİ etyolojisinde rol oynayabilir. İnkontinans yaşlılarda kompleks semptomlarla ortaya çıkabilen ve tedavi
edilebilmesi için multidisipliner yaklaşıma gerek duyulan geriatrik bir
sendromdur. Hastada hijyen
kaybı, komşu bölgede selülit ve bası yarası gelişimi, idrar yolu
infeksiyonu, uyku bozuklukları, seksüel disfonksiyon, depresyon, sosyal
izolasyon, kendine güven ve saygı yitimi, kırık ile sonuçlanacak düşme
riskinde artış, yaşam kalitesinin düşmesi ve bakım evine yerleştirilme riskinde
artışa neden olması açısından yaşlılar için önemli bir sorundur.
SVH, demans,
deliryum, normal basınçlı hidrosefali, PH ve omurilik yaralanması gibi birçok
nörolojik hastalıkta Üİ görülmektedir. Aşağıdaki tabloda nörolojik hastalıklar
ve inkontinansa neden olma mekanizmaları bulunmaktadır.
Tablo 3. Başlıca nörolojik hastalıklarda
inkontinans ve nedenleri
Serebrovasküler
hastalıklar ve demans |
·
Fonksiyonel
ve kognitif bozukluk |
·
Üst
motor nöron hasarı sonucunda detrusor aşırı aktivitesi |
Deliryum |
·
Fonksiyonel
ve kognitif bozukluk |
Normal
basınçlı hidrosefali |
·
Frontal
inhibitör merkezlerin inhibisyonu ·
Fonksiyonel
ve kognitif bozukluk |
Parkinson
hastalığı |
·
Pons işeme merkezine gelen inhibitör impulsların kaybı |
·
Fonksiyonel
ve kognitif bozukluk |
·
Konstipasyonun
tetiklediği retansiyon ve taşma tipi üriner inkontinans |
Omurilik
yaralanması |
·
Detrusor
arefleksisi veya sfinkter dissinerjisi |
Geçici inkontinans
Üriner inkontinansı olan hasta hangi prezentasyonla
gelirse gelsin öncelikle geçici ve düzeltilebilir inkontinans nedenleri
açısından araştırılmalı ve tedavi edilmelidir. Geçici üriner inkontinans
nedenleri arasında ilaçlar, infeksiyonlar, atrofik vajinit-üretrit, psikojenik
hastalıklar (depresyon, deliryum), endokrin hastalıklar (diabetes mellitus,
hiperkalsemi), hareket kısıtlılığı ve fekal impakt bulunmaktadır.
Tablo 4. İlaçlar ve inkontinans mekanizmaları
İlaçlar |
Etkileri
|
Diüretikler |
Poliüri, sık idrara çıkma, sıkışma |
Antikolinerjikler |
Üriner retansiyon, taşma
inkontinansı, deliryum,
sedasyon, konstipasyon, fekal tıkaç |
Psikotroplar
antidepresanlar
antipsikotikler
sedatif-hipnotikler |
Antikolinerjik etkiler, sedasyon Antikolinerjik etkiler, rijidite,
sedasyon, immobilite Sedasyon, deliryum, immobilite,
üretral relaksasyon |
GABAerjik
ajanlar (gabapentin, pregabalin) |
Noktürnal
poliüriye yol açan pedal ödem |
Kolinesteraz
inhibitörleri |
Antimuskarinik
etkileşimle üriner inkontinans |
Narkotik analjezikler |
Üriner retansiyon, gaita tıkacı,
sedasyon, deliryum |
Alfa adrenerjik blokerler |
Üretral relaksasyon stres
inkontinansını kolaylaştırır |
Alfa adrenerjik agonistler |
Üriner retansiyon |
Anjiotensin dönüştürücü enzim
inhibitörleri |
Öksürük ile tetiklenen stres
inkontinansı |
Beta adrenerjik agonistler |
Nadiren üriner retansiyon |
Kalsiyum kanal blokerleri |
Bozulmuş detrusor kontraktilitesi,
üriner retansiyon |
Alkol |
Poliüri, sıkışma, sedasyon, deliryum,
immobilite |
Kafein |
Mesane iritasyonu |
Nonsteroidal
antiinflamatuar ilaçlar |
Noktürnal
poliüriye yol açan pedal ödem |
Kalıcı Üriner İnkontinans Tipleri
Geçici
inkontinans nedenleri dışlandıktan ve şartlar düzeltildikten sonra inkontinans
devam ediyorsa kalıcı inkontinans nedenleri düşünülmelidir. Kalıcı
inkontinans nedenlerini beş başlık altında toplayabiliriz.
1. Fonksiyonel İnkontinans: Detrusor
aktivitesi ile alt üriner sistem anatomi ve fonksiyonları normal olmakla
birlikte; demans, depresyon ve deliryum gibi kognitif ve psikolojik problemleri
olan kişilerin kontinans yeteneğini organize edememesinden ya da ortopedik
problemler nedeni ile hareket yeteneği kısıtlanmış kişilerin zamanında tuvalete
gitme becerilerinin azalmasından kaynaklanmaktadır.
2. Stres İnkontinansı: Yaşlılarda
ikinci en sık karşılaşılan inkontinans tipidir. Pelvik taban kaslarının
gevşemesi sonucu abdominal basınç üretral sfinkter kapanma basıncını
aştığında; öksürme, gülme, hapşırma ve ağır kaldırma gibi
aktivitelerden sonra küçük hacimli idrar kaçışı olmasıdır. Genitoüriner
atrofi veya prolapsus, travma, geçmişteki ürolojik
operasyonlar, morbid obezite, multiparite ve travmatik doğumlar stres
inkontinans gelişimi için birer risk faktörüdür.
3. Sıkışma Tipi İnkontinans: Yaşlılarda en
sık karşılaşılan Üİ tipidir. Detrusor aşırı aktivitesine bağlı olarak kontrol
edilemeyen ani sıkışma hissi ile idrar kaçırılmasıdır. Mesaneyi irrite eden
taş, infeksiyon, tümör ve yabancı madde varlığı ile birlikte, fibrozis ya
da yaşlanma ile detrusor kasının kompliyansının bozulması sonucunda
gelişebilir. Ayrıca birinci motor nöron bozuklukları, inme, omurilik hasarı,
multipl skleroz ve PH aşırı detrusor aktivitesine sebep olan hastalıklardan
bazılarıdır.
4. Taşma İnkontinansı: Bozulmuş mesane
duvar kontraksiyonu ya da sfinkterin gevşeme kusurundan dolayı artan mesane
volümünün ve intravezikal basıncın; mekanik baskı yaratarak
sürekli bir idrar kaçışına neden olmasıdır. Prostat hipertrofisi, üretral
striktür, genitoüriner organ prolapsusu, antimuskarinik ilaçlar,
nöropati ve omurilik yaralanması bu tip inkontinansa neden olabilmektedir.
5. Mikst İnkontinans: Stres tipi ve
sıkışma tipi inkontinansın bir arada olduğu inkontinans tipidir. Kadınların
yarısından fazlasında mikst tip inkontinans görülürken, erkeklerde
sıkışma tipi inkontinans daha sık görülmektedir.
Diğer bir birliktelik aşırı detrusor kas
aktivitesine eşlik eden bozulmuş
mesane kontraktilitesidir. Özellikle kırılgan yaşlılarda bu duruma eşlik eden
rezidü idrar varlığında düzensiz mesane kontraksiyonları oluşur. Erkeklerde
daha sık görülür. Klinik olarak sıkışma, stres ve taşma inkontinansını taklit
ettiği için tanı konulması oldukça zor olup iyi sorgulanması ve
değerlendirilmesi gerekmektedir.
Tedavi
Tedavi
yönetimi inkontinansın tipine göre ve hasta ve yakınlarının tercihine göre
planlanmalıdır. Üİ tedavisinde ilk adım düzeltilebilir sebeplerin saptanması ve
ortadan kaldırılması olmalıdır. Yaşlılarda inkontinans gelişiminin genelde
multifaktöryel olduğu ve üriner sistem dışındaki sebeplerin ilk planda
olabileceği unutulmamalıdır.
Davranış
ve yaşam tarzı değişiklikleri tüm hastalarda öncelikli olarak önerilmesi
gereken tedavi seçeneğidir. Yaşam tarzı değişikliğinde sigara bırakma,
inkontinans tipinden bağımsız olarak tüm üriner inkontinansı olan hastalara
önerilir. Diğer öneriler; kafeini azaltmak, 2 lt’e kadar sıvı alımı (120ml
öğünlerle alınması), obezlerde kilo verme, 2-3 saatte bir tuvalete gidilmesi,
egzersiz, güçlü kanıtlar olmasa da özellikle sıkışma tipi Üİ’de önerilir. İlaç
tedavisi ile bu önlemlerin birleştirilmesinin tek başına ilaç tedavisine göre
daha başarılı (%58 vs %69) olduğu gösterilmiştir. Davranışsal müdahaleler
pelvik taban kas egzersizleri (kegel) ve mesane eğitimini içerir. Mesane eğitimi
daha çok sıkışma tipi inkontinans tedavisinde ön plandadır. Stres inkontinansı
olan kadınlarda yalnızca mesane volümü yüksek
olanlarda etkilidir. Mesane eğitimi yöntemleri ve pelvik kas egzersizleri
sıklıkla bir arada kullanılmaktadır. Kegel egzersizleri 3 set halinde 10
kontraksiyon (10sn) şeklinde uygulanır. Stres ve “urge” inkontinansta
uygulanabilir.
Farmakolojik tedavi
Stres
inkontinansının tedavisinde ilaç tedavisi sıkışma tipi
inkontinanstaki kadar etkin değildir. Uygulanabilecek ilaç tedavileri arasında
imipramin, duloksetin, östrojen bulunmaktadır. İmipramin, hem a adrenarjik hem de
antikolinerjik etkisi nedeniyle özellikle kadınlardaki mikst Üİ’de
kullanılmaktadır. Fakat yaşlılarda antikolinerjik yan etkileri ve ortostatik
hipotansiyon nedeniyle kullanılması önerilmemektedir. Duloksetin, serotonin ve
noradrenalin geri alım inhibitörüdür. Pudental siniri stimule ederek etki
etmektedir. Yapılan çalışmalarda stres Üİ sıklığında belirgin bir iyileşmeye
neden olduğu saptanmıştır. Bulantı sık görülen yan etkisidir. Östrojen yalnızca
internal sfinkter yetersizliği bulunan kadınlarda fayda sağlar. Vaginal
östrojen tedavisinin inkontinans semptomlarında
iyileşme sağladığına dair bazı kanıtlar vardır.
Sıkışma tipi inkontinans tedavisinde amaç istemsiz kasılmaları azaltarak ya da bloke ederek sıkışma semptomlarının aralıklarını uzatarak mesane kapasitesini iyileştirmektir. Bu amaçla en çok kullanılan ilaçlar antikolinerjiklerdir. Antikolinerjik ilaç seçimi dozaj sıklığı, ilaç-ilaç etkileşimleri, yan etkiler, komorbiditeler ve maliyet göz önünde bulundurularak yapılmalıdır. Antikolinerjik ilaçlar ağız kuruluğu, kabızlık, bulanık görme, uyku hali, taşikardi ve kognitif fonksiyonlarda bozulmaya neden olabilir. Antikolinerjik ilaçlar gastrik retansiyon ve dar açılı glokomda kontrendikedir.
Oksibutinin, en çok tercih edilen ilaçtır. Oral ve transdermal uygulaması mevcuttur. Oral formu ağız ve göz kuruluğu, görme bozukluğu, kabızlık, başağrısı, gastroözefageal reflü, idrar retansiyonu ve konfüzyon gibi yan etkilere neden olmaktadır. Daha az yan etki için ilacın başlangıç dozu düşük tutulmalıdır. Yan etki profili en düşük olan ilaç oksibutinin transdermal formudur. Yapılan çalışmalarda bu formun kognitif yan etkisinin plasebo ile eş olduğu, ağız kuruluğu ve konstipasyon yan etkisinin de diğer üriner antikolinerjiklerden daha düşük olduğu gösterilmiştir. Oksibutinin kullanımında mutlak kontrendikasyonlar obstrüktif üropati ve dar açılı glokom, rölatif kontrendikasyon ise kardiyak aritmilerdir. Tolterodin, oksibutin ile benzer etkilere sahip olmasına rağmen yan etkiler daha azdır. Renal ve hepatik sorunu olan hastalarda klirens değişeceği için doz düşürülmelidir. Trospiyum, santral sinir sistemi yan etkisi olmayan antimuskarinik bir ilaçtır. Absorbsiyonun tam olması için aç karnına alınmalıdır. Kreatin klirensi 30 ml/dak’dan düşük olanlarda günlük tek doz önerilmektedir. Polifarmasiye uygunluğu, yan etki sıklığının azlığı ve etkinliği nedeniyle geriatrik olgularda iyi bir seçenektir. Yapılan çalışmalarda kognitif sürece herhangi bir olumsuz etkisi olmadığı gösterilmiştir. Propiverin, antikolinerjik ajan olmasının yanı sıra kalsiyum kanal blokajı ve D1-D2 blokajı da yapar. Dopamin blokaji yaparak parkinsonizme yol açabileceğinden yaşlılarda kullanılırken dikkat edilmelidir. Darifenasin, M3 selektif muskarinik reseptör antagonistidir. Oral yoldan başlangıç dozu günde 7,5 mg tek dozdur en erken 2 hafta sonra 15mg’a çıkarılabilir. Kognitif fonksiyonlara olumsuz etkisi yoktur. Kardiyak açıdan güvenlidir. Solifenasin, önerilen günlük doz 5 mg’dır, gerekli durumlarda 10 mg’a çıkarılabilir. Ağız kuruluğu konstipasyon yan etkileri tolterodine göre daha fazladır.
Taşma tipi üriner inkontinansta BPH’a
bağlı hafif obstrüksiyon durumunda a-adrenerjik blokerler faydalıdır. Prazosin, terazosin, doksazosin ve
tamsulosin, trigon ve prostat düz kaslarında relaksasyona neden olarak
mesane boşalmasını kolaylaştırır. Doksazosin,
etki süresi en uzun ve yan etkileri en hafif olan etkin maddedir. Postural
hipotansiyon, kardiyovasküler, dermatolojik, solunum ve genitoüriner etkiler
nedeniyle geriatrik olgular takip edilmelidir. Prazosin, esas olarak antihipertansif olarak kullanılmaktadır,
fakat tolerans gelişmesi nedeniyle seyrek kullanılır. Tamsulosin, prostat bezinde bulunan a-adrenerjik reseptörler üzerine etki
gösterdiği için diğerlerine göre daha spesifiktir, bu
nedenle hipotansif etkisi azdır. Aç alınması önerilir. Terazosin, için geriatrik olgularda postural hipotansif etkisi
nedeniyle doz ayarı önerilmektedir.
Sonuç
olarak yaşlı hastalarda Üİ sık görülür, ilerleyen yaşla birlikte artar, tanı
konulmaz ise birçok komplikasyona neden olur. Üİ hasta
ve yakınlarının hayat kalitesinde düşmeye, mortalitede artışa, morbidite ve
maliyette ciddi artışa neden olmaktadır. Bu nedenle günlük
pratiğimizde karşılaştığımız her yaşlıda Üİ sorgulanmalı, tipleri, risk
faktörleri belirlenmeli ve uygun davranış ve medikal tedaviler önerilmelidir.
Konstipasyon
Kabızlık nörolojik hastalıklarda sık görülen bir belirti ve komplikasyondur; erken tedavi edilmezse ve relapsların
önlenememesi durumunda hasta için ciddi sorun yaratabilir. Serebrovasküler hastalıkları olanlarda prevalansı
%30 ile %60 arasında değişmekte ve inme sonrası hastaların %55'inde yeni
başlangıçlı kabızlık görülmektedir. PH’de kabızlık, hastaların %50'sinden
fazlasında meydana geldiğine inanılan en sık görülen non-motor bulgulardan
biridir. Roma IV kriterlerine göre, fonksiyonel kabızlık, aşağıdaki
özelliklerin herhangi ikisinin olması olarak tanımlanır: zorlama, topaklı sert
dışkı, tam boşalmama hissi, dijital manevralar kullanımı, anorektal tıkanıklık
hissi veya bağırsak hareketlerinin %25'inde azalma ile tıkanıklık ve dışkı
frekansında azalma (haftada üç bağırsak hareketinden daha az). Tanıdan 6 ay
önce yukarıdaki semptomlar başlamış ve son 3 aydır
devam ediyor olmalıdır. Yaşlı erişkinlerde
kabızlık fonksiyonel kronik kabızlığa bağlı veya diğer etyolojik faktörlere
sekonder olabilir.
Primer kolorektal disfonksiyon üç örtüşen alt
tipten oluşur: yavaş geçiş kabızlığı, dissinerjik defekasyon ve kabızlık ile
birlikte iritabl bağırsak sendromu. Sekonder kabızlık
nedenleri kapsamlı bir öykü ve fizik muayene ile takip edilmeli ve tanısal
testler yapılmalıdır.
Kronik fonksiyonel kabızlık tedavisinde ilk
adım yaşam tarzı ve diyet değişikliğidir. Genellikle 20 ila 25 g/günlük bir lif
alımı tavsiye edilir. Kronik
kabızlığı olan, diyet ve yaşam tarzı değişikliklerine cevap vermeyen yaşlı
hastalarda fekal tıkaç varlığı dışlanarak lif desteği veya polietilen glikol
başlanması önerilmektedir. Yaşlı
yetişkinlerde laksatif kullanımı, hastanın öyküsü, komorbiditeleri, ilaç
etkileşimleri ve yan etkilerine göre bireyselleştirilmelidir.
Nörolojik hastalıkların
tedavisinde kullanılan ilaçlarının sebep olabileceği DAHİLİ
yan etkilerin ve ilaç-ilaç etkileşimlerinin yönetimi
Yaşlı
hastalar eşlik eden komorbidite yükü nedeniyle genellikle çok sayıda ilaç
kullanırlar. Ülkemizde grubumuz tarafından bildirilen üniversite geriatri
polikliniğine başvuran hastaların ilk başvuruda kullandıkları ortalama ilaç
sayısı 4,8’dir. Öte yandan yaşlanmayla ilişkili fizyolojik değişiklikler, eşlik
eden hastalıklara bağlı gelişen problemler nedeniyle yaşlılar ilaçlarla
ilişkili yan etkilere daha duyarlıdır. Uygunsuz ilaç kullanımı yaşlılarda
kognitif bozukluk, deliryum, malnütrisyon, Üİ, düşme, yaşam kalitesinde düşme,
bakım ihtiyacında artış, hospitalizasyon ve ölüm ile ilişkilidir.
Bu
nedenle tüm dünyada yaşlılarda uygunsuz ilaç kullanımı ve polifarmasinin
engellemesine yönelik stratejiler geliştirilmektedir. Bu bağlamda Akademik
Geriatri Derneği Akılcı İlaç Çalışma Grubu önderliğinde Türkiye’de alanında
uzman ve yaşlı hasta klinik pratiğinde deneyimli öğretim üyelerinin geniş
katılımı ile Türkiye Yaşlıda Uygunsuz İlaç Kullanım Kriterleri (Turkish
Inappropriate Medication Use in the Elderly)-(TIME Kriterleri) oluşturulmuştur.
İlaçların etkili olduğu sistemler esas alınarak oluşturulan kriterler,
temel olarak yaşlıda kullanılması genelde veya bazı durumlarda uygun olmayan
ancak klinik pratikte sıklıkla yanlış kullanılan ilaçlar (TIME - to STOP) ve yaşlıda
kullanılması genelde veya bazı durumlarda özellikle yararlı olan ancak klinik
pratikte sıklıkla kullanılmayan ilaçlardan (TIME -to START) oluşmaktadır. Bu
bağlamda İstanbul Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı Davranış Nörolojisi ve
Hareket Bozukları ve Beyin Damar Hastalıkları birimleri ile Psikiyatri Anabilim
Dalı Geropsikiyatri biriminden öğretim üyelerinin katkı verdikleri TIME-Merkezi
Sinir Sistemi Kriterleri oluşturulmuştur.
Kolinesteraz inhibitörleri
Artan
yaş ve değişen fizyoloji ile birlikte geriatrik olgularda komorbid durumlar ve
geriatrik sendromlar artmaktadır. Demans tedavisinde
kullanılan ilaçlar bazı komorbid durumlarda etkileşebilmektedir ve önemli yan
etkilere neden olabilirler. Bu durumların bilinmesi ve tedaviye başlamadan önce
ve tedavi sırasında her zaman göz önünde bulundurulması yaşlının tedavisinin
düzenlenmesinde ciddi önem arz etmektedir.
Gastrointestinal sistem (GİS):
Bulantı, kusma, ishal, karın ağrısı, şişkinlik, dispepsi, iştahsızlık ve kilo
kaybı en sık görülen gastrointestinal sistem yan etkileridir. Düşük kilolu
(<55 kg) olgularda, düşük VKİ olanlarda ve kadınlarda GİS yan etkileri daha
fazla görülmektedir. GİS yan etkileri doz bağımlı olup birkaç hafta içerisinde
tolerans gelişir ve azalarak kaybolur. Eğer kaybolmazsa veya hasta tolere
edemezse bir önceki doza dönülebilir. İlaçlara yaklaşık 3 günden fazla ara
verilmişse en düşük dozdan başlamak gerekir, aksi halde GİS yan etkileri
abartılı şekilde ortaya çıkabilir ve tedaviye uyum bozulabilir. GİS toleransı
en iyi rivastigmin bant> donepezil >galantamin >oral rivastigmin (en
kötü) şeklindedir. Asetilkolinesteraz (AChE) inhibitörleri artmış kolinerjik
aktiviteye bağlı olarak gastrik asit sekresyonunu arttırabilir. Özellikle
gastrik ülser hikayesi olanlarda ve nonsteroid anti
inflamatuar ilaç kullananlarda aşikar veya gizli gastrointestinal kanama
semptomları açısından takip edilmelidir. Rivastigmin ile ilgili klinik
çalışmalar, peptik ülser hastalığı veya gastrointestinal kanama insidansında
plaseboya göre anlamlı bir artış göstermemiştir.
Kardiyovasküler sistem: Kardiyak ileti bozuklukları, senkop, hipotansiyon,
hipertansiyon, periferik ödem kardiyovasküler sistem yan etkileridir.
Kolinerjik aktivitedeki artış kalp üzerinde vagotonik etkilere neden olabilir. Persistan
bradikardi (<50/dk), 2. veya 3. derece kalp bloğu veya açıklanamayan senkop
olan hastalarda, QTc uzaması olan hastalarda (kadın 470msn, erkekte 450 msn)
asetilkolinesteraz inhibitörü kullanımı uygun değildir (kalp iletim defekti,
senkop, yaralanma riski). Kalp tepe atımı 50-60/dk olan ve asemptomatik olan
hastalarda, AChE inhibitörleri başlanabilir. Tedavi başlangıcı veya doz
artırımından 1 hafta sonra kalp tepe atımı ve semptom
açısından kontrol edilmelidir. Eş zamanlı hız kısıtlayıcı ilaç alanlarda kalp
tepe atımı <50/dk değilse ve semptom yok ise,
dikkatle kullanılabilir. Sol dal bloğu ve atrial fibrilasyon olanlarda dikkatli
kullanılmalıdır, hastalar takip edilmelidir.
Pulmoner sistem:
Kronik obstrüktif akciğer hastalığı veya astım gibi hastalığı olanlarda
dikkatli kullanılmalıdır. Bronkospazm şiddetini arttırabilir. Ayrıca AChE inhibitörleri pnömoni riskini
arttırabilir özellikle ilk başlandığı dönemde tedavi başlanmadan ve tedavi
sırasında bu riskler göz önünde bulundurulmalıdır.
Santral sinir sistemi:
Başağrısı, baş dönmesi, sersemlik hissi, düşme, ajitasyon,
agresyon, anksiyete, depresyon, halüsinasyonlar ve delüzyonlara neden olabilir.
İnsomni, somnolans, REM uyku davranış bozukluğu gibi uyku bozuklukları
görülebilir. Epilepsi öyküsü olanlarda dikkatli kullanılmalıdır.
Kolinomimetikler jeneralize epileptik nöbetlere neden olabilirler.
Üriner sistem: Yapılan çalışmalarda
gözlenmemesine rağmen kolinerjik aktivite artışı nedeniyle üriner obstrüksiyona
neden olabilirler. Benign prostat hiperplazisi veya mesane çıkış yolu
obstrüksiyonu olanlarda dikkatli kullanılmalıdır. Üriner inkontinansta artışa
neden olabilir. İdrar yolu infeksiyonu ve sık idrara çıkma gibi yan etkiler
görülebilir.
Nöromüsküler ve kas-iskelet sistemi: Kas
krampları (donepezilde daha belirgin), artrit, artralji, sırt ağrısı,
yorgunluk, güçsüzlük, tremor, kreatinin kinaz enzim yüksekliği ve paresteziye
neden olabilir.
İlaç-ilaç etkileşimleri
Antikolinerjikler
ve AChE inhibitörleri arasında karşılıklı etkileşim vardır. Birbirlerinin
etkisini azaltabilirler.
Beta-blokerlerle,
özellikle kardiyoselektif beta blokerlerle (atenolol dahil)
birlikte AChE inhibitörleri kullanıldığında, senkop ile sonuçlanan ilave
bradikardi etkileri oluşabilir AChE inhibitörlerinin beta-blokerler ile
birlikte kullanılması tavsiye edilmez. Steroidler AChE inhibitörlerinin yan
etkilerini artırabilir, kas güçsüzlüğünü artırabilir. Anestezide süksinil kolin
tipi kas gevşemesini artırabilir. Donepezil: Karaciğer ve böbrek yetersizliğinde doz
ayarlaması önerilmez. Rivastigmin: Karaciğer ve böbrek yetersizliğinde doz
ayarlaması önerilmez. Galantamin: Ciddi karaciğer ve böbrek yetersizliğinde
kullanılması önerilmez. Child B ve orta düzey böbrek yetersizliğinde maksimum
16 mg önerilir.
Memantin
Kolinerjik
ajanlardan daha az yan etkiye sahiptir, hatta plaseboya benzer.
Kardiovasküler sistem: Hipertansiyon,
kalp yetmezliği, senkop, SVH ve TİA önemli yan etkilerdir. Bu vasküler yan
etkilerden dolayı kardiyovasküler hastalık hikayesi
olanlarda dikkatli kullanmak gerekir.
Santral sinir sistemi: Sersemlik
en sık görülen yan etkidir. Baş dönmesi, başağrısı, halüsinasyonlar,
somnolans, yorgunluk, agresyon, ataksi ve vertigo görülebilir. Ajitasyon
özellikle Lewy cisimcikli demans hastalarında görülebilir. Epilepsi öyküsü
olanlarda dikkatli kullanılmalıdır, nöbet riskini arttırabilir.
Nöromüsküler ve kas iskelet sistemi: Sırt
ağrısı ve hipokineziye neden olabilir.
Gastrointestinal sistem: Konstipasyon,
kusma, kilo kaybı görülebilecek yan etkilerdir.
Respiratuvar sistem: Öksürük,
dispne görülebilir.
Göz hastalıkları: Katarakt
ve konjuktivit oluşumunu attırdığı için oftalmik hastalığı olanlarda dikkatli
kullanmak ve belirli aralıklarla göz muayenesi yaptırmak gerekir.
İlaç etkileşimi
Karbonik
anhidraz inhibitörleri ve sodyum bikarbonat memantinin ekskresyonunu
azaltabilir. Trimetoprim memantinin yan etkilerini arttırabilir. Özellikle
miyoklonus ve deliryum riski artabilir. Her iki ilaç da birbirlerinin serum
düzeyini arttırabilir. Hafif -orta böbrek yetmezliğinde doz ayarlaması
önerilmez. Glomerüler filtrasyon hızı 30mL/dk’nın altında olanlarda 5mg
başlanması ve en az bir hafta kullanımdan sonra en yüksek doz olan 10 mg’a
çıkarılması önerilir. Klirens alkali idrar ile anlamlı olarak azalır. (ilaç,
diyet)
Ciddi
hepatik yetmezlik durumunda dikkatli kullanılmalı, doz artışı daha yavaş
yapılmalıdır, bölünmüş dozlarda verilebilir ve yakın takip edilmelidir.
Antipsikotik İlaçların Dahili
Yan Etkileri
İkinci kuşak antipsikotiklerle ilişkili ortak yan etkiler arasında kilo alımı ve ilgili metabolik etkiler, hipotansiyon, sedasyon, antikolinerjik semptomlar, hiperprolaktinemi, ekstrapiramidal semptomlar (EPS), kardiyak etkiler, kardiyomiyopatiler, kataraktlar ve cinsel işlev bozukluğu yer alır. Nadir fakat ciddi yan etkiler, tardiv diskinezi, nöroleptik malign sendrom, nöbetler, agranülositoz, hipersensitivite reaksiyonları ve özellikle demans ile ilişkili psikozu olan yaşlı erişkin hastalarda tüm bu nedenlere bağlı mortalite riski artmaktadır.
Metabolik yan etkiler: İkinci
kuşak antipsikotiklerin yaygın yan etkisi kilo artışı ve bununla ilişkili
metabolik etkileridir. Kilo alımı, diyabet ve
dislipidemi, ikinci kuşak antipsikotiklerle ilişkili
metabolik sendromun bileşenleridir. Bu semptomlara neden olan mekanizma tamamen açık değildir,
ancak bu ilaçlarla hem iştah artışı hem de değişen metabolik kontrol için kanıt
vardır.
Klozapin ve olanzapin, diğer antipsikotiklere göre anlamlı derecede daha yüksek risk taşımakta iken, aripiprazol, lurasidon, pimavanserin ve ziprasidon en düşük riskle ilişkilidir. Bu semptomların potansiyel morbiditesi nedeniyle antipsikotik ilaçları alan hastalarda rutin kısa ve uzun süreli kilo, bel çevresi, kan basıncı, açlık glikozu ve lipit profili takibi önerilmektedir.
Endokrin yan etkiler: Hiperprolaktinemi: Prolaktin yükselmesi- Erkeklerde ve kadınlarda prolaktin
salgılanması, büyük ölçüde, hipofiz bezi üzerindeki tromroinfundibular
dopaminin inhibitör etkisi ile kontrol edilir. Hipofiz dopamin reseptörlerinin
direkt blokajı, prolaktin sekresyonuna izin verir.
Artmış prolaktin düzeylerinin klinik sonuçları arasında jinekomasti, galaktore,
adet düzensizlikleri, cinsel işlev bozukluğu ve infertilite, kısmen azaltılmış
östrojen ve testosteron düzeylerine aracılık eder.
İkinci kuşak antipsikotikler arasında risperidon ve paliperidon en yüksek oranda prolaktin ve daha az derecede asenapin, olanzapin ve ziprasidon ile ilişkilidir. Aripiprazol, brekspiprazol, kariprazin, klozapin, iloperidon, lurasidon, pimavanserin ve ketiyapin ile prolaktin düzeylerinde çok az değişiklik olur veya hiç değişmez. Risperidon ayrıca, diğer antipsikotiklerle karşılaştırıldığında belirgin bir şekilde artmış hipofiz adenomu (1000 hasta için 0,5) ile ilişkili bulunmuştur.
Risperidon ve paliperidon kullanan hastaların 12 hafta boyunca her vizitte ve daha sonra yılda bir cinsel fonksiyon değişikliği ve anormal laktasyon varlığı sorgulanmalıdır. Hastada cinsel işlev bozukluğu veya galaktore bulguları gelişirse, serum prolaktin seviyesi ölçülmelidir.
Seksüel yan etkiler: Cinsel aktivitenin tüm aşamalarında disfonksiyon (libido, uyarılma ve orgazm) antipsikotik tedavide sık görülür. 2011 yılında yapılan bir meta-analizde ikinci kuşak antipsikotiklerden; klozapin, olanzapin veya risperidon alan hastaların yüzde 40 ila 60'ında cinsel yan etkiler görüldüğü ve aripiprazol, ketiyapin ve ziprasidonda yüzdelerin daha düşük olduğunu ancak yine de %16 ila 27 arasında anlamlı oranlarda yaşandığı saptanmıştır. Daha yakın zamanda yapılan bir çalışmada paliperidon ve risperidon alan hastaların %60 ila 70'inde cinsel yan etki yaşandığı, olanzapin, ketiyapin ve ziprasidon alanların %50 ila 60'ında, klozapin alanların %50'den azında ve aripiprazol alanların %16 ila 27’sinde cinsel yan etkiler yaşandığı tespit edilmiştir. Klinisyenler, başlangıçta ve en az yılda bir kez cinsel işlevsellik ile ilgili zorlukları özellikle sormalıdırlar.
Kardiyovasküler yan etkiler: QTc intervali uzaması ve ani ölüm kardiyak yan
etkilerdir. İkinci kuşak antipsikotiklerin birçoğunun
QT aralığının uzamasına neden olduğu bilinmektedir. QT uzaması, “torsade de pointes” ve
potansiyel olarak ölümcül aritmilerin riskini artırır. Antipsikotik tedavi
sırasında 500 msn'den daha fazla bir düzeltilmiş QT aralığı (QTc) veya QTc'de
60 msn veya daha fazla bir artış “torsade de pointes” için anlamlı risk
olduğunu göstermektedir. Spesifik ikinci kuşak antipsikotikler ve QT intervali
uzaması ile ilişkileri şunlardır:
İloperidon ve ziprasidon, diğer ikinci kuşak antipsikotiklere göre önerilen en yüksek oral dozlarda QTc'de sırasıyla 9 msn ve 10 msn ortalama artış ile daha fazla QT uzaması riskine sahiptir.
Her iki ilaç da doğrudan kardiyak ölümle ilişkilendirilmemiştir, ancak önceden var olan QT uzaması, diğer kardiyovasküler hastalıklar, hipokalemi veya QT aralığını uzatan diğer ilaçlarla eşzamanlı kullanımı gibi diğer risk faktörleri ile birlikte vakalar bildirilmiştir.
Başlamadan önce bilinen risk faktörleri olan hastalarda ilacın sürekli bir tedavi düzeyine ulaşması ve yeni bir kardiyak semptomun ortaya çıkması durumunda bir elektrokardiyogram (EKG) önerilmektedir.
Ketiyapin, doz aşımı vakalarında QT uzaması ile ilişkilidir ve asenapin ve paliperidon gibi kardiyak riski olan hastalarda kullanımı ile ilgili bir uyarı ifadesi taşımaktadır.
Olanzapin ve risperidonun her biri hafif QT uzaması ile ilişkilidir, ancak bu konuya özel bir dikkat gösterilmemiştir.
Lurasidon, aripiprazol, brekspiprazol ve kariprazin, kardiyak aritmilere en az neden olan ilaçlardır, ancak hiçbir kardiyak risk faktörü olmayan bir hastada aripiprazol ile QT uzaması ve kardiyak ölüm bildirilmiştir.
Antipsikotik
kullanan ve kardiyak risk faktörü olmayan hastalarda rutin EKG izlemi önerilmez.
QT aralığını uzattığı bilinen diğer ilaçları alan
kişiler de dahil olmak üzere, kardiyak risk faktörleri
olan hastalarda hiçbiri tamamen risksiz değildir ve uygun dikkat
gösterilmelidir.
Miyokardit ve kardiyomiyopati: Klozapin, çoğu kez ilk birkaç hafta veya ay içinde ölümcül olan miyokardit ve kardiyomiyopati vakaları ile ilişkilendirilmiştir. Klozapin ile yıllık miyokardit insidansı geniş bir aralıkta bildirilmiştir ve ölüm oranı yüzde 0,01-0,1 arasındadır.
Ketiapin, risperidon ve ziprasidon ile nadir olarak miyokardit ve kardiyomiyopati bildirilmiştir.
Ortostatik hipotansiyon: Alfa-adrenerjik blokaj, ikinci kuşak antipsikotiklerin neden olduğu ortostatik hipotansiyonun olası mekanizmasıdır. Genellikle, ortostatik taşikardi eşlik eder, her ikisi de en sık ilaçlara maruz kalmanın ilk birkaç gününde veya doz artırıldığında görülür. Kan basıncı ve kalp atım hızındaki değişiklikler en sık klozapin, iloperidon, ketiyapin ve paliperidon ve daha az sıklıkla olanzapin, risperidon ve ziprasidon ile görülür. Nadiren aripiprazol, asenapin, brekspiprazol, kariprazin, lurasidon ve pimavanserin ile ortaya çıkarlar. Semptomlar genellikle benign ve kendini sınırlayıcıdır, ancak bazı durumlarda, tek bir günlük dozun iki veya üç küçük doza bölünmesi, doz titrasyon hızının yavaşlatılması veya ilaçta değişiklik yapılması gerekebilir. Kan basıncı ve kalp atım hızı tedavi başlangıcında, 3. ayda ve daha sonra yılda bir takip edilmelidir.
Hematolojik yan etkiler: Klozapin ile nötropeni, lökopeni ve agranülositoz belgelenmiştir. Bu ölümcül durum, tedavinin ilk birkaç ayında, önceden düşük hücre sayımı olan hastalarda ve daha önce ilaca bağlı kan diskrazisi olanlarda daha sık görülür. Klozapin ile tedavi edilen hastaların yaklaşık %3'ünde lökositoz ve yaklaşık %1'inde agranülositoz gelişebilir. Klozapin kullanan hastaların nötropeni için rutin olarak izlenmesi ve ciddi vakalarda ilacın kesilmesini gerekir. Diğer antipsikotikler ile bu bulgular daha düşük oranlarda görülür. Lökositoz ve nötropeni risperidon alan hastaların %4'ünde, paliperidon veya ketiapin alanların %2'sinde ve diğer ikinci kuşak antipsikotikleri alan hastaların %1'inden daha azında ortaya çıkmaktadır. Şiddetli nötropeni veya agranülositoz vakaları bildirilmiştir ancak nadirdir. Diğer antipsikotikleri alan daha önceden ilaca bağlı lökositopenisi olan veya önceden düşük bir lökosit sayımına veya düşük nötrofil sayımına sahip olan hastalar için, tedavinin ilk birkaç ayında izleme yapılması önerilmektedir. Spesifik bir takip aralığı önerilmemesine rağmen, nötrofil sayımının bazalde, 1 -2 hafta sonra ve 3-6 ay sonra yapılması makul yaklaşım olacaktır.
Antikolinerjik etkiler: Ağız kuruluğu, konstipasyon, bulanık görme veya üriner retansiyon izlenebilir. Klozapin kullanımında ise ağız kuruluğundan ziyade sialore görülür. Klozapin sekonder antipsikotikler içinde muskarinik reseptörler için en güçlü afiniteye sahiptir ve yan etkiler bu ilaçla en sık ve şiddetlidir. Diğer sekonder antipsikotikler arasında olanzapin ve ketiyapin geri kalan ilaçlardan daha yüksek antikolinerjik problemlere sahiptir. Sıklıkla profilaktik ajanlar da dahil olmak üzere kabızlığın agresif tedavisi, fekal impaksiyon veya bağırsak perforasyonu gibi ciddi yan etkilerden kaçınmak için gerekli olabilir. Antikolinerjik etki en fazla olandan en az olana sırasıyla klozapin ve olanzapin, risperidon, ketiyapin ve haloperidoldur.
Sedasyon: Klozapin ve ketiyapin ile hastaların yarısında sedasyon ön plana çıkmaktadır. Asenapin, lurasidon, olanzapin ve ziprasidon ile sedasyon %10 ila 25 aralığında oranlara sahiptir.
Aripiprazol, brekspiprazol, kariprazin, paliperidon, pimavanserin ve risperidon gibi diğer ilaçlar, hastaların %10'undan azında sedasyona neden olurlar. Aripiprazol ile hastaların %18'inde uykusuzluk rapor edilmiş olup bu oran sersemlik için rapor edilen değerin üç katıdır. Antipsikotikler içinde sedatif etkisi en fazla olandan en az olana sıralandığında ketiyapin, klozapin ve olanzapin, risperidon ve haloperidoldur.
Hastalar ilk birkaç tedavi dozu ile uyuşukluk konusunda uyarılmalı ve ilk izlem ziyareti sırasında yan etki hakkında sorular sorulmalıdır. Tedavide erken dönemde sedasyon geçiren hastalara periyodik olarak tekrar sorulmalıdır.
Düşmeler: FDA (Food and drug administration), 2017'de antipsikotik ilaçların uyku hali, postüral hipotansiyon ve/veya motor ve duyusal instabilite sonucu düşmelere ve kırıklara neden olabileceği konusunda uyarıda bulunmuştur. Bu etkileri şiddetlendirebilecek durumu olan ya da ilaç kullanan hastalar için, FDA antipsikotik tedavisi başladığında ve uzun süreli antipsikotiklere devam eden hastalarda tekrarlayan bir risk değerlendirmesi yapılmasını önermiştir.
Artmış mortalite riski: 2005'ten beri FDA, ikinci kuşak antipsikotiklerin, demansla ilişkili psikozu olan yaşlı erişkin hastaların tüm nedenlere bağlı ölümünde 1,6 ila 1,7 kat artışla “black box” uyarısını gerektirdiğini belirtmiştir. Bu hastalar arasında spesifik ölüm nedenleri kalp hastalıkları (%25), SVH (%8), pulmoner hastalık (%8), kanser (%7) ve diyabet (%3) idi. Yaşlı bunama hastaları ile sınırlı büyük bir popülasyona dayalı kohort çalışmasında, ikinci kuşak antipsikotiklerden aripiprazol, olanzapin, risperidon ve ziprasidon arasında hiçbir fark bulunmamış, fakat ketiyapin % 20 daha düşük bir risk oluşturmuştur.
Steroidler
Glukokortikoidlerin yan etkileri hem doz hem
de süreye bağlıdır. Glukokortikoidlerin etkilerine glukokortikoid reseptörleri
aracılık eder ve bu ajanların terapötik etkilerinde de rol oynayan hem genomik
hem de nongenomik mekanizmalardan kaynaklanır.
Glukokortikoid reseptöründeki ve glukokortikoid metabolizmasındaki
genetik polimorfizmler, gözlenen glukokortikoid toksisitelerindeki
heterojenliği açıklayabilir. Glukokortikoidlerin birçok organ sistemi üzerinde olumsuz etkileri
vardır. Dermatolojik
ve görünüm üzerine görülen yan etkiler; purpura, ekimoz, ciltte incelme, kilo
artışı, Cushingoid görünüm, akne, hirsutizm, yüzde eritem ve
strialardır. Oftalmolojik yan etkiler arasında posterior subkapsüler katarakt,
yüksek göz içi basıncı/glokom ve egzoftalmus bulunmaktadır. Kardiyovasküler sistem yan etkileri; sıvı retansiyonu,
hipertansiyon, prematüre arteroskleroz ve aritmilerdir. Sindirim sistemi
yan etkileri; gastrit, peptik ülser hastalığı, steatohepatit, visseral
perforasyondur. Kas iskelet sistemine ait yan
etkiler osteoporoz, avasküler nekroz ve miyopati olarak bildirilmiştir. Nöropsikiyatrik yan etkiler arasında öfori,
disfori/depresyon, uykusuzluk, akatizi, mani/psikoz, psödotümor serebri
bulunmaktadır. Metabolik ve endokrin sisteme
ait görülebilecek yan etkiler hiperglisemi, hipotalamo-hipofiz-adrenal
yetmezliktir.
Artan infeksiyon riski ölümcül sonuçlara
varabilen yan etkidir. HBsAg veya HBV
DNA (+) olgularda kullanımları HBV aktivasyonu nedeniyle fulminan hepatitle
sonuçlanabileceğinden, tedaviye başlamadan önce HBsAg, anti-HBs, anti-HBc IgG
ve gerekli olgularda HBV DNA bakılmalı ve gerekli olgulara antiviral profilaksi
başlanmalıdır.
DAhiliyede sık kullanılan ilaçların
nörolojik hastalıkların kliniği üzerine olan yan etkilerinin yönetimi
Hiperglisemi-hipoglisemi,
hipoksi, hiperkarbi, hipotansiyon-hipertansiyon, dehidratasyon, elektrolit
dengesizlikleri, metabolik asidoz-alkaloz, hipotiroidi-hipertiroidi, böbrek
yetersizliği, karaciğer yetersizliği, anemi, nütrisyonel eksiklikler gibi
sistemik veya metabolik bozuklukların normal nöronal işlevi bozabileceği
bilinmektedir. Bu sistemik veya metabolik bozukluklara neden olabilecek
ilaçlar, mevcut nörolojik hastalığın kötüleşmesi durumunda mutlaka gözden
geçirilmeli, gerekli düzenlemeler yapılmalı ve önlemler alınmalıdır.
Tablo 5. Nörolojik hastalıklarda klinik bozulmaya katkıda
bulunabilecek-etkileyebilecek ilaçlar
Glisemi
düzeyini etkileyen ilaçlar · Hipoglisemi:
oral antidiyabetikler · Hiperglisemi:
steroidler |
Kan basıncını
etkileyen ilaçlar · Hipotansiyon:
antihipertansifler · Hipertansiyon:
steroid, siklosporin, -NSAİ |
Elektrolitleri
etkileyen ilaçlar · Diüretikler · (ACEİ/ARB) |
Sıvı
durumunu etkileyen ilaçlar · Diüretikler · Steroidler,
NSAİ |
Karaciğer-böbrek
toksisitesi yapabilen ilaçlar · Statinler · ACEİ/ARB · NSAİ |
Anemi
yapabilen ilaçlar · Metotreksat ·
Trimetoprim ·
Hidroksiüre ·
Zidovudin · 5-Florourasil |
NSAİ: nonsteroid antiinflamatuar ilaçlar, ACEİ/ARB: Anjiotensin
dönüştürücü enzim inhibitörleri/anjiotensin reseptör blokerleri
Nörolojik Hastalığı Olan
Yaşlıdaki Sistemik Hastalıkların Yönetimi
Hipertansiyon
Hipertansif
olguların ¾’ü 50 yaş üstündedir. Altmış yaş üstü bireylerde hipertansiyon prevalansı
%60-80’ dir. Nörolojik hastalığı olanlarda kan basıncı kontrolü oldukça önem
arz etmektedir. Hipertansiyonun inme için majör risk faktörü olduğu
bilinmektedir. Öte yandan inmeli hastalarda serebral hipoperfüzyon riski
nedeniyle anlamlı hipotansiyondan da kaçınılmalıdır. Benzer şekilde
hipertansiyon vasküler demans için bir risk faktörüdür. Hipotansiyon veya
hipertansiyon kaynaklı serebral perfüzyondaki bozulma kognitif fonksiyonda
bozulmaya neden olmaktadır. Öte yandan PH’de veya otonom nöropatilerde otonom
fonksiyonlardaki bozulma nedeni ile hipertansiyon tedavisinin sık komplikasyonlarından olan ortostatik hipotansiyon riski
diğer hastalara göre daha fazladır. Hipertansiyon
tedavi hedefleri ile ilgili son dönemde yeni güncellemeler yapılmıştır. 2018
Avrupa Kardiyoloji Derneği hipertansiyon tanı ve tedavi kılavuzunda 65-80 yaş
arası bireylerde diyabet, koroner arter hastalığı ve kronik böbrek
hastalığından bağımsız olarak >140 /90mmHg’nın üzerinde (ofis tabanlı kan
basıncı ölçümü ile), 80 yaş üstünde ise 160/90 mmHg’nın üstünde tedavi
başlanması önerilir. Seksen yaş üzerinde hipertansiyon tedavisi iyi tolere
ediliyor ise tansiyon düşürücü tedavinin kesilmemesi önerilir. 2017 ACC/AHA (American
Cardiology Collage/American Heart Association) hipertansiyon kılavuzuna göre 65
yaş üstü bireylerde hedef sistolik kan basıncı <130 mmHg (ambulatuar kan
basıncı monitörizasyonu ile) olarak ifade edilmektedir Tüm diyabetiklerde >130/80
mmHg ile ilaç tedavisi başlanması önerilmektedir. Bu hedefler büyük ölçüde
zinde yaşlılar için geçerlidir. Komorbidite yükü fazla olan veya sınırlı yaşam
süresi beklenen olgularda, klinik değerlendirme/hasta tercihi ve takım
yaklaşımı ile kan basıncı hedefleri bireyselleştirilmelidir. Yaşlıda
hipertansiyon tedavisinde önemli sınırlama yapan sebepler ortostatik
hipotansiyon, postprandial hipotansiyon ve mental fonksiyonlarda kötüleşmedir. Ortostatik
hipotansiyonu, kognitif yıkımı, fonksiyonel kısıtlılığı, düşük yaşam beklentisi
(<2 yıl) veya düşme riski yüksek olan yaşlılarda sıkı kan basıncı kontrolü
(<140/90 mmHg) uygun değildir.
Ortostatik
hipotansiyonu (sistolik kan basıncında >20 mmHg düşüş veya diastolik
kan basıncında >10 mmHg düşüş) olanlarda tüm antihipertansifler doz
azaltımı açısından değerlendirilmelidir. Ortostatik hipotansiyon yönetiminde
sekonder faktörler dışlanmalı ve öncelikli olarak non-farmakolojik yaklaşımlar
uygulanmalıdır. Bu yaklaşımlarla cevap alınamayan hastalarda ilaç tedavisi
denenebilir. Non-farmakolojik
yaklaşımlar arasında ayağa yavaş kalkmak, alt ekstremite direnç
egzersizleri, varis çorabı giymek, yeterli sıvı alımı [2–2,5 L/gün], alkolden
kaçınmak, az ve sık yemek yemek, yeterli tuz alımı [>8g], karbonhidrattan
zengin yiyeceklerden uzak durmak, sıcak havada yoğun egzersizden kaçınmak,
yatarken başı 45 derece yüksekte tutmak bulunmaktadır. Ülkemiz için
özgün olarak geliştirilen TIME ilaç kullanımı kriterlerinde
yaşlılarda hipertansiyon tedavisi ile ilgili dikkat edilmesi gereken noktalar vurgulanmıştır.
Hiperlipidemi
Belgelenmiş
aterosklerotik koroner arter hastalığı (geçirilmiş akut koroner sendrom, koroner anjiyografide plak varlığı), SVH
(geçirilmiş iskemik SVH/TİA veya intrakraniyal/ekstrakraniyal ateroskleroz
varlığı) veya periferik arter hastalığı olan hastalarda sekonder korunma amaçlı
statin tedavisi başlanması önerilmektedir.
Diabetes mellitus varlığında LDL düzeyi >100 mg/dl olması durumunda,
eşlik eden en az bir kardiyovasküler hastalık risk faktörü (hipertansiyon,
ailede kardiyovasküler hastalık öyküsü, sigara kullanımı, albüminüri gibi)
varsa primer kardiyovasküler korunma için statin tedavisi başlanması güncel
kılavuzlarda önerilmektedir. Yaşam beklentisi 2 yıldan düşük olan hastalarda,
terminal demansı olanlarda, 85 yaş üstü hastalarda statinden beklenen
faydalanım düşüktür; statin yan etkileri (miyopati, hepatik) daha fazladır. Bu
hastalarda statin kullanımına olgu bazında, hasta/hasta yakını bilgilendirmesi
ile karar verilmelidir. Ülkemiz için özgün olarak geliştirilen TIME ilaç
kullanımı kriterlerinde yaşlılarda hiperlipidemi
tedavisi ile ilgili dikkat edilmesi gereken noktalar vurgulanmıştır.
Diabetes mellitus
Fonksiyonel, kognitif kapasitesi normal ve yaşam beklentisi,
tedaviden yararlanmayı sağlayacak ölçüde uzun (örn. >10 yıl) olan
yaşlı hastalarda glisemik kontrol hedefleri, genç diyabetliler gibidir. Bu
hastalarda Hemoglobin A1C (HbA1c) ≤%7, açlık ve öğün öncesi plazma
glukozu 80-130 mg/dl, gece plazma glukozu 90-150 mg/dl olarak hedeflenmelidir.
Çoklu kronik hastalığı olan, hafif-orta derecede kognitif bozukluğu olan
yaşlılarda yaşam süresi kısalmıştır. Bu grup hastada HbA1c düzeyi %7,1
ila 8 arasında, açlık ve öğün öncesi plazma glukozu 90-150, gece plazma
glukozu 100-180 mg/dl olarak hedeflenmelidir.
Komplikasyonları ilerlemiş, eşlik eden önemli sağlık sorunları
bulunan, yaşam beklentisi kısa, kırılgan ve fonksiyonel ya da kognitif
kapasitesi sınırlı olan ileri yaştaki diyabetlilerde glisemik ve metabolik
hedefler daha esnek tutulmalıdır. Bu hastalar için HbA1c >%8,5 arasında ve
açlık veya preprandiyal plazma glukozu 100-180 mg/dl, gece plazma glukozu
110-200 mg/dl olması önerilmektedir. Bu grup hastalarda hipoglisemiden korunma
temel hedef olmalı ve tedavide karmaşık olmayan, uygulaması kolay ve basit
ilaçlar tercih edilmelidir. Özellikle insülin tedavisi gerektiren
hastalarda insüline başlanmadan önce kognitif sorunlar
değerlendirilmelidir.
Diyabet
komplikasyonlarının fonksiyonel kapasiteyi sınırlayabileceği unutulmamalı ve komplikasyon taramaları güncel yaklaşımlara uygun olarak
yapılmalıdır. Bununla beraber yaşam beklentisi çok sınırlı olan hastalarda komplikasyon taraması ve erken tedavisinden sağlanacak ek
yararların görülmesi mümkün olamayacağından tüm tarama programlarının
uygulanması gerekmeyebilir.
Hipotiroidi-Hipertiroidi
Yaşlı
hastalarda tiroid hastalıkları sık görülmektedir ve tedavi edilmezse ciddi
sorunlara neden olabilmektedir. Yaşlılarda tiroid hastalıklarının tanı ve
tedavisi, semptomların tipik olmaması, normal
değerlerin genç erişkinlere göre farklılık göstermesi, komorbiditeler ve
tedavileri nedeniyle hastalığın seyrinin daha ciddi olması ve tedavisinin
zorlaşması gibi birçok faktör nedeniyle zor olabilmektedir. Yaşlıda
hipotiroidizm dikkat, hafıza, konsantrasyon gibi
kognitif fonksiyonlarda bozulmaya neden olabilir. Ayrıca ciddi hipotiroidizm
depresyon ve demans şeklinde ortaya çıkabilir. Ötirodizmin sağlanması ile bu
bulgular genellikle normale döner. Yaşlı hastalar tiroid hormon fazlalığına
daha hassaslardır bu nedenle düşük dozla başlanıp doz ayarlaması dikkatli
yapılmalıdır. İyatrojenik tirotoksikoz özellikle atrial fibrilasyon ve
osteoporotik kırıklara neden olabileceği için hassas titrasyon önemlidir.
Yaşlıda TSH düzeylerinin 4-6 mIU/L tutulması önerilmektedir. Seksen yaş
üzerindeki yaşlılarda ise TSH hedef düzeyi daha yüksek düzeylerde olabilir
ancak TSH 10 mIU/L’yi geçmemelidir.
Subklinik hipotiroidisi olan yaşlılarda (TSH: 4-10 mIU/L;
sT4: N), tiroid hormonu replasman tedavisi ek yararı olmadığı, atrial
fibrilasyon ve osteoporoz gibi potansiyel yan etki riski nedeniyle
önerilmemektedir. Ayrıca yetmiş yaş üzerinde subklinik hipotiroidide mortalite
daha azdır ve replasman başlanmasının mortalite üzerinde ek faydası yoktur.
Yetmiş yaş üzerinde subklinik hipotiroidide TSH <10 mU/L ise takip ve 6 ay
sonra TSH kontrolü önerilmektedir.
Hipertiroidik yaşlı bireylerin 2/3’ünde genç erişkinlere
benzer semptomlar (tremor, anksiyete, çarpıntı, kilo
kaybı, sıcak intoleransı gibi sempatik hiperaktivite semptomları) görülürken
1/3’ünde apatetik hipertiroidizm görülür. Bu hastalar başlıca atrial
fibrilasyon ve kalp yetersizliği gibi kardiyak bulgular ve açıklanamayan kilo
kaybı ile başvurabilirler. Hipertiroidi saptanan yaşlılarda etyolojiyi
araştırmaya yönelik uygun tetkikler istenmeli ve kısa zamanda tedavi
edilmelidir.
Kaynaklar
1.
Cruz-Jentoft AJ, Bahat G, Bauer J, Boirie Y, Bruyère O, Cederholm
T, Cooper C, Landi F, Rolland Y, Sayer AA, Schneider SM, Sieber CC, Topinkova
E, Vandewoude M, Visser M, Zamboni M; Writing Group for the European Working Group
on Sarcopenia in Older People 2 (EWGSOP2), and the Extended Group for EWGSOP2 . Sarcopenia: revised European consensus on
definition and diagnosis. Age Ageing. 2018 Oct 12. doi: 10.1093/ageing/afy169.
2.
Burgos R, Bretón I, Cereda E, Desport JC, Dziewas R, Genton L,
Gomes F, Jésus P, Leischker A, Muscaritoli M, Poulia KA, Preiser JC, Van der
Marck M, Wirth R,Singer P, Bischoff SC. ESPEN guideline clinical nutrition in
neurology. Clin Nutr 2018;37:354-396.
3.
Bauer J, Biolo G, Cederholm T, Cesari M, Cruz-Jentoft AJ, Morley
JE, Phillips S, Sieber C, Stehle P, Teta D, Visvanathan R, Volpi E, Boirie Y.
Evidence-based recommendations for optimal dietary
protein intake in older people: a position paper from the PROT-AGE Study Group.
J Am Med Dir Assoc. 2013;14:542-59
4.
Inouye SK, Westendorp RG, Saczynski JS. Delirium in elderly
people. Lancet. 2014;383(9920):911-22.
5.
Chang JT, Morton SC, Rubenstein LZ,
Mojica WA, Maglione M, Suttorp MJ, Roth EA, Shekelle PG. Interventions for the
prevention of falls in older adults: systematic review and meta-analysis of
randomised clinical trials. BMJ. 2004;328(7441):680
6.
Sternberg SA, Wershof Schwartz A, Karunananthan S, Bergman H, Mark
Clarfield A. The identification of frailty: a systematic literature review. J
Am Geriatr Soc. 2011;59:2129-38
7.
Gauthier S. Cholinergic adverse effects of cholinesterase
inhibitors in Alzheimer's disease: epidemiology and management. Drugs
Aging.2001;18:853-62.
8.
Ray
WA, Chung CP, Murray KT, Hall K, Stein CM. Atypical antipsychotic drugs and the
risk of sudden cardiac death. N Engl J Med. 2009 ;360:225-35
9.
Volkert D, Beck AM, Cederholm T, Cruz-Jentoft A, Goisser S, Hooper
L, Kiesswetter E, Maggio M, Raynaud-Simon A, Sieber CC, Sobotka L, van Asselt
D, Wirth R, Bischoff SC. ESPEN guideline on clinical nutrition and hydration in
geriatrics. Clin Nutr. 2018; pii: S0261-5614(18)30210-3.
10.
Morley JE, Argiles JM, Evans WJ,
Bhasin S, Cella D, Deutz NE, Doehner W, Fearon KC, Ferrucci L, Hellerstein MK,
Kalantar-Zadeh K, Lochs H, MacDonald N, Mulligan K, Muscaritoli M, Ponikowski
P, Posthauer ME, Rossi Fanelli F, Schambelan M, Schols AM, Schuster MW, Anker
SD; Society for Sarcopenia, Cachexia, and Wasting Disease. Nutritional
recommendations for the management of sarcopenia. J Am Med Dir Assoc.
2010;11:391-6.
11.
Cederholm T, Jensen GL, Correia
MITD, Gonzalez MC, Fukushima R, Higashiguchi T, Baptista G, Barazzoni R, Blaauw
R, Coats A, Crivelli A, Evans DC, Gramlich L, Fuchs-Tarlovsky V, Keller H,
Llido L, Malone A, Mogensen KM, Morley JE, Muscaritoli M, Nyulasi I, Pirlich M,
Pisprasert V, de van der Schueren MAE, Siltharm S, Singer P, Tappenden K,
Velasco N, Waitzberg D, Yamwong P, Yu J, Van Gossum A, Compher C; GLIM Core
Leadership Committee; GLIM Working Group. GLIM criteria for the
diagnosis of malnutrition - A consensus report from the global
clinical nutrition community. Clin Nutr. 2018; pii: S0261-5614(18)31344-X.
12. Yaşlılıkta
Endokrinolojik Hastalıkların Tedavi Kılavuzu, Türkiye Endokrinoloji Ve
Metabolizma Derneği, 2018 ISBN: 978-605-4011-29-2 1. Baskı: Mayıs 2018