BAŞAĞRISI
Yazanlar: Esme Ekizoğlu,
Elif Kocasoy Orhan, Betül Baykan
GİRİŞ
ve SINIFLAMA
İnsanları etkileyen ağrılı durumlardan en yaygın olanı başağrısıdır. Başağrısı
nörolojik hastalıkların yanı sıra sistemik hastalıklara da eşlik edebilen
bir semptomdur. Başağrısıyla hayatı boyunca tanışmamış
insan yok gibidir ve toplumda en sık görülen belirtilerden bir tanesidir.
Bir çalışmamıza göre yurdumuzda nöroloji polikliniklerine başvuran hastaların
toplam 2/3’ünün başağrısı vardır ve 1/3’ü sadece başağrısı için başvurmaktadır.
Bu hastaların en az 1/4 kadarında şiddetli ve ciddi kısıtlılık yapan migren
olduğu gösterilmiştir.
Tanıyı
kolaylaştırmak için ve etyolojik yaklaşımla başağrısını daha iyi ele almak
için değişik başağrısı tiplerini sınıflamak esastır. Başağrısının etyolojisi,
sıklığı, şiddeti ve yaşamsal sonuçları çok büyük farklılıklar gösterebilir
ve başarılı bir tedavinin ilk basamağı doğru ve özgül bir tanıdır. Hastaların
çoğu başağrılarının ciddi bir sorunun belirtisi olduğundan korkar. Fakat çoğunda
iyi seyirli ancak uzun yıllar boyu ataklarla seyreden bir süreç söz konusudur.
Tüm
dünyada kullanılan ve genel kabul gören bir sınıflamaya sahip olmak tıbbın
her dalı için önemlidir. Başağrısı bozuklukları hakkında çok fazla önyargı
olduğundan bu durum başağrısı için özellikle doğrudur. Uluslararası
Başağrısı Derneği (International Headache Society (IHS)) ilk
olarak 1988 yılında başağrılarını ayrıntılı şekilde sınıflamaya yönelik
bir çalışma yapmıştır. Başağrısı tanısında standart oluşturan ve özellikle
klinik araştırmalarda kullanılması amaçlanan bu ilk sınıflama sistemi tüm
dünyada yaygın bir kabul görmüş, yeni bilimsel gelişmeler doğrultusunda
2004 ve 2013’de (IHS beta) revizyonları yapılmış
ve son sınıflama Ocak 2018’de yayınlanmıştır.
IHS
sınıflama sisteminde başağrıları başlıca iki temel grupta ele alınmaktadır:
primer başağrısı bozuklukları (1.-4. Kategoriler) ve sekonder başağrısı bozuklukları (5.-12. Kategoriler) (Tablo
1A ve B). Sekonder başağrısı bozukluklarında başağrısı beyin tümörü, inme
veya metabolik bozukluk gibi bir başka hastalığa bağlıdır ve IHS kriterleri bu grup başağrılarını etyolojik nedenlerine
dayanarak sınıflayan bir sistem sağlamaktadır. Primer başağrısında ise altta
saptanabilir başka bir neden yoktur ve IHS kriterleri
başağrılarını belli klinik özelliklerine göre sınıflayan tanımlayıcı bir sistem
ortaya koymuştur. IHS kriterleri Dünya Sağlık
Örgütü (WHO) tarafından kabul görmüş ve bu sistemin ana hatları Uluslararası
Hastalık Sınıflamasına da alınmıştır.
IHS
sınıflamasını bu bölümün sınırları içinde tümüyle ele almak mümkün olmadığından
önce tanısal yaklaşım, ardından bazı sık karşılaşılan primer başağrıları
bölüm içinde kısaca tartışılacaktır; sekonder başağrısına neden olan nörolojik
hastalıklar için kitabın ilgili bölümlerine bakılmalıdır.
Tablo
1A. Uluslararası
Başağrısı Derneği (IHS) 2018 Sınıflama Sistemine Göre Primer Başağrısı Bozuklukları
(Bölüm 1)
1.
Migren
1.1.
Aurasız
migren
1.2.
Auralı
migren
1.2.1. Tipik auralı migren
1.2.1.1. Başağrılı tipik
aura
1.2.1.2. Başağrısız
tipik aura
1.2.2. Beyinsapı auralı migren
1.2.3. Hemiplejik migren
1.2.3.1. Ailesel hemiplejik
migren
1.2.3.1.1.
Ailesel hemiplejik migren (FHM1)
1.2.3.1.2.
Ailesel hemiplejik migren (FHM2)
1.2.3.1.3.
Ailesel hemiplejik migren (FHM3)
1.2.3.1.4.
Ailesel hemiplejik migren, diğer lokus
1.2.3.2. Sporadik hemiplejik
migren (SHM)
1.2.4. Retinal migren
1.3. Kronik migren
1.4. Migren komplikasyonları
1.4.1. Status
migrenozus
1.4.2. İnfarkt
olmaksızın kalıcı aura
1.4.3. Migrenöz
infarkt
1.4.4. Migren
aurasıyla tetiklenen nöbet
1.5. Olası migren
1.5.1. Aurasız
olası migren
1.5.2. Auralı
olası migren
1.6. Migrenle
ilişkili olabilecek epizodik sendromlar
1.6.1. Yineleyen
gastrointestinal rahatsızlık
1.6.1.1.
Siklik kusma sendromu
1.6.1.2.
Abdominal migren
1.6.2. Selim
paroksizmal vertigo
1.6.3. Selim
paroksizmal tortikollis
2.
Gerilim tipi başağrısı
1.2. Seyrek epizodik gerilim tipi başağrısı
1.2.1.
Perikranyal duyarlılığın eşlik ettiği seyrek epizodik gerilim tipi başağrısı
1.2.2. Perikranyal duyarlılığın
eşlik etmediği seyrek epizodik gerilim tipi başağrısı
2.2. Sık epizodik gerilim tipi başağrısı
2.2.1. Perikranyal duyarlılığın
eşlik ettiği sık epizodik gerilim tipi başağrısı
2.2.2. Perikranyal duyarlılığın
eşlik etmediği sık epizodik gerilim tipi başağrısı
2.3. Kronik gerilim tipi başağrısı
2.3.1. Perikranyal duyarlılığın
eşlik ettiği kronik gerilim tipi başağrısı
2.3.2. Perikranyal duyarlılığın
eşlik etmediği kronik gerilim tipi başağrısı
2.4. Olası gerilim tipi başağrısı
2.4.1. Olası seyrek
epizodik gerilim tipi başağrısı
2.4.2. Olası sık epizodik
gerilim tipi başağrısı
2.4.3. Olası kronik
epizodik gerilim tipi başağrısı
3.
Trigeminal otonomik sefalaljiler (TOS)
3.1.
Küme başağrısı
3.1.1.
Epizodik
küme başağrısı
3.1.2.
Kronik
küme başağrısı
3.2.
Paroksizmal
hemikranya
3.2.1.
Epizodik
paroksizmal hemikranya
3.2.2.
Kronik
paroksizmal hemikranya
3.3.
Kısa süreli
tek yanlı nevraljiform başağrısı atakları
3.3.1.
Konjunktival
kanlanma ve yaşarmalı kısa süreli tek yanlı nevraljiform başağrısı (SUNCT)
3.3.1.1.
Epizodik
SUNCT
3.3.1.2.
Kronik
SUNCT
3.3.2.
Kranyal
otonomik semptomların eşlik ettiği kısa süreli
tek yanlı nevraljiform başağrısı (SUNA)
3.3.2.1.
Epizodik
SUNA
3.3.2.2.
Kronik
SUNA
3.4.
Hemikranya
kontinua
3.4.1.
Hemikranya
kontinua, remisyonlu alt tip
3.4.2.
Hemikranya
kontinua, remisyonsuz alt tip
3.5.
Olası
trigeminal otonomik başağrıları
3.5.1.
Olası
küme başağrısı
3.5.2.
Olası
paroksizmal hemikranya
3.5.3.
Olası
kısa süreli tek yanlı nevraljiform başağrısı atakları
3.5.4.
Olası
hemikranya kontinua
4.
Diğer primer başağrıları
4.1.
Primer
öksürük başağrısı
4.2.
Primer
egzersiz başağrısı
4.3.
Cinsel
etkinliğe eşlik eden primer başağrısı
4.4.
Primer
gökgürültüsü başağrısı
4.5.
Soğukla
uyarılan başağrısı
4.6.
Dış basınçla
ilişkili başağrısı
4.7.
Primer
saplanıcı başağrısı
4.8.
Numüler
başağrısı
4.9.
Hipnik
başağrısı
4.10.
Yeni günlük
ısrarcı başağrısı
BAŞAĞRILI
HASTAYA TANISAL YAKLAŞIM
Başağrısı
bulunan bir hasta değerlendirilirken, ilk yapılması gereken
sekonder başağrısının dışlanmasıdır. Bu karar öyküye, genel tıbbi ve
nörolojik muayenelere dayandırılır. Eğer kuşkulu özellikler mevcutsa, tanı
için bazı testlerin yapılması gerekli olabilir. Sekonder başağrısı
bozuklukları dışlandığında, yapılması gereken primer başağrısı bozukluğunun
doğru tanısının konmasıdır. Aynı hastada birden fazla başağrısı varsa,
her biri ayrı ayrı tanı alır. Ülkemizde yapılan prevalans çalışmalarında
migren için rastlanma sıklığı %16,4 iken gerilim tipi başağrısının sıklığı
%31,7 olarak belirlenmiştir. Bu denli sık görülen hastalıklara rastlantısal
olarak başka hastalıkların da eşlik etme olasılığı doğal olarak yüksektir.
Bu nedenle, başağrısı tanımlayan bir hastada daha önceden tanı konmuş bir
primer başağrısı olsa bile, yeni tanımladığı başağrısı hakkında, bu başağrısı
özelliklerinin önceki ağrılarıyla uyumlu olup olmadığını anlamaya yönelik
olarak tekrar bilgi almak ve hastayı muayene etmek gerekir.
Tablo
1B. Uluslararası
Başağrısı Derneği (IHS) 2018 Sınıflama Sisteminde Sekonder Başağrısı Bozuklukları (Bölüm
2)
5. Baş
ve/veya boyun travması ile ilişkili başağrısı 5.1. Travma sonrası akut
başağrısı 5.2. Travma sonrası kronik
başağrısı 5.3. Kamçı darbesi tipi
yaralanmaya bağlanan akut başağrısı (whiplash: ani ivmelenme/ yavaşlama
travması) 5.4. Kamçı darbesi tipi yaralanmaya
bağlanan kronik başağrısı 5.5. Kranyotomi sonrası
akut başağrısı 5.6. Kranyotomi sonrası
kronik başağrısı |
6. Kranyal
ya da servikal damarsal hastalıklara bağlanan başağrısı 6.1. İskemik inme ya da
geçici iskemik atağa bağlanan başağrısı 6.2. Travmatik olmayan
kafa içi kanamaya bağlanan başağrısı 6.3. Yırtılmamış damarsal
malformasyona bağlanan başağrısı 6.4. Arterite bağlanan
başağrısı 6.5. Karotis ya da vertebral
arter ağrısı (diseksiyon ve girişim sonrası) 6.6. Beyin ven trombozuna
bağlanan başağrısı 6.7. Diğer kafaiçi akut
damarsal bozukluğa bağlanan başağrısı 6.8. Genetik vaskülopatiye
bağlanan başağrısı (CADASIL, MELAS vb) 6.9. Pituiter
apopleksiye bağlanan başağrısı |
7. Damar-dışı kafaiçi
hastalıklarla ilişkili başağrısı 7.1. Beyin omurilik sıvısı
(BOS) basınç yüksekliğine bağlanan başağrısı 7.2. Düşük beyin omurilik
sıvısı basıncına bağlanan başağrısı 7.3. İnfeksiyon olmayan
inflamatuar hastalığa bağlanan başağrısı (aseptik menenjit, HaNDL vb) 7.4. Kafaiçi neoplazmalara
bağlanan başağrısı 7.5. İntratekal injeksiyonlara
bağlı başağrısı 7.6. Epileptik nöbetlere
bağlanan başağrısı 7.7. Chiari malformasyon
tip 1’e bağlanan başağrısı 7.8. Diğer vasküler
olmayan kafaiçi hastalıklara bağlanan başağrısı |
8. Madde kullanımı veya
yoksunluğu ile ilişkili başağrısı 8.1. Madde kullanımı veya
maddeye maruziyet ile ilişkili başağrısı 8.2. İlaç aşırı kullanımı
başağrısı (İAKB) 8.3. Madde kesilmesine
bağlanan başağrısı |
9. İnfeksiyona bağlanan
başağrısı 9.1. Kafaiçi infeksiyona
bağlanan başağrısı 9.2. Sistemik infeksiyona
bağlanan başağrısı |
10. Homeostaz bozukluğuna
bağlanan başağrısı 10.1. Hipoksi ve/veya hiperkapniye
bağlanan başağrısı 10.2. Diyaliz başağrısı 10.3. Preeklampsi veya
eklampsiye bağlanan başağrısı 10.4. Hipotiroidizme bağlanan
başağrısı 10.5. Açlığa bağlanan başağrısı 10.6. Kardiyak başağrısı 10.7.Diğer homeostaz bozukluklarına
bağlanan başağrısı |
11.Kafatası, boyun, gözler,
kulaklar, burun, sinüsler, dişler, ağız veya diğer yüz ve kafa yapılarına
bağlanan başağrısı veya yüz ağrısı 11.1. Kafa kemiği bozukluğuna
bağlanan başağrısı 11.2. Boyun hastalıklarına
bağlanan başağrısı 11.3. Göz bozukluğuna bağlanan
başağrısı 11.4. Kulak bozukluğuna
bağlanan başağrısı 11.5. Rinosinüzite bağlanan
başağrısı 11.6. Dişler, çene veya
ilişkili yapıların bozukluğuna bağlanan başağrısı 11.7. Temporomandibüler
eklem hastalığına bağlanan başağrısı 11.8. Stilohiyoid ligamanın
inflamasyonuna bağlanan başağrısı veya yüz ağrısı 11.9. Diğer kafatası, boyun,
gözler, kulaklar, burun, sinüsler, dişler, ağız veya diğer yüz ve kafa
yapılarına bağlanan başağrısı veya yüz ağrısı |
12. Psikiyatrik hastalıklara
bağlanan başağrısı (12.1 Somatizasyon bozukluğu
ve 12.2 Psikotik bozukluğa bağlı) |
Tablo
1C. Uluslararası
Başağrısı Derneği (IHS) 2018 Sınıflama Sisteminde Ağrılı Kranyal Nöropatiler,
Diğer Fasyal Ağrılar ve Diğer Başağrıları (Bölüm 3)
13. Kranyal nevraljiler
ve yüz ağrısının santral nedenleri
13.1. Trigeminal nevralji
13.2. Glossofaringeal nevralji
13.3. Nervus intermedius
nevraljisi
13.4. Oksipital nevralji
13.5. Boyun dil sendromu
13.6. Ağrılı optik nörit
13.7. İskemik oküler motor
sinir paralizisine bağlanan başağrısı
13.8. Tolosa-Hunt sendromu
13.9. Paratrigeminal okülosempatetik
sendrom (Reader’s sendromu)
13.10. Yineleyen ağrılı oftalmoplejik
nöropati
13.11. Yanan ağız sendromu
13.12. Kalıcı idyopatik
yüz ağrısı
13.13. Yüz ağrısının santral
nedenleri
14. Diğer başağrısı bozuklukları:
Başka yerde sınıflanamayan ya da tanımlanamayan başağrıları
Başağrılı
Hastada Öykü Alınması
Başağrılı
hastaların tanısının konulmasında en önemli nokta başağrısı
öyküsünün tam olarak alınmasıdır. Başağrısı hastalarının çoğunda tıbbi
ve nörolojik muayeneler normal bulunur. Bu nedenle, doğru tanı için elimizdeki
en yararlı gereç ayrıntılı öyküdür. Başağrısı öyküsü hastanın başağrılarının
ayrıntılı bir tablosunu çizmeli, ayrıca varsa tanıyı veya tedaviyi etkileyebilecek
diğer tıbbi durumlar hakkında da bilgi sağlamalıdır.
Başağrısı
öyküsünde aşağıdaki parametreler mutlaka sorulmalıdır:
İlk
değerlendirme sırasında, sekonder başağrısı bozukluğu olasılığını düşündüren,
Tablo 2‘de ayrıntılı olarak bildirilen ve aşağıda listelenen
“başağrısı alarm belirtileri” mutlaka gözden geçirmelidir:
Tablo 2. Başağrısının
değerlendirilmesinde bazı uyarıcı belirtiler ve bulgular ile inceleme şemaları
BAŞAĞRISI |
AYIRICI TANI |
ÖNERİLEN İNCELEME |
50 yaşından
sonra ortaya çıkan başağrısı |
Temporal arterit,
YKL |
Sedimentasyon,
nörolojik görüntüleme yöntemleri |
Ani başlayan
başağrısı |
Subaraknoid
kanama, hipofiz apopleksisi, AVM ya da YKL’nin içine kanama |
Nörolojik
görüntüleme yöntemleri, lomber ponksiyon
(kontrendikasyon yoksa) |
Şiddeti giderek
artan başağrısı |
YKL, subdural
hematom, aşırı ilaç kullanımı |
Nörolojik
görüntüleme yöntemleri, analjezik ilaçların gözden
geçirilmesi |
Sistemik hastalıkla
birlikte başağrısı (ateş, ense sertliği, döküntüler) |
Menenjit,
ensefalit, sistemik infeksiyon, kollajen vasküler hastalık |
Nörolojik
görüntüleme yöntemleri, lomber ponksiyon,
ilgili serolojik ve biyokimyasal testler |
Kanser ya da
HIV’li hastada yeni başlayan başağrısı |
Menenjit (kronik
ya da karsinomatöz), beyin abseleri (toksoplazma vb), metastazlar |
Nörolojik
görüntüleme yöntemleri, lomber ponksiyon
(kontrendikasyon yoksa), ilgili serolojik testler |
Lateralizan
nörolojik semptomlar |
YKL, AVM,
inme, kollajen vasküler hastalık |
Nörolojik
görüntüleme yöntemleri, kollajen vasküler
hastalıkların araştırılması |
Papilödem |
YKL, idyopatik
intrakranyal hipertansiyon, menenjit |
Nörolojik
görüntüleme yöntemleri, lomber ponksiyon
(kontrendikasyon yoksa) |
YKL:
Yer kaplayıcı lezyon, AVM: Arterio-venöz malformasyon, HIV: Human Immundeficiency
Virus,
Bu
tür kuşkulandırıcı durumlar yoksa normal nörolojik muayenesi olan ve öyküsü
uyumlu bir hastada primer başağrısı tanısı için güçlü bir izlenim oluştuğunda
görüntüleme yöntemleri gibi yardımcı inceleme yöntemleri çoğu kez gerekli
değildir, hatta bazı sakıncaları da olabilir. Örneğin rastlantısal olarak
saptanan araknoid kist, nonspesifik beyaz madde lezyonları benzeri bulgular
hastanın yaklaşımını, moralini ve hatta tedavi seçimini olumsuz yönde etkileyebilir
(Şekil1 A ve B).
Şekil 1A-B. Her
ikisi de aurasız migrenli olan ve nörolojik başka bulgusu olmayan hastalarda
yapılan MRG ve BT incelemelerinin sırasıyla araknoid kist ve serebellar kalsifikasyon
gibi yakınmaları ile ilişkisiz bazı lezyonları göstermesi bu hastaların gereksiz
şekilde endişelenmesine ve birçok ek inceleme yapılmasına neden olmuştur.
Primer
başağrıları içinde en sık karşılaşılanlar migren ve gerilim tipi başağrılarıdır.
Bunlarla karşılaştırıldığında çok daha seyrek olmakla birlikte (2000 kişide
bir veya daha ender) çok şiddetli, sık başağrılarına neden olmaları, geleneksel
ağrı kesicilere yanıt vermemeleri ve farklı tedaviler gerektirmeleri nedeniyle trigeminal
otonomik sefalaljiler (küme başağrısı, paroksizmal hemikranya gibi)
önemli bir diğer primer başağrısı grubunu oluşturmaktadır. Çoğu kez bu hastalar
doğru tanı alamamaları nedeniyle yıllarca şiddetli ağrılar çekebilmektedir.
Şu an için dünyada en sık üçüncü başağrısı tipi ise iyatrojenik bir tablo
olan analjezik ilaç aşırı kullanım başağrısıdır (İAKB).
Bu nedenle, tedavi için kullanılan analjeziklerin en az 3 ay boyunca ayda
10 günden fazla alınmasının kendi başına kronik bir başağrısı nedeni olduğu
konusunda hastalar mutlaka en baştan uyarılmalı ve dikkatli bir şekilde takip
edilmelidir.
Başağrılı
hastaya yaklaşımda aşağıdaki özellikler ayrıntılı olarak ele alınmalıdır:
1. Hastanın özellikleri: Başağrısının
‘başlangıç yaşı’ tanı konulmasında önemli ipuçları
verir. Primer başağrıları genellikle çocukluk veya genç erişkinlik yaşlarında
ortaya çıkar, oysa 50 yaşından sonra başlayan başağrıları öncelikle sekonder
nedenleri (kitle lezyonu veya temporal arterit gibi) akla getirmelidir.
Migrenlilerin sadece %2’sinde ağrının başlangıcı 50 yaşın üzerindedir. Küme
tipi başağrısı 30–50 yaş civarında başlar. Gerilim tipi başağrısı ise genelde
20-40 yaşlarında ortaya çıkar. Hipnik başağrısı sendromu
genellikle 50 yaşından sonra ortaya çıkar. Gençlik yıllarında da görülebilen
ama genelde 40 yaşların üzerinde rastlanan İAKB sık karşılaşılan bir başağrısı
nedeni olarak hatırlanmalıdır. Yaşlılarda başağrısı daha seyrek görülür,
ancak genellikle önemli bir soruna işaret eder. Etyoloji yaşa göre farklılık
gösterir, ayrıca tanı ve tedaviyi etkileyecek komorbid durumların bulunma
olasılığı da yaşlı hasta grubunda daha fazladır. Hastanın ‘cinsiyeti’ de önem taşıyabilir.
Migren için kadınlarda erkeklere oranla 3-4 kat fazla bir sıklıktan söz edilebilirken,
gerilim tipi başağrılarında böyle bir cinsiyet ayırımı söz konusu değildir.
Küme başağrılarında ise erkek egemenliği çarpıcıdır. Gebelik
sırasında başağrısının kaybolması migrenlilerde sıktır veya (tersine)
ağrının gebelikte ortaya çıkması, venöz tromboz gibi sekonder başağrıları
açısından önemlidir.
2.
Başağrısının karakteri ve şiddeti hasta
tarafından zonklayıcı, sıkıştırıcı, basınç hissi, iğne batar
gibi, patlayıcı, şimşek gibi, elektrik çarpar gibi şeklinde farklı
ifadelerle tanımlanabilir. Hasta başağrısını tanımlamakta zorlanırsa, “damar
atar gibi”, “bir sargıyla sıkılmış gibi”, “bıçak saplanır gibi” şeklinde örnekler
verilip hangisine benzediği sorulabilir. Ağrının şiddeti de çok önemlidir.
Migren başağrılarına kıyasla gerilim tipi başağrıları çoğunlukla daha hafif
şiddettedir. Migren ağrısı pulsatil bir ağrıdır, hareketle artar, şiddetlidir
ve genelde hastayı günlük hayatını devam ettiremez hale getirir. Hasta karanlık
ve hareketsiz bir yer ister, ışık ve gürültüden kaçınır. Zonklayıcı veya
basınç hissi oluşturan başağrıları migren için tipikken, sıkıştırıcı başağrısı,
en sık gerilim tipi başağrısında ifade edilir. Hastalar gerilim tipi başağrılarını
sıklıkla bant gibi veya mengene ile sıkılmış gibi olarak tanımlarlar. Kronik
gerilim tipi başağrısı kalıcı donuk ve doluluk hissi ile giden bir ağrıdır.
Migren başağrısının küçük yaşlarda erişkinlerdekinden farklı karakter taşıdığı
da unutulmamalıdır. Çocukluk yaşlarında, sıklıkla iki yanlı ve frontal yerleşimli
olması ve yarım-bir saat gibi kısa süreler migren için tipiktir. Küme tipi
başağrısı ise derinden gelen can sıkıcı ve rahatsız edici bir ağrıdır. Hasta
yatamaz, yerinde duramaz ve sürekli gezinmek durumundadır. Otonomik sefalaljilerin
önemli ve çok ayırt ettirici bir özelliği, her zaman çok şiddetli olmaları
ve çeşitli otonom bulguların eşlik etmesidir. İdyopatik saplanıcı başağrısında
değişen bölgelerde iğne veya bıçak batar gibi ağrılar tanımlanırken, trigeminal
nevralji gibi nevraljik ağrılarda şimşekvari veya elektrik çarpar gibi ağrı
ifadesi kullanılır. Her tür ağrı tipi ve şiddeti sekonder nedenlere bağlı
olarak da görülebilir. Organik ağrılarda, ağrının şiddeti ve tabiatı genelde
değişken ve ilerleyicidir. Beyin tümörünün ağrısı genelde gerilim tipi başağrısını
çağrıştırır. Bir anevrizmanın veya arterio-venöz malformasyonun kanaması
sıklıkla sürekli, şiddetli, künt veya zonklayıcı ağrı yaratır.
3.
Başağrısının başlangıcı ile
ilgili bilgiler de tanı için ipuçları sağlar. Kafa travmasının
ardından ortaya çıkan başağrısı bir ‘post-konküzyon’ başağrısı bozukluğunu
veya kafaiçi bir patolojik süreç olasılığını akla getirmelidir. Ancak kafa
travması hem migreni, hem de küme başağrılarını
tetikleyebilir. Doğum öncesi veya sonrası dönemde ortaya çıkan başağrısı
bir kortikal ven veya dural sinüs trombozunu akla getirmelidir. Başağrısının
ortaya çıkışının ateşle birlikte olması infektif bir nedeni düşündürür. Efor
(örneğin ağırlık kaldırma, spor sonrası) subaraknoid kanamayı veya selim bir
tablo olan efor ile ilişkili başağrısını ortaya
çıkarabilir. Başağrısının zamansal gidişi de
çok yol göstericidir. Örneğin migren özelliklerine sahip
başağrıları çeken bir hastada belirli bir süredir (çoğunlukla bir yıl veya
daha fazla) bu tip başağrılarının tekrarlıyor olması, ağrı aralarında tümüyle
normale dönmesi veya kronik başağrılı durumlarda yine belirli bir süredir
devam ediyor olması (3 ay veya daha fazla) ve ağrı şiddetinde kuşku duyuracak
bir progresyon veya başka nörolojik belirtilerin olmaması beklenir. Bununla
birlikte epizodik migren ataklarına sahip hastaların, aşırı derecede sık ağrı
kesici kullanımı (analjezik, antiromatizmal, ergotamin, triptan, narkotik
ilaçlar gibi) ardından ataklarında sıklaşma ve ağrı karakterinin değişmesi
ve başağrılarının sürekli bir hal alması sık karşılaşılan bir durum olup,
“ilaç aşırı kullanımı başağrısı” (İAKB) olarak adlandırılan
sekonder bir başağrısının klinik gösterisidir.
4.
Başağrısının yerleşimi de
klinisyen için önemlidir. Sadece yüzde ve hep aynı yanda ise ağrı tipi de
dikkate alındığında nevraljik ağrılar veya nöropatik ağrılar öncelikle düşünülebilir
ancak gözü ve başın diğer bölümlerini (şakak, alın gibi) içermesi ön tanıları
değiştirmelidir. Bu tür ağrılar eğer hep tek yanlı ve aynı tarafta ise,
özellikle otonomik belirtilerin varlığında, otonomik sefalaljileri akla daha
önce getirmelidir. Migrenlilerin çoğu ağrı tarafının ataktan atağa değişebildiğini
söylese de, %20’yi aşan hastada ağrının hep aynı yanda olduğu unutulmamalıdır.
Migrenin aksine, küme başağrısında hastaların sadece %10-15’i ataktan atağa
ağrının taraf değiştirdiğini söyler. Temporal arter bölgesine lokalize bir ağrı, hastanın yaşı ve ağrının başlangıç
yaşı ileri olduğunda, temporal arteriti öncelikle düşündürmelidir. Boyundan
başlayan veya boyna da yayılan ağrılar servikal bir kökeni akla getirebilirse
de, migren ataklarına büyük sıklıkla servikal spazmın eşlik ettiği unutulmamalıdır.
Gerilim tipi başağrısı ise tipik olarak iki yanlıdır. İki yanlı veya bir
yanda daha baskın olmakla birlikte diğer yanda da hissedilen başağrıları,
otonomik sefalaljiler ve nevraljik ağrılar için dışlayıcı bir özelliktir.
Bu tür ağrılarda migren veya gerilim tipi başağrıları en sık olmakla birlikte
İAKB gibi sekonder nedenler de düşünülmelidir. Supratentoryal alanda ağrı
oluşturan yapıların başlıca innervasyonu trigeminal sinirden kaynaklanır.
İnfratentoryal ağrı oluşturan yapıların innervasyonu ise üst servikal sinirlerden,
glossofaringeus ve vagus sinirlerinden kaynaklanır. Supratentoryal lezyonlar
genellikle frontal başağrılarına yol açarken, infratentoryal lezyonlar sıklıkla
oksipital bölgede ağrı oluşturur. Ancak, trigemino-servikal komplekse farklı yapılardan yönelen nöronların örtüşmesi
nedeni ile bu paternin dışına çıkan yayılmalar da söz konusu olabilir. Başağrısı
net bir biçimde göz çevresine sınırlı ise, göz hastalığı veya döküntü öncesi
oftalmik zoster akla gelmelidir. Trigeminal nevralji maksiller ve mandibüler
alanlarda daha sıktır. Beyin tümörü saptanan hastaların yarısından biraz fazlası
başağrısından yakınır; bunların da %80’inde ağrı tümörün bulunduğu taraftadır.
Serebrovasküler hastalıklarla ilişkili başağrıları yaygın veya lokalize olabilir.
5.
Başağrısını tetikleyen nedenler: Presipite
edici faktörler tanıya yardımcı olduğu gibi başağrısının önlenmesinde ve koruyucu
tedavisinde de önemlidir. Migrende
yaşam stili düzenlenmesinde en önemli unsur düzensiz beslenme ve uzun süreli
açlığın önüne geçilmesidir. Biyolojik yolağı tam bilinmemekle birlikte migren
ataklarının tetikleyicileri arasında hipogliseminin önemli olduğu düşünülmektedir.
Migrenli hastaların en az 1/3’ünde de yetersiz sıvı alımının başağrısını tetiklediği
bildirilmiştir. Hastaların %30 ile %70’inde açlık hem migren hem de gerilim
tipi başağrısını tetiklemektedir.
Migreni
ortaya çıkaran sebepler arasında uykusuzluk, aşırı uyku, stres, stres sonrası
rahatlama, özel bazı yiyecekler (en sık olarak çikolata, peynirler, alkollü
içecekler, özellikle kırmızı şarap, turunçgiller, monosodyum glutamat, nitrat
ve aspartat içeren yiyecekler), yorgunluk, menstrüasyon, lodos hava durumu,
yükseklik ve basınç değişiklikleri, fiziksel bazı uyaranlar (parlak ışık,
yüksek ses, parfüm, kimyasallar), bazı ilaçlar (nitrogliserin, sildenafil,
dipridamol gibi) yer almaktadır. Tetikleyici
yiyecekleri kısaca gözden geçirecek olursak; alkolün hangi mekanizma ile başağrısına
neden olduğu tam bilinmese de hayvan modelinde etanolün meningeal damarlarda
vazodilatasyona yol açtığı gösterilmiştir. Peynirin içindeki biyojenik aminlerin başağrısını tetiklediği düşünülmektedir.
Migrenlilerde serotonin içerdiği bilinen çikolata yeme isteğinin migren
prodromunun bir parçası olduğu da düşünülmektedir. Histaminin intravenöz
verildiğinde ve inhalasyon yoluyla alındığında başağrısını tetiklediği bilinmektedir.
Kokain kullanımı ve kokain yoksunluğu da migren benzeri başağrılarını tetikleyebilir.
Diğer yandan, stres, açlık, uyku değişikliği (yetersiz uyku veya aşırı uyku
ya da öğlen uykusu gibi zamanı kaymış uyku) gibi tetikleyici nedenlerin migren
kadar gerilim tipi başağrısı için de söz konusu olduğunu unutmamak gerekir.
Oysa koku (keskin parfüm kokusu, sigara kokusu), parlak ışık, rüzgar (lodos), sigara dumanı, mayalı içkiler (kırmızı
şarap) özellikle migrene özgü tetikleyicilerdir. Gerilim tipi başağrılarının
koku ile tetiklenmediği, koku tetiğinin migren ve gerilim tipi başağrısı
için ayırt edici özellik olarak sayılabileceği bilinmektedir. Gürültü, her
tür başağrısında kötü etki gösterirken ağrı sırasında ışık ve koku, özellikle
migren ağrısında yüksek oranda rahatsız edicidir. Küme tipi başağrısında
alkol akut atağı ortaya çıkarır. Egzersizler genelde organik/sekonder başağrılarını
tetikler ama egzersizle tetiklenen primer başağrıları da vardır. Akut başlayan
fakat daha öncesinde olmayan başağrısında tetikleyen neden özellikle önemlidir.
Örneğin öksürmek, ıkınmak gibi kafaiçi basıncı arttıran veya güçlü bir efor ya da cinsel ilişki gibi etkinlikleri takiben gelişen
akut başağrısı akla ilk olarak subaraknoid kanamayı getirmelidir. Nörolojik
ve fizik muayenenin normal olması halinde, özellikle de yineleyen bir durum
söz konusuysa, “öksürük başağrısı”, “orgazm başağrısı”, “efor başağrısı”, “gökgörültüsü başağrısı” gibi idyopatik
durumlar da akla gelmelidir. Bu tür seyrek rastlanan primer başağrılarının
özelliği, başka durumlarda ortaya çıkmaması, sadece tanımlanan bu özel durumlarda
ortaya çıkması ve tekrarlayıcı olmasıdır. Kas kökenli ağrılar, duyarlı bölgenin
palpasyonu veya zorlanması ile tetiklenebilir. Trigeminal nevralji, tetik
noktaya dokunmakla ortaya çıkarılabilir. Bu noktaların yemek yeme, konuşma,
soğuğa maruz kalma, dişleri fırçalama, dokunma, tıraş olma veya yüz yıkama
gibi basit uyaranlarla uyarılması bir atağı tetikleyebilir. Başağrısını attıran
nedenlerden boyun spazmının migrene de sıklıkla eşlik ettiği unutulmamalıdır.
Baş ve beden hareketleri (merdiven çıkma, eğilip kalkma gibi) migren için
özellikle arttırıcı rol oynarken, gerilim tipi başağrısında etkili olması
beklenmez. Migrenli
hastaların yaklaşık yarısında fiziksel aktivite başağrısını tetiklemektedir.
Stresin migren ataklarını tetiklediğini bildiren yayınlar olmasına karşın,
bazı çalışmalar stresin gerilim tipi başağrısında migrenden daha etkili olduğunu
göstermektedir.
Başağrısını iyileştiren nedenler içinde uyumak, karanlık
ve sessiz ortam migren için çoğu kez iyileştirici bir role sahiptir. Küme
başağrısında yüksek yoğunluklu oksijen soluma (15 lt/dakika) saniyeler veya
dakikalar içinde ağrıyı geçirebilir. Başa soğuk uygulamak yine migren için
iyileştirici bir uygulama olabilir. Gebelik ve menopoz dönemleri de migrenli
kadınlarda rahatlama dönemleri olarak hatırlanabilir.
5.
Başağrısının sıklığı ve süresi tanıda
önemli ipuçları verir ve tedavimizi yönlendirir. Sekonder nedenlerle ortaya
çıkan başağrısı genelde özel bir patern göstermez, sıklığı ve şiddeti progresiftir.
Primer başağrılarında ağrı sıklığı kritik öneme sahiptir. Migren atakları
belli bir düzende gelir, genelde ayda 2-8 kez olur. Bir gün içinde birden
fazla atak alışılmış değildir. Eğer ilaç aşırı kullanımı söz konusu değilse,
günlük veya gün aşırı migren atağı (kronik migren)
oldukça seyrek karşılaşılan bir durumdur. Migren atağının analjezik ilaç
kullanılmadığında 4 saat ile 3 gün arası bir süre devam etmesi beklenir.
Yetmiş iki saatten uzun sürmesi durumunda, ‘migren
statusu’ terimi kullanılır. Oysa epizodik gerilim tipi başağrılarında
bir ritim söz konusu değildir ve atak süreleri dakikalardan günlere hatta
haftalara dek oldukça değişkendir, bir gün içinde birkaç kez de ortaya çıkabilir.
Otonomik sefalaljiler süre konusunda daha tutarlı bir gruptur. Bunlar içinde
en uzun süreli ve görece en seyrek olanı küme başağrısıdır. Küme başağrısı
çoğunlukla 15 dakika ile 3 saat arası bir süreye sahiptir, bununla birlikte
daha uzun sürmesi de tanıyı dışlamaz. İlk başlangıç günleri ve sonlanış günleri
dışında, sıklığı iki günde birden günde 8’e dek değişir. Paroksizmal hemikranya
ise daha kısa süreli (2-30 dakika) ve gün içinde çok daha fazla sayıda gelmesi
ile (günde 10’dan fazla) küme başağrısından ayrılabilir. Otonomik sefalaljiler
içinde en kısa süreli olanı ise SUNCT ve SUNA olup süre 1-600 saniye arasında
değişir ve günde yüzlerce kez bile olabilir. Nevraljik ağrılar bundan da
daha kısa sürelidir (saniyelik), seyrek veya gün içinde çok sayıda olabilir.
Hemikranya kontinuada ise ağrının hiç kesilmeden aylardır sürüyor olması
ve arada migrenöz şiddetlenmeler kuraldır.
6.
Başağrısına eşlik edenler de
tanı için ipuçları vermektedir. Migrende gastrointestinal semptomlar olarak bulantı ve kusma görülür. Ayrıca “dizziness”,
fotofobi, fonofobi, tinnitus ve bulanık görme eşlik edebilir, hastaların
yaklaşık %10’unda pitozis, hafif göz yaşarması, göz kanlanması gibi otonomik
bulgular bulunabilir. Küme tipi başağrısında ve diğer otonomik sefalaljilerde
ise göz yaşarması, yüz kızarması, burun tıkanıklığı veya akıntısı gibi çeşitli
otonomik belirtiler ve parsiyel Horner Sendromu tek yanlı ve belirgin olarak
görülür ve tanı kriterleri için de bu bulguların
eşlik etmesi gereklidir. Kronik gerilim tipi başağrısında ise genellikle
hastanın elinde somatik, emosyonel ve fizik semptomları
gösteren uzun bir liste vardır. Gerilim tipi başağrısına hemen hiç birşey
eşlik etmez. Aura varlığında artık
başağrısının özellikleri önem taşımaz, hatta aurayı başağrısı izlemeyebilir
(ağrısız aura). Auralı migrenlilerin tıkayıcı damar hastalıkları yönünden
artmış bir riske sahip oldukları ve özellikle sigara veya östrojen kullanımının
bu riski genel topluma göre daha da arttırdığı bilinmeli ve hastalar bu konuda
uyarılmalıdır. Ayrıca, hemipleji ve beyinsapı bulguları şeklinde aura varlığında
triptanların kullanılmasının sakıncalı olabileceği unutulmamalıdır. Migrenlilerin
%70’inde ve daha nadiren diğer başağrılı olgularda allodini
saptanır. Bu durum ağrı uyandırması beklenmeyen dokunma, saç tarama, gözlük
takma gibi normal bir uyaran ile ağrı ve aşırı duyarlılık hissedilmesi olarak
tanımlanır. Patofizyolojisinde santral duyarlılaşma rol oynamaktadır. Bu
bulgunun varlığı triptan grubu ilaçlara yanıtsızlık ve kronik migrene dönüşüm
açısından önem taşımaktadır.
Sekonder
başağrısı bozukluklarına sıklıkla çift görme, epileptik nöbetler, tinnitus
ve fokal nörolojik bulgu gibi özellikler eşlik eder. Sekonder başağrılarında,
lezyonun yerleşimine göre sıklıkla nörolojik bulgular mevcuttur. Kafaiçi
kitleleri hastaların yarısında bulantı ile veya bulantısız (projektil) kusma
ile birlikte görülür. Temporal arterit kafa derisinde sınırlı bir hassasiyet,
halsizlik, polimiyaljia romatika, subfebril ateş veya başka bir sistemik
belirti ile ya da görme kaybı veya inme ile ilişkili olabilir. Eğer mevcutsa
çene klodikasyosu temporal arterit için patognomoniktir. Ateş ve ense sertliği
menenjite işaret eder.
7.
Emosyon ve sosyal faktörler: Öykü
alınırken hastaya aile, evlilik ve iş ilişkileri sorulmalı ve stres faktörleri
varsa ortaya çıkarılmalıdır. Bu tür soruların sorulması için uygun ortam,
zaman ve hastanın doktora güveni sağlanmalıdır. Bu sırada tedaviyi yönlendirebilecek gebelik isteği,
kendini şişman bulması gibi bazı bilgiler de elde edilir. Ayrıca İAKB tedavisi
gibi bazı durumlarda hastanın tedavisi sırasında aile desteği alması çok önemlidir.
8.
Özgeçmiş ve uyku paterni: Hekim
hastanın geçirmiş olduğu tüm medikal ve cerrahi hastalıkları ve durumları
(doğum, menopoz gibi) ve varsa kafa travmasını
bilmelidir. Herhangi yeni bir hastalık veya tedavi başağrısının nedeni olabilir,
ya da tedavi stratejisinde önem taşır. Hastaya önceden lomber ponksiyon ya
da beyin cerrahisi girişimi yapıldıysa bilinmesi, intrakranyal hipotansiyona
bağlı postüral başağrılarını değerlendirmek için önem taşır. Bazı spesifik allerjik etkenler veya yiyecekler başağrısına
sebep olabilir. Glokom, yeni saptanan hipertansiyon, diyaliz, hipotirodi,
sinüzit gibi hastalıklar ve yeni başlanmış oral kontraseptif dahil tüm tedaviler mutlaka bilinmelidir.
Kronik
başağrılı hastanın özgeçmişindeki başarılı ve başarısız tedaviler başağrısı
tanısının ortaya konulmasına ve uygun tedavi seçimine yardımcı olur. Hastanın
daha önce denediği ve yan etki görmeyip fayda gördüğü tedavinin devamı genelde
doğru bir yaklaşımdır. Ayrıca başağrısı ile eş zamanlı başlanmış herhangi
bir ilacın başağrısını tetiklemiş olma olasılığı mutlaka akılda tutulmalıdır.
Nitratlar, amantadin, sildenafil, dipridamol, simetidin, reserpin, indometazin,
hormonal tedaviler, bazı antibiyotikler başta olmak üzere çeşitli ilaçlar
başağrısını başlatabilir. Kadınlarda oral kontraseptif kullanımı veya postmenopozal
hormon tedavisi ağrının şiddetini, sıklığını, süresini değiştirebilir ve komplikasyonlarını arttırabilir.
Küme
tipi başağrısı sık olarak, hipnik başağrısı ise tipik
olarak her gece aynı zamanda uyandırır. Migrenlilerde başağrısı genellikle
uyanıkken başlar, migren ağrısı genelde uyku ile düzelme eğilimindedir, ancak
uzun ataklarda ertesi sabah da ağrı devam edebilir. Kronik gerilim tipi başağrısı
olan hasta sık sık ve erken uyanır. Uyku bozukluğu aynı zamanda bir depresyon
belirtisi olabilir. Depresyon uykuya dalmada güçlük,
uykuyu sürdürmede güçlük veya sabah erken uyanma ile gidebilir. Anksiyete
ile ilişkili başağrısında hasta uykuya dalmakta zorluk çeker. Hipertansiyon
ağrısı uyanırken olur ve gün ilerledikçe azalır. Uyku apnesi sık
rastlanan bir durumdur, özellikle kilolu kişilerde sabah başağrılarına yol
açabilir. Bu açıdan hastalar sorgulanmalı, kuşkulu durumlarda da polisomnografi
incelemesi yapılmalıdır. Uyku sorunları ayrıca profilatik tedavide ilaç seçiminde
de önem taşır.
9.
Aile öyküsü: Migren
kalıtsal bir hastalıktır ve ailede genelde migrenli başka hastalar vardır.
Özellikle auralı migren olgularında bu yatkınlık daha belirgindir, genetik
kökeni ortaya ilk konan ciddi bir auralı migren formu olan ailesel hemiplejik migrende ailede etkilenmiş bir başka
bireyin varlığı tanı için gereklidir. Eğer aile öyküsü yoksa aynı tablo sporadik hemiplejik migren olarak adlandırılır. Küme tipi başağrısında
aile öyküsü nadirdir. Kronik gerilim tipi başağrısında ise ailede depresyon
öyküsü bildirilmiştir. Ailesel başağrılarında ortak çevresel faktörler de
rol oynayabilir, bütün ailede karbon monoksit ile ilişkili başağrısına yol
açabilir.
Başağrılı
Hastanın Muayenesi
Başağrılı
hastanın muayenesinde ayrıntılı fizik muayene ve nörolojik muayene yapılması
temeldir. Başağrısı ile başvuran hastada öncelikle vital bulgular değerlendirilmelidir.
Hipertansiyona bağlı başağrısında diastolik basınç 110 mmHg ve üstüdür. Hipertansiyon
tedavi ile kontrol altına alınınca başağrısı da genellikle takip eden günler
içinde düzelir. Başağrısı hipertansiyon veya hipertansiyon nedeniyle kullanılan
ilaçların yan etkisi olarak ortaya çıkabileceği gibi, migren gibi başağrılı
durumların atak sırasında kan basıncında sıklıkla geçici yükselmeye yol açabileceği
de akılda tutulmalıdır. Ateş varlığı sistemik bir infeksiyonu, ense sertliğinin
olması menenjit tanısını düşündürür.
Başağrısından
yakınan bir hastada, baş ve boyun bölgesinin muayenesi öncelikli olarak yapılmalıdır.
Temporal
arterlerde belirginleşme, boğumlanma, genişleme ve hassasiyet bulunması, klinik
uyumluysa temporal arteriti düşündürmelidir, ancak bu bulgular akut migren
atağına da eşlik edebilir. Bazı hastalarda göz bulguları da eşlik eder. Örneğin
küme tipi başağrısı için karakteristik özellikler; konjunktival kızarıklık,
tek taraflı pitoz, kısmi Horner sendromu gibi
bulgulardır. Ayrıca başağrılı olguda göz çevresinde ağrı da eşlik ediyorsa
glokomu dışlamak gereklidir. Kafaiçi basınç artışında ise göz dibinde papilödem
saptanır. Bu nedenle başağrısı olan bir hastanın göz dibi bakılmadan
muayenesi tamamlanmış kabul edilmemelidir. Yüz bölgesinde tetik nokta
varlığı trigeminal nevralji için karakteristiktir, SUNCT gibi bazı otonom
sefalaljilerde de görülebilir. Bunun yanısıra kulak-burun-boğaz
infeksiyonlarını dışlamak için bu bölgelerin ayrıntılı muayenesi yapılmalı;
boyun bölgesinin muayenesinde hareket kısıtlılığı, spazm ve gerginlik
değerlendirilmelidir. Ayrıca temporomandibüler eklemler hassasiyet, hareket
kısıtlılığı, asimetri ve “tıkırdama” açısından incelenmelidir.
Başağrısında
Yardımcı Tanı Yöntemleri
1.
Radyolojik incelemeler
Akut
sinüzit varlığında sinüs grafileri anlamlıdır, kronik sinüzitin başağrısı
nedeni olmadığı bilinmelidir. Artık çok seyrek kullanılan diğer direkt filmler;
fraktürleri, ayrık sütürleri, pineal gland itilmesini, dövme bakır görünümü
ile kafaiçi basınç artışını gösterebilir; intrakranyal kalsifikasyonlar, sella
büyüklüğü ve erozyonları konusunda bilgi verir. Ayrıca litik lezyonlar ile
hiperosteozis ve metastazları gösterebilir. Baziler invajinasyon konusunda
yardımcı olur.
Bilgisayarlı
tomografi (BT) ve manyetik rezonans görüntüleme
(MRG) daha önce belirtilmiş olan sekonder başağrısı kuşkusu olan durumlarda
istenir, primer başağrılarında gerekli değildir. BT akut başağrısında en kolay,
hızlı ve en çok kullanılan yöntemdir. Ayrıca, BT kronik başağrısında, subakut/kronik
subdural hematom ve hidrosefaliyi dışlamak konusunda yardımcı olur, beyin
ödemini gösterebilir. Diğer yandan öykü ve muayene KİBAS düşündürüyorsa,
lomber ponksiyon (LP) yapılmadan önce kitle etkisinin dışlanması amacıyla,
kafa travması söz konusuyla ve açık-kapalı kırıklar
varsa hızla BT yapılması uygun olabilir. MRG günümüzde birçok açıdan BT incelemesinin
önüne geçmiştir. MRG çeşitli sekanslarda farklı değerlendirmelere olanak
sağlayarak başlıca demiyelinizan lezyonlar, primer maligniteler ya da metastazlar,
özellikle arka çukur tümörleri ve inmeleri BT’ye kıyasla daha iyi gösterir.
2.
Lomber ponksiyon, kafaiçi
infeksiyon ve SAK tanılarını koymak amacıyla klinik şüphe varsa ense sertliği
ve ateş mevcudiyetinde yapılmalıdır. Post-LP başağrısı riski vardır. Görece
yeni tanımlanan bir tablo olan HaNDL (headache and neurological deficits
with cerebrospinal fluid lymphocytosis) sendromunda
da başağrısı ile birlikte geçici nörolojik defisitleri olan hastalarda LP
lenfositozu göstermek ve tanıyı desteklemek amacıyla yapılır.
3.
Diğer tanı testleri: Kan
sayımı, sedimentasyon hızı, elektrokardiyografi, tiroid fonksiyon testleri,
B12 düzeyi gibi rutin biyokimya araştırmaları başağrısının sekonder nedenlerini
ve hastanın genel durumunu araştırmak için yapılmalıdır. Elektroensefalografiye
başağrısında çok başvurulmaz. Eğer başağrısı epileptik ataklarla birlikte
ise yapılabilir. Pozitron emisyon tomografisi,
fonksiyonel MRG gibi çalışmalar ise migrenin patofizyolojisini açıklama yönünden
araştırmalarda kullanılan yöntemlerdir. Transkranyal magnetik stimülasyon
ve diğer elektrofizyolojik yöntemler de araştırma amaçlı uygulanmaktadır.
Başağrısının
şiddetinin ortaya konmasında daha net bir yaklaşımın kullanılması yararlıdır
ve kişinin kendi kendine doldurduğu Migren Kısıtlılığı Değerlendirme
(MIDAS) Sorgulama Formu Türkçe’ye adapte edilmiştir. Bu formla kişinin
günlük yaşamında kaybettiği gün sayısı (işe/okula gitmediği günler ve yüksek
oranda kısıtlanmanın yaşandığı günler) ölçülmektedir.
Başağrılı
bir hastanın takibinde başağrısı günlüğü kullanılması çok önemlidir,
bu günlükten tedavi sürecinin objektif olarak izlenmesinin dışında tanı için
de önemli ipuçları ve tetikleyici faktörlerin saptanması sağlanabilir (Şekil
2). Hastaya bir başağrısı günlüğü verilerek atak sayısı, süresi, kullanılan
ilaç ve ağrının tedaviye cevap verip vermediğinin yazılması ve şiddeti hafif,
orta, şiddetli şeklinde kaydetmesi istenir.
Şekil 2. Örnek
bir başağrısı günlüğü
SIK
RASTLANAN PRİMER BAŞAĞRILARI
MİGREN
Migren,
tüm başağrısı tipleri içinde doktora en fazla başvuru nedeni olan durumdur.
Migren tanısı için özel bir laboratuvar testi veya radyolojik inceleme yoktur.
İnsanlık tarihi kadar eski bir hastalık olan migren toplum için oldukça
önemli bir sağlık sorunudur, Dünya Sağlık Örgütü tarafından en çok kısıtlılık
yapan hastalıklar arasında ele alınmıştır. Kadınların yaklaşık %20'sinin,
erkeklerin ise %8'inin migrenli olduğu bilinmektedir. Atak sırasındaki olumsuz
etkileri dışında okul ve iş performansında düşme ve sosyal problemler gibi
kronik etkileri vardır.
Karakteristik
özellikleri tekrarlayıcı olması, atağın ilaçsız olarak 4 saatten fazla sürmesi
(ve 3 günden az), tek yanlı oluşu (%80 hastada), zonklayıcı olması, atak
sırasında sıklıkla ışıktan ve sesten rahatsızlık, merdiven çıkma gibi fiziksel
eylemlerle ağrıda artış, ağrıya sıklıkla bulantı veya kusmanın eşlik etmesi,
ağrının orta şiddette veya şiddetli olmasıdır. Migren çoğu kez öncesinde
bir nörolojik defisit olmaksızın ortaya çıkarken (aurasız migren), migrenli hastaların %10–15 kadarında
ağrıların hemen öncesinde 5–60 dakika arası süren, geçici nörolojik belirtiler
görülebilir (auralı migren). En sık
görsel (hemianopsi, beyaz ışıklar ya da kırık çizgiler görme gibi) veya dilde,
yüzde, kolda uyuşma, güçsüzlük, konuşmada bozulma gibi bulguların birkaçı
veya vertigo gibi diğer arka sistem bulguları, hatta uyanıklık kusuru şeklinde aura olabilir. Hemen ardından veya 1 saat içinde ağrı ortaya
çıkabilir ya da nadiren aurayı başağrısı izlemeyebilir. Migren atakları
çoklukla epizodik ataklar şeklinde gelirken, en az 3 aydır her gün veya
günaşırı olacak şekilde kronikleşmiş olarak da görülebilir. Bu durumda ayırıcı
tanıda İAKB de düşünülmelidir. Böyle bir durumda ağrı kesicilere en az 2
ay gibi bir süre ara verilmeden ağrıların kontrolü mümkün değildir ve ağrı
kesiciler aşırı kullanıldığı sürede yapılan profilaktik tedavi çabaları da
çoğu kez başarısızlıkla sonuçlanır. Tablo 3’te IHS sınıflamasındaki
ilgili bölümler özetlenmiştir.
Tablo
3. Uluslararası
Başağrısı Derneği: Migren Kriterleri (2018)
1.1.
Aurasız Migren
Tanım: 4-72 saat süren ataklarla kendini gösteren
tekrarlayan başağrısı. Başağrısının tipik özellikleri: Tek taraflı zonklayıcı
tarzda, orta şiddetli veya şiddetli olması, rutin fiziksel aktiviteyle kötüleşme
ve mide bulantısı ve/veya fotofobi ve fonofobinin eşlik etmesidir.
Tanısal kriterler:
A.
B-D kriterlerine uyan en az 5 atak
B.
4-72 saat
arası süren başağrısı atakları (tedavi edilmeden ya da tedavisi başarısız
olan)
C.
Başağrısı
aşağıdakilerden en az iki özelliği taşımalıdır:
1.Tek taraflı yerleşim
2.Zonklayıcı karakter
3.Orta şiddetli ya da şiddetli ağrı
4.Rutin fiziksel aktiviteyle kötüleşme ya da rutin
fiziksel aktiviteden kaçınmaya neden olma (örneğin: yürüme ya da merdiven
çıkma)
D.
Başağrısı
sırasında aşağıdakilerden en az biri görülür:
1.
Mide bulantısı
ve/veya kusma
2.
Fotofobi
ve fonofobi
E.
Sınıflamada
yer alan başka bir başağrısı tanısı ile açıklanamamaktadır.
1.2.
Auralı Migren
Tanım: Tam düzelen tek yanlı, görsel, duysal veya
merkezi sinir sistemi ile ilişkili diğer belirtilerle kendini gösteren, genellikle
basamaksı şekilde gelişen dakikalar süren yineleyici ataklar. Aura semptomlarını sıklıkla başağrısı ve migrenle ilişkili
belirtiler izler.
1.2.1.
Tipik Auralı Migren
Tanısal kriterler:
A.
B ve C
kriterlerine uyan en az 2 atak
B.
i.
Tam düzelen aşağıdaki aura semptomlarından en az biri görülür:
1.
Görsel
2.
Duysal
3.
Konuşma
ve/veya lisan bozukluğu
ii. Motor, beyinsapı
ve retinal semptomlar görülmez
C.
Aşağıdaki
özelliklerden en az ikisi:
1. 5 dakika ya da daha uzun sürede basamaksı ilerleme
gösteren en az bir aura semptomu, ve/veya birbirini izleyen 2 veya daha
fazla semptom görülür
2.
Her bir
aura semptomu 5 dakikadan uzun ve 60 dakikadan
kısa sürer
3.
En az
bir aura semptomu tek taraflıdır
4.
Aura sırasında
veya sonrasındaki 60 dakika içinde başağrısı başlar
D. Sınıflamada yer alan başka bir başağrısı tanısı
ile açıklanamamaktadır
1.2.2. Beyinsapı Auralı Migren
Daha önce kullanılmış terimler: Baziler arter migreni,
baziler migren, baziler tip migren.
Tanısal kriterler:
A.
B ve C
kriterlerine uyan en az 2 atak
B.
i.
Tam düzelen aşağıdaki beyinsapı semptomlarından en az ikisi görülür:
1. Dizartri
2. Vertigo
3.
Tinnitus
4.
Hipoakuzi
5.
Diplopi
6.
Duysal
defisitle ilişkilendirilmeyen ataksi
7.
Uyanıklık
düzeyinde azalma (GKS ≤13)
ii. Motor ve retinal
semptomlar görülmez
C.
Aşağıdaki
özelliklerden en az ikisi:
1. 5 dakika ya da daha uzun sürede basamaksı ilerleme
gösteren en az bir aura semptomu, ve/veya birbirini izleyen 2 veya daha fazla
semptom görülür
2.
Her bir
aura semptomu 5 dakikadan uzun ve 60 dakikadan
kısa sürer
3.
En az
bir aura semptomu tek taraflıdır
4.Aura sırasında veya sonrasındaki 60 dakika içinde
başağrısı başlar
D. Sınıflamada yer alan başka bir başağrısı tanısı
ile açıklanamamaktadır
1.2.3. Hemiplejik Migren
Tanısal kriterler:
A.
B ve C
kriterlerine uyan en az 2 atak
B.
i.
Tam düzelen motor güçsüzlük görülür
ii.
Tam düzelen
görsel, duysal bulgular ve/veya konuşma/lisan bozukluğu görülür
C. Aşağıdaki özelliklerden
en az ikisi:
1. 5 dakika ya da daha uzun sürede basamaksı ilerleme
gösteren en az bir aura semptomu, ve/veya birbirini izleyen 2 veya daha fazla
semptom görülür
5.
Her bir
aura semptomu 5 dakikadan uzun ve 60 dakikadan
kısa sürer
6.
En az
bir aura semptomu tek taraflıdır.
7.
Aura sırasında
veya sonrasındaki 60 dakika içinde başağrısı başlar
D. Sınıflamada yer alan
başka bir başağrısı tanısı ile açıklanamamaktadır
1.2.4. Retinal Migren
Tanısal kriterler:
A.
B ve C
kriterlerine uyan en az 2 atak
B.
i . Tam düzelen mono-oküler, pozitif ve/veya negatif görsel
belirtiler (sintilasyonlar, skotom veya körlük), atak sırasında aşağıdakilerden
en az biri ile doğrulanmış olmalı:
1.
Klinik
görme alanı muayenesi
2.
Hastanın
çizerek ifade ettiği mono-oküler görme alanı bozukluğu
ii. Aşağıdaki özelliklerden
en az ikisi:
1.
5 dakika
ya da daha uzun sürede basamaksı ilerleme görülür
2.
Semptomlar
5 dakikadan uzun ve 60 dakikadan kısa sürer
3.
Aura sırasında
veya sonrasındaki 60 dakika içinde başağrısı başlar
C.
Sınıflamada
yer alan başka bir başağrısı tanısı ile açıklanamamaktadır ve diğer amarozis
fugaks nedenleri dışlanmıştır
1.3. Kronik Migren
Tanım: Üç aydan daha fazla süre boyunca ve ayda
15 veya daha çok gün olan; ayda en az 8 gün migren özelliklerini taşıyan başağrısı.
Tanısal kriterler:
A.
Migren veya
gerilim tipi başağrısı benzeri, 3 aydan uzun süre boyunca ayda 15 veya daha
çok gün olan, B ve C kriterlerine uyan başağrısı
B.
Aurasız
migren kriterlerine uyan en az 5 veya auralı migren
kriterlerine uyan en az 2 atak geçirmiş hastada gelişmesi
C.
3 aydan
uzun süreyle, ayda en az 8 gün aşağıdaki özelliklerden herhangi birine uyması:
1.
Aurasız
migren kriterleri
2.
Auralı
migren kriterleri
3.
Hasta
tarafından başlangıçta migren olduğunun düşünülmesi ve triptan veya ergot
türevleri ile iyileşmesi
D.
Sınıflamada yer alan başka bir
başağrısı tanısı ile açıklanamamaktadır
Migrenden
söz edildiği zaman çoğunlukla başağrısı sadece şiddetli ağrı boyutu ile
değerlendirilmektedir. Oysa ağrı, migrenin sadece bir dönemi olup, migreni serebral disfonksiyona bağlı olarak şekillenen ve farklı
dönemler içinde ortaya çıkan bir semptomlar kompleksi
olarak ele almak daha uygundur. Migrenin bu dönemlerini, ağrı öncesinde
ortaya çıkan ve kişinin duygu durumunda veya kognitif işlevlerinde değişikliklerle
şekillenen, kimi zaman da otonom ve sistemik belirtilerinin eşlik ettiği premonitör semptomları içeren prodrom dönemi, varsa aura dönemi, ardından
ağrının başlaması, ağrının yaşandığı dönem ve ağrının sonlanması ile şekillenen
“ağrı” dönemi ve son olarak da postdrom dönemi olarak sıralayabiliriz (Tablo 4).
Hastadan iyi bir öykü alındığında migrenlilerin yaklaşık %50-60’ında prodrom
belirtilerinin bir ya da daha fazlasıyla karşılaşıldığı görülecektir.
Tablo
4. Migrenin
Prodrom Döneminde Rastlanabilen Semptomlar
Nöropsikolojik
semptomlar |
Aşırı duyarlılık-tepkisellik,
depresif duygu durumu Öfori, nadiren
hiperaktive Durgunluk/donukluk,
konsantrasyon ve dikkatte azalma, düşüncede
yavaşlama Kelime bulma
güçlüğü, konuşurken takılma Artmış ışık,
ses, koku duyarlılığı Esneme, uyuma
isteği |
Sistemik/otonom
semptomlar |
Ense sertliği Halsizlik Açlık, tatlı
yeme isteği, iştah artışı veya iştahsızlık Aşırı su içme,
vücutta su tutulması, sık idrara çıkma Karında şişlik
hissi, kabızlık veya ishal hali Göz yaşarması |
Migren
Patofizyolojisi
Migren
patofizyolojisi genellikle
santral serotoninerjik ve adrenerjik ağrı modüle
eden sistemleri içine alan nörovasküler teoriye göre açıklanmaya çalışılır.
Nörojenik inflamasyonun migren ağrısından sorumlu olduğu ve trigeminovasküler
sistemin aktive olduğu düşünülmektedir. Eskiden patofizyolojik açıklama olarak
vasküler başağrısının damarların dilatasyonu ile ortaya çıktığı düşünülüyordu.
Wolf’un ilk çalışmaları ağrıya duyarlı intrakranyal yapıları göstermiştir.
Bu yapılar venöz sinusler, dural, meningeal ve diğer arter ve venler, Willis
polligonu yapan büyük arterlerin proksimal kısımları, 5., 7., 9. ve 10. kranyal sinirler ve üst servikal sinirlerin
ağrıya duyarlı lifleri, kafa tabanındaki dura-materin damarlara komşu parçaları,
paranazal sinus mukozaları, dişler, kaslar, deri ve deri altı dokusudur. Beyin
parankiminin ağrıya duyarlı olmadığı, cerrahların yaptığı araştırmalar sonucunda
bildirilmiştir. Hipotalamusun oreksin sisteminin migren ve küme başağrısındaki
otonom belirtilerin gelişmesinde potansiyel rolü üzerinde de durulmaktadır.
Premonitor döneme ilişkin PET çalışmaları bu fazda, limbik sistemle merkezi
ilişkisi bilinen posterior ve lateral hipotalamus ile komşu mezensefalonun
ventral tegmentum bölgesinde aktivasyon göstermiştir.
Şekil 3. Başağrısı
patofizyolojisinde önem taşıyan yapılar şekilde gösterilmiştir. Korteks,
talamus (Tal), hipotalamus (Ht), limbik sistem ve periakuaduktal gri madde
(PAG) başta olmak üzere beyinsapı yapıları arasında yoğun bağlantılar bulunmaktadır
ve bu yapılar trigeminoservikal kompleks ile bağlantılıdır.
Migren
oluşumunda kortikal aktivite varlığı bugün kabul gören bir görüştür. Migrene
bağlı kan akımı değişiklikleri ve fonksiyonel MRG sinyali kortikal yayılan depresyon olarak bilinen, Leao tarafından
tanımlanmış tabloyla benzer zamansal (2–6 mm/dakika hızıyla yayılma) ve yerleşimsel
özellikler göstermektedir. Kortikal yayılan depresyon glial ve nöronal membranlarda
aşırı bir depolarizasyon ile iyonik akımların bozulması, hücre dışı potasyumun
artması, glutamat salınımı ve bunu izleyen geçici artışı izleyen serebral
kan akımı azalması ile karakterizedir. Kortikal yayılan depresyonun auranın
altında yatan temel mekanizma olduğu kanıtlanmıştır, ancak hala tam açıklığa
kavuşmamış sorular vardır. Anahtar rolü olan glutamat salınımının hücre içine
Ca2+ girişine neden olması voltaj kapılı Ca2+ kanalları
ile ilişkili mutasyonların rol oynadığını gösterirken, sinaptik aralıktan
transporter aracılı taşınma için ise sodyum–potasyum-ATPaz (Na+–K+-ATPaz)
pompasının devreye girdiği bilinmektedir.
Migrenli
olgularda normallerle kıyaslandığında transkranyal magnetik stimülasyonla
fosfen oluşma eşiğinin düşük veya değişken olması altta yatan bilinmeyen
yatkınlık faktörlerine işaret etmektedir. Migren patofizyolojisinde beyinsapı
mekanizmalarının da katkısı olduğu kesindir. Bulantı, otonom semptomlar gibi eşlikçiler bu yapılardaki değişik sinyallerden
kaynaklanmaktadır. Dorsolateral pons ve mezensefalon, PET çalışmalarında
aktivite görülen yapılardır ve periakuaduktal gri madde (PAG) de önem taşımaktadır.
Trigeminal
yolak ya da trigeminovasküler sistem burada tutulan ana yapıdır. Kalsitonin
geni ile ilişkili peptid (CGRP) denen serebral otoregülasyonda önemli rolü
olan nöropeptidin migren atağı sırasında arttığı ve bu sistemin aktivasyonunda
rol oynadığının gösterilmesi son yıllardaki önemli gelişmelerdendir ve erenumab,
fremanezumab gibi yeni tedavi stratejilerine yön vermiştir. Periferik trigeminal
duysal yapılardan ikincil nöronlara nosiseptif duysal iletim, başta CGRP olmak
üzere pituiter adenilat siklaz aktivatör polipeptid-38 (PACAP-38), glutamat
ve nitrik oksid yoluyla olmaktadır. Trigeminal nosiseptif nöronların dışında
astrositlerin etkisiz elemanlar olmayıp dalgalar yoluyla migren mekanizmalarında
katkısı olduğu da bazı çalışmalarda savunulmuştur. Trigeminal duysal nöronları
etkileyenin, mekanik basın ve iyonik değişimlerin (artmış K, artmış osmolarite,
azalmış pH gibi) yanı sıra substans P, bradikinin, endotelin ve CGRP gibi
peptidler ve glutamat, serotonin, histamin, ATP, adenozin gibi nörotransmitterler
olduğuna inanılmaktadır. CGRP düzeyi kronik migrenlilerde ataklar arasında
da yüksek olmaya devam etmektedir. Nitrik oksit vasküler hücrelerden konstriksiyon
sırasında salınan ve önemli rol oynayan maddelerden biridir. İnen ve çıkan
ağrı kontrol sistemleri, beyinsapı kan damarlarını inerve eden çıkan serotoninerjik
sistemi (midbrain raphe) içerir ve talamusa, hipotalamus ve kortekse doğru
yayılır. Bu sistem hem uyku hem de nöroendokrin kontrolü sağlar. İnen ağrıyı
modüle eden serotoninerjik sistem, beyinsapının
PAG kısmından başlar, medullanın rafe magnusuna ulaşır ve medulla spinalisin
dorsal boynuzunda sonlanır. PAG’nın stimülasyonu insanda potent analjeziyi
ortaya çıkarır. Noradrenerjik ağrı kontrol sistemi ponsun lokus seruleusundan
kaynaklanır. İnen nöronlar medulla spinaliste sonlanır. Çıkan noradrenerjik
sistem, lokus seruleustan başlar, mikrosirkülasyonu inerve eder ve serebral
kortekse yayılır. Merkezi sinir sistemi periferik ağrı reseptörlerinden gelen
ağrıyı modüle eden sistemler yoluyla gelen uyarıları
kontrol eder. Serotoninerjik sistemde 5-HT (5-hidroksi triptamin) adrenerjik
sistemde olduğu gibi, enkafalin nöronlarıyla etkileşir. Norepinefrini, GABA
içeren internöronlar kullanılır. Primer duysal nöronlardan uyarılar yalnızca
MSS’ne değil perifere de gider. Periferik trigeminal nöronlar da sensitizasyon
fenomeni gösterirler, aljezik bir uyarana maruz
kalınca aynı veya farklı uyaran için cevap eşiği düşmektedir.
Çeşitli
yöntemlerle yapılan elektrofizyolojik çalışmalar, uyarılmış potansiyellerin
kullanıldığı araştırmalar migrende MSS uyarılabilirliğinin arttığını kanıtlamaktadır.
Migrenlilerde kontrollere kıyasla “habituasyon” yanıtının yani tekrarlanan
uyarılara verilmesi beklenen azalmış yanıtın kaybolduğu hatta yanıtlılığın
arttığı görülmektedir. Bu habituasyon kaybı ataklar arasında saptanırken hemen
atak öncesinde ve atak sırasında normale dönmektedir.
Fonksiyonel
görüntüleme çalışmaları da migrenli beynin interiktal dönemde bile aşırı
yanıtlı olduğunu göstermiştir. Ayrıca devamlı hale gelmiş sensitizasyon sonrası,
benzer tetiklerle daha düşük eşiklerde ağrı gelişimi yani bir çeşit ağrı belleğinin
oluşması da nöral plastisite olarak yorumlanmaktadır. Fonksiyonel MRG çalışmalarında
ağrı sıklığı arttıkça ağrıyı kolaylaştıran matrikste dinlenim durumu ağında
artmış konnektivite saptanmaktadır.
Bugün
için araştırılan önemli bir soru genetik olarak belirlenen iyonik dengesizliklerle
ilişkili aura fazı sonrasında hangi mekanizmaların trigeminovasküler sistemi
aktive ettiğidir. Son yıllarda kortikal yayılan depresyonun inflamatuar bir
yolağı aktive ederek ve pannexin-1 megakanallarını açarak meningeal nosiseptörleri
uyardığı gösterilmiştir. Pannexin-1 aktivasyonu (high mobility group B1 (HMGB1))
yoluyla parenkimal inflamasyonu uyarmaktadır.
Bir
diğer önemli soru da, kan beyin bariyeri bozulmadığı halde perfierik mekanizmaların
nasıl etkili olduğudur. Bununla birlikte anti-CGRP monoklonal antikorların
etkisi periferik mekanizmaları desteklemektedir; fremanezumab ve diğer antikorlar
Aδ liflerini dolayısıyla santral yüksek eşikli nöronları etkilemektedir.
Migren
Genetiği
Son
yıllarda başağrısı, özellikle de migren genetiği konusunda önemli gelişmeler
olmuştur. Bugün için migren, genetik faktörlerin çevresel faktörlerle etkileşim
gösterdiği kompleks çok genli (poligenik) bir
hastalık olarak kabul edilmektedir. Auralı migrende genetik faktörlerin aurasız
migrene göre daha fazla rolü olduğu konusunda çeşitli bulgular vardır. Sorumlu
lokuslar ve yatkınlık genlerinin tam olarak hangileri olduğu ve sayısı henüz
bilinmemektedir. Migrenin ailesel özellik gösterdiği uzun zamandır bilinmekte
ve deneyimli klinisyenler tarafından tanıya yardım amacıyla bile kullanılmaktaydı.
Buna karşın yoğun araştırmalara rağmen şu an için sadece migrenlilerin çok
küçük bir oranını oluşturan ve karakteristik bir klinik tablo olan ailesel hemiplejik migrenin (familyal hemiplejik
migren (FHM)) genleri bulunabilmiş, ancak çok daha sık görülen aurasız
migren formlarının genlerine henüz ulaşılamamıştır. Otozomal dominant tipte
genetik geçiş gösteren tek genli (monogenik) bu auralı migren formunun kalsiyum
kanalı (CACNA1A), Na-K-ATPaz pompası (ATP1A2)
ve sodyum kanalı (SCN1A) ile ilişkili bazı genlerdeki mutasyonlardan
kaynakladığı kesin olarak kanıtlanmıştır. Bu veriler de migrenin bir kanalopati,
yani iyon kanal hastalığı olduğu görüşünü desteklemektedir. Bu mutasyonları
taşıyan bazı aile bireylerinde aurasız migren ya da tamamen normal fenotip
bulunabilmesi olayın diğer ilginç bir boyutudur.
Notch3
mutasyonu saptanan serebral otozomal dominant arteryopati, subkortikal infarktlar
ve lökoensefalopati ile giden CADASIL gibi bazı nadir genetik tablolarda da
migren çok sık rastlanan ve bazen ilk dikkati çeken yakınmadır.
Öte
yandan bu genlerin sık rastlanan diğer migren fenotipleri için birkaç olgu
dışında anlamlı bir yatkınlık oluşturmadıkları
görülmüştür. Yapılan bağlantı analizi çalışmalarında çok farklı kromozomlar
üzerinde birbirinden bağımsız bağlantı bölgeleri gösterilmiştir. Saptanan
44 bağımsız tek nükleotid polimorfizminin migrenle ilişkili olduğu gösterilmiştir
ve bunlar 38 farklı genomik lokusde yer almaktadır.
Bazı
çalışmalarda elde edilen sonuçlar izleyen diğer çalışmalar tarafından, metodolojik
nedenlerle ve daha da önemlisi etnik farklılıklar nedeniyle doğrulanamamıştır.
Aday olarak kabul edilebilen genlerde çok sayıda yapılmış olan polimorfizmlerle
ilişkilendirme çalışmaları mevcuttur, ancak bunların da önemi net değildir.
Son genetik veriler, CSNK1D, MEF2D, TGFBR2, PHACTR1, ASTN1, TRPM8, LRP1 gibi
birçok farklı genle ilişkinin bulunduğu yönündedir. Bu genlerin çoğu glutamaterjik
iletimde görevlidir ve migrende saptanmış olan artmış kortikal eksitabiliteyle
bağlantılı olabilir.
Migren
genetiği araştırmalarının gelecekte sık rastlanan ve ağır formların genlerini
aydınlatması, spesifik tanı ve tedavi beklentisi
açısından önem taşımaktadır.
Bazı
Özel Migren Tipleri
Kronik
Migren
Uluslararası
Başağrısı Derneği başağrısı sınıflama komitesinin 2018 yılında yayınladığı
tanı kriterlerine göre kronik migren; aurasız ve auralı migrenden sonra 1.3 kodlamasıyla üçüncü migren tipi olarak sınıflamada
yerini almıştır. Hastanın en az 3 ay süreyle, ayda 15 veya daha fazla gün
başağrısı yaşaması ve bu başağrılarından en az 8 gününün migren özellikleri
taşıması kronik migren olarak tanımlanmaktadır (Tablo 3). Auralı ya da aurasız
ataklar olabilir ve başağrısına bağlı kısıtlılığı en yoğun yaşayan gruplardandır.
Başağrısı migren veya gerilim tipi özelliklerini gösterebilir. Genellikle
yoğun olarak ağrı kesici kullanımı söz konusudur. Hemen hergün başağrısından
yakınan bu hastaların klinik tablolarını anlayabilmek ve ayırıcı tanı yapabilmek
için başağrısı günlüğü mutlaka gereklidir. Ayırıcı tanıda sekonder başağrılarının
yanı sıra kronik gerilim tipi başağrısı, yeni başlangıçlı günlük ısrarcı başağrısı
ve İAKB de dikkatle sorgulanmalıdır. Kronik migrenli hastaların bir kısmında
hem kronik migren hem de İAKB birlikte olabilir. Ama ilaç aşırı alımı engellendiğinde
epizodik migren atakları geri dönüyorsa esas tanının İAKB olduğu düşünülmelidir.
Oysa ilaçların düzenlenmesine rağmen kronik süreç devam ediyorsa altta yatan
nedenin kronik migren olduğu anlaşılır. Kronik migren tanılı hastalar genellikle
analjezik tedavilere dirençlidirler. Kronik migren grubunda botulinum toksin
uygulama endikasyonu olan olgular yer alır.
Vestibüler
Migren (Migrenöz Vertigo)
Son
sınıflamada apendiks bölümünde yer alan ve henüz bir migren alt tipi olarak
yayınlanmayan bu tanı gün geçtikçe klinisyenlerin dikkatini çekmeye devam
etmektedir. Migren tanılı hastaların yaklaşık %10’unda vestibüler migren
tanısı için yeterli bulgular olduğu bildirilmektedir. Baş dönmesinin özelliklerini
gözden geçirdiğimizde gerçek vertigo olabileceği gibi, “dizzines” şeklinde
nonspesifik ya da sadece pozisyonel olarak ortaya çıkabilmektedir. Vertigo
süresi ise oldukça değişkendir, dakikalar ya da günler boyunca sürebilir.
Migren ile ilişkili semptomların vertigo ile
ilişkisi de değişkendir. Bu semptomlar vertigodan
önce, sonra ya da eş zamanlı olarak ortaya çıkabilir. Migren tanılı bir olguda
vestibüler migren tanısı için vertigo ataklarına başağrısının eşlik etmesi
zorunlu değildir. Geçici işitsel semptomlar, bulantı,
kusma ve araç tutması sıklıkla vestibüler semptomlara eşlik eder.
Bu
klinik tablonun tanısının anlaşılması kadar olası eşlik edebilecek santral
ve periferik vestibüler sistem hastalıklarının dışlanması da önemlidir. Vestibüler
migren tanısı ile hastaya tedavi seçeneklerini sunmadan önce ayrıntılı olarak
kulak burun boğaz muayenesi ve işitme testlerinin yapılmış olması gereklidir
(Bakınız: vertigo).
Menstrüel
Migren
Kesin
tanımlamalar değişmekle birlikte menstrüel migren tanımı perimenstrüel dönemde
oluşan migren ataklarını tanımlamaktadır. Klinik gözlemler, migren başağrılarının
menstrüel dönem öncesinde daha sık ve daha şiddetli olduğunu ortaya çıkarmıştır.
Bu başağrıları diğer migren başağrılarının cevap verdiği tedavilere dirençli
kalabilir, uzayabilir ve çok daha şiddetli olabilir. Menstrüasyon sırasında
migren atakları sık görülmesine karşın, eğer atakların %90’ı menstrüasyon
sırasında oluyorsa bu menstrüel migren adını alır. Başağrısının menstrüel
migren olarak tanımlanabilmesi için atakların %90’ının adetten önceki 2 gün
ve adetin son günü arasında olması gerekmektedir.
Migren riski adetin ilk 3 günü daha fazladır. Bu
tablonun altında östrojene ilişkin döngülerin yattığı düşünülmekle birlikte
net olarak kanıtlanmış bir mekanizma yoktur.
Migren
ve Komorbiditeler
Depresyon:
Migren prodromu, atak dönemi ve ikisi arasındaki dönemlerde psikiyatrik semptomların sık görüldüğü bildirilmiştir. Liveing 1873
yılında depresyon ve yorgunluğu migrenin tipik özellikleri olarak tanımlamıştır.
Wolf migrenli hastalarda, karakteristik özellik olarak, aşırı fiziksel yorgunluk
ve apatinin bulunduğunu kaydetmiştir. Migren ile depresyon arasındaki ilişki
gözden geçirildiğinde dikkate değer bir benzerlik olduğu görülmektedir. Her
iki bozukluk da kadın ve genç erişkinlerde daha sıktır, ırk ve sosyal sınıf
açısından benzer bir dağılım gösterir. Farklı incelemelerde, her iki bozukluk
için de benzer prevalans görülmektedir. Bu bulguların ve yapılan az sayıdaki
çalışmaların ışığında migren ve depresyon etyolojik olarak ilişkili bulunmuştur.
Bu nedenle ya ortak bilinmeyen patolojik mekanizmaları paylaşmaktadırlar ya
da bozukluklardan birisinin diğerine yol açması veya onun gelişmesine neden
olması şeklinde bir sebep-sonuç ilişkisi söz konusudur. Migren hastalarında
depresyonu tanımak ve tedavi etmek önemlidir. Çünkü depresyon, migrenin kronikleşmesi
olasılığı için önemli bir göstergedir ve bu hastalarda migren ilaçlarına direnç,
ilaç aşırı kullanımı gelişmesi ve artmış özürlülük ile ilintilidir. Ayrıca
migrenlilerde bipolar bozukluk, anksiyete ve posttravmatik stres bozukluğu
da daha sık bildirilmektedir. Psikiyatrik bozuklukların eşlik ettiği migren
olgularında tedavi başarısının da daha kötü olduğu gözlenmiştir. Bunun dışında
da kronik ağrı, başağrısı ve depresyon arasındaki ilişki, psikiyatrik ve psikososyal
açıdan ayrıca gözden geçirilmesi gereken bir konudur.
İnflamatuar
Barsak Hastalıkları:
Temel olarak gastrointestinal sistemi etkileyerek karın ağrısına yol açabilen
kronik sistemik inflamatuar bir hastalık grubudur. Toplum geneliyle karşılaştırıldığında
migren sıklığının bu hastalarda daha fazla olduğu görülmüştür ve prevalansın
iki kat artış gösterebildiğini bildiren çalışmalar vardır. Bu iki hastalık
grubunun birlikteliği, inflamatuar barsak hastalığında oluşan inflamasyonun
migren ağrılarını kolaylaştırıcı etkisi olduğu görüşü ile açıklanmaktadır.
Hastalık alevlenmesi riski nedeniyle bu hastalardaki akut migren atağı tedavisinde
nonsteroidal anti-inflamatuar (NSAİ) analjezikler kullanılmamalı, birinci
basamak tedavide triptanlar tercih edilmelidir.
Fibromiyalji:
Migren hastalarının yaklaşık üçte birine fibromiyalji de eşlik etmekte olup,
bu iki ağrılı durumun birlikteliği bazı patofizyolojik süreçlerin ortak olduğu
görüşünü desteklemektedir. Üstelik bu iki hastalığın birlikte olduğu bireylerde
diğer medikal ve psikiyatrik komorbiditelerin de çok daha fazla görüldüğü
bildirilmiştir. Klinik pratikte migren ve fibromiyalji birlikteliği akılda
tutularak, tedavi planlamasında buna uygun yaklaşılmalıdır.
Epilepsi:
Migren ve epilepsi de bazı ortak patofizyolojik mekanizmaları paylaşan hastalıklardır
ve genetik çalışmalarla aralarındaki bağlantı gösterilmiştir. Her ikisi de
beyin fonksiyonlarında geçici değişimlere yol açarlar ve zamansal açıdan birliktelik
gösterebilirler. Özellikle çocukluk çağında görülen abdominal migren ile
abdominal epilepsi arasında bir ilişkinin bulunduğu belirtilerek ayırıcı
tanıda bu olasılığın akla gelmesi önerilmektedir. Bunun
yanı sıra oksipital paroksizmli selim çocukluk çağı epilepsilerinde de başağrısı
görülebilmekte ve görsel aura ile birlikte iktal EEG değişiklikleri kaydedilmektedir
(Bkz: Epilepsi). Önceden auralı migren tanısı almış hastalarda,
başağrısı sırasında EEG’de epileptiform bulguların görülmesi durumunda ise
migren aurasıyla tetiklenen nöbet düşünülmelidir. Migren
tipi başağrısı, epileptik bir belirti olarak ortaya çıkar ve EEG’de epileptik
bir nöbet paterni ile birliktelik gösterirse iktal epileptik başağrısı
olarak tanı almaktadır. Postiktal başağrısı ise epilepsi
hastalarında en sık görülen peri-iktal başağrısıdır. Burada ağrı epileptik
nöbetten sonra en geç 3 saat içinde başlamakta ve nöbet bittikten sonraki
72 saat içinde iyileşmektedir. Epilepsi ile birliktelik durumunda migren
başağrısında profilaksi endikasyonu da varsa, teratojeniteleri başta olmak
üzere yan etki profilleri göz önüne alınarak, benzer
şekilde valproat ve topiramat seçenekleri kullanılabilir.
İnme:
Migren hastaları arasında özellikle auralı migreni olanlarda vasküler olaylar
daha sık görülmektedir. Migren, özellikle inme ve miyokard infarktüsü gibi
vasküler patolojiler için bir risk faktörü olarak kabul edilmekte, altta yatan
olası mekanizmalar arasında endotelyal işlev bozukluğu, hiperkoagülabilite,
vazospazm, yayılan kortikal depresyon, genetik özellikler veya immobilizasyon
gibi faktörler sıralanmaktadır. Auralı migrende, özellikle kadın hastalarda,
ak madde lezyonları daha sık görülmekte olup sessiz infarkt gelişimi riski
de yüksek bulunmuştur. Bunun yanı sıra, bu hastalarda gelişebilen bir diğer
patolojik durum olan migrenöz infarkt, auralı migren atağının
bir komplikasyonu olarak kabul edilmektedir.
Uluslararası
Başağrısı Derneği’nin (IHS) 2018 Sınıflamasında tipik bir auralı migren
atağı sırasında başlayan, nörogörüntüleme ile uygun vasküler alanda gösterilen
iskemik beyin lezyonuyla ilişkili bulunan bir veya daha fazla migren aurasının
varlığı migrenöz infarkt olarak tanımlanmaktadır.
Tanı
kriterleri aşağıdaki gibidir:
B
ve C kriterlerine uyan migren atağı
Bir
veya daha fazla aura semptomunun 60 dakikadan
uzun sürmesi dışında önceki atakları tipik olan auralı migreni olan bir hastada
gelişmiştir
Nörogörüntüleme
incelemeleri ilgili alanda iskemik infarkt göstermektedir
Sınıflamada
yer alan başka bir başağrısı tanısı ile açıklanamamaktadır.
Migren
Tedavisi
Migren
nedeniyle hastaların hayat kalitesi belirgin derecede düşer, atakların tedavi
edilmesi çoğunlukla gereklidir. Ayrıca tablonun sıklığı
ile birlikte düşünüldüğünde migren atağı sırasında hastanın işini yapamaz
duruma gelmesi toplumsal anlamda da kayıplara yol açmaktadır. Migren tanısı
koyulduktan sonra hastaya migrenin hayatı tehdit eden bir beyin hastalığı
olmadığı ve tedavisinin belli bir düzene göre ve hekimle işbirliği içinde
yapılması gerektiği açıklanmalıdır. Son yıllarda yapılan epidemiyolojik çalışmalar
özellikle auralı migrenin 45 yaş altı kadınlarda artmış bir iskemi riski (3,8-6,2
kat) yarattığını göstermiştir. Bu durum sigara ve diğer risk faktörleri bulunduğunda
artmaktadır ve bu nedenle hastalar bilgilendirilmelidir. Migrenli olgularda
sessiz infarktların ve sessiz ak akmadde lezyonlarının da artmış olduğu gösterilmiştir
(Şekil 4).
Şekil 4. Migrenli
olgularda normallere göre daha sık rastlandığı bildirilmiş olan ve tam olarak
önemi bilinmeyen beyaz madde lezyonları bazen ciddi boyutlara ulaşabilmektedir.
Auralı migreni olan bu olguda hatalı olarak multipl skleroz tanısı ile araştırmalar
yapılmıştı.
Karanlık
ve sakin bir odada, buz paketi koyarak dinlenmek ağrının giderilmesini kolaylaştırır.
Eğer uyunabilirse genellikle hasta ağrıdan kurtulmuş olarak uyanır. Hastalığı
tetikleyen faktörlerden kaçınma, öğün atlamama, uyku saatlerinin düzenli olmasının
sağlaması gibi bazı basit tedbirlerle ağrının sıklığı azaltılabilir.
Migrenin
İlaçla Tedavisi
Migrende
ilaç tedavisi ataklardan korunmaya yönelik “profilaktik” veya önleyici/koruyucu
tedavi ve atağın ağrı, bulantı, kusma gibi yakınmalarının giderilmesine
yönelik “atak (akut/ağrı) tedavisi” olarak iki şekilde yapılır. Profilaktik
tedavi belirli bir süre boyunca düzenli ilaç kullanarak ağrı sıklığını ve
şiddetini azaltılmaya yöneliktir. Migren tedavisi herkese aynı şablonun
uygulanmadığı, her hastaya özel olarak karar verilmesi gereken bir tedavi
şeklidir.
Atak
Tedavisi (Tablo
5a ve b)
Atak
tedavisinde hafif ve orta şiddetli ataklarda aspirin, asetaminofen, naproksen,
etodolak veya ibuprofen gibi ağız yolu ile alınan basit ve NSAİ analjezikler
veya kafein ile kombine edilmiş analjezikler etkilidir. Ancak kombine ilaçlardan
kaçınmak tercih edilmelidir. Sık ataklı olgularda (ayda beşden fazla) analjezik
kullanım sınırları belirlenmeli ve hasta İAKB konusunda uyarılmalıdır.
Migren
için özel olan atak tedavisinde ergot preparatları ve triptan grubu (sumatriptan, eletriptan, rizatriptan, frovatriptan
gibi) gibi tedaviler önemli bir yer tutmaktadır. Ergo türevi ilaçların uzun
süreli kullanımda daha da belirginleşen genel damar daraltıcı riskleri, çok
daha ucuz olmalarına karşın, bu tip yan etkileri taşımayan seçici serotoninerjik
ilaçlar olan triptanların günümüzde migren spesifik
ilaçlar olarak ergo türevlerine tercih edilmelerine neden olmuştur. Triptanlar
5HT1B ve1D reseptör agonistidir. Şiddetli bir atak için NSAİ ilaç kullanmadan
doğrudan triptanlar tercih edilebilir. Bulantısı çok belirgin olduğu için
oral alamayan hastalarda kas içi ve damardan enjeksiyonlar
dışında hastanın kendine uygulayabileceği deri altı injeksiyon şeklinde ve
nazal sprey şeklinde de triptan grubu ilaçlar üretilmiştir. Bu ilaçlar hastanın
her atakta doktor başvurusu yapmaktan kurtulması açısından çok önem taşımaktadır.
Atak
tedavisinde opiodlerin ve kortikosteroidlerin yeri yoktur. Anti-emetikler
ise yararlı kabul edilmektedir, NSAİden 20 dakika önce alınmaları hem bulantıyı
giderir, hem de mideden emilimi arttırır, ayrıca hafif ağrı giderici etkileri
de olduğu ileri sürülmektedir. Metoklopramid (10-20 mg oral veya İV, İM) ve
domperidon (20-30 mg) kullanılabilir; QT uzaması, distoni ve diskinezi riski
açısından dikkatli olunmalıdır.
Atak
tedavisinde ilaçların başağrısı başlangıcında mümkün olduğunca erken alınması
önerilmektedir. Migren tedavisinin hastanın yaşam kalitesini yükseltmeye
yönelik olduğu unutulmamalı ve tedavi her hastanın durumuna ve özel gereksinimlerine
göre yönlendirilmelidir. Örneğin uyuyarak atağını geçirebilen ve ilaç almayı
sevmeyen ya da yan etki gören bir hastaya diğerlerine iyi gelen bir analjeziği
alması için ısrar etmek uygun değildir.
Tablo
5A. Migren
atak tedavisinde günümüzde sık kullanılan bazı özgül olmayan ilaçlar
İlaç |
Önerilen Doz |
Etkinlik Düzeyi |
Olası veya
Sık Yan Etki |
Tercih edileceği
Komorbid Durum |
Olumsuz Komorbid
Durum veya Kontrendikasyon |
Asetil salisilik
asit |
1000 mg |
++ |
Gastrointestinal
sistem yan etkileri, kanama eğilimi |
Koroner arter
hastalığı, geçici iskemik atak |
Böbrek hastalığı,
karaciğer hastalığı, peptik ülser, gastrit, kanamalı durumlar |
Parasetamol
(+Kafein) |
500-1000 mg |
?+ |
Nadir (karaciğer,
kan ve deri) |
Gebelik |
Karaciğer
hastalığı |
Naproksen |
550-1100 mg |
++ |
Gastrointestinal
sistem yan etkileri |
Artrit ve diğer
ağrılı durumlar |
Ülser, gastrit |
Metamizol
oral ve İ.V. |
1000mg |
+ |
Hipotansiyon
Agranülositoz, |
- |
Porfiri, kan
diskrazileri, glikoz 6P dehidrogenaz eksikliği |
Diklofenak
|
50-100 mg |
++ |
Gastrointestinal
sistem yan etkileri |
Artrit ve
diğer ağrılı durumlar |
Ülser, gastrit,
ürtiker, kolit, karaciğer ve böbrek yetmezliği |
Flurbiprofen |
100-300 mg |
++ |
Gastrointestinal
sistem yan etkileri |
Romatizmal
hastalıklar, dismenore |
Renal ve hepatik
fonksiyon bozukluğu, sıvı retansiyonu, ödem |
İbuprofen |
200-8000 |
++ |
Gastrointestinal
sistem yan etkileri |
Romatizmal
hastalıklar, dismenore |
Renal ve hepatik
fonksiyon bozukluğu, sıvı retansiyonu, ödem |
Tablo
5B. Migren
atak tedavisinde günümüzde sık kullanılan bazı özgül ilaçlar
İlaç |
Önerilen Doz |
Etkinlik Düzeyi |
Olası veya Sık
Yan Etki |
Tercih edileceği
Komorbid Durum |
Olumsuz Komorbid
Durum veya Kontrendikasyon |
Eletriptan
(Oral) |
40 mg |
+++ |
Ateş basması,
kırgınlık, halsizlik, asteni, sersemlik hali, baş dönmesi, bulantı,
göğüste basınç, sıkıntı hissi ve ağrı |
Yok |
Baziler tip
migren, hemiplejik migren, periferik arter hastalığı, Prinzmetal anjinası,
kontrol edilemeyen hipertansiyon |
Naratriptan
(Oral) |
2,5 mg |
+ |
|||
Sumatriptan
(Oral) Sumatriptan
(Subkütan) Sumatriptan
(Nazal) |
50-100mg 6 mg 20mg |
+++ ++++ |
|||
Zolmitriptan
(Oral, nazal) |
2,5 mg |
+++ |
|||
Rizatriptan |
10 mg |
+++ |
|||
Frovatriptan* |
2,5 mg |
++ |
*Frovatriptan
daha uzun etkilidir ve perimenstrüel migrende koruyucu tedavide kullanılabilmektedir.
Özellikle
hemiplejik migren, baziler migren ve uzamış auralı migren hastalarında vazokonstriktör
ilaçlar kullanılmamalı veya sınırlı tutulmalıdır. Auralı migren olarak adlandırılan ataklarda, ağrı başlamadan önce
aura döneminde verilen triptan grubu ilaçların etkisiz kalacağını bilmek önemlidir.
Bir diğer önemli bilgi de migrenlilerde allodini durumu geliştiğinde artık
triptana cevabın kaybolmasıdır.
Profilaktik
Tedavi
Atak
tedavisine yeterli cevap vermeyen ve/veya atak tedavilerinin yan etkilerinin
tolere edilemez düzeyde olduğu, ayda 5’den fazla sayıda migren atağı geçiren
hastalarda profilaktik tedavi indikedir. Ayrıca 48 saatten uzun süren migren
atakları, hasta tarafından subjektif olarak dayanılmaz şiddette bulunan migren
ağrıları ve komplike migren atakları (hemiplejik
migren, baziler migren, uzamış auralı migren, migrenle ilişkili infarkt gibi
nadir durumlar) yüksek oranda profilaksi gerektirir. Migrene bağlı kayıpların
(işgücü, sosyal yaşam) yani kısıtlılığın düzeltilmesi ve yaşam kalitesinin
yükseltilmesi de tek başına profilaksi indikasyonu kabul edilmelidir.
Koruyucu
tedavide kullanılan ilaçlar migren atak sıklığını ve şiddetini azaltırlar
ve migren sıklığının yüzde ellinin üstünde azalması tedavinin etkinliğini
gösterir. Profilaktik ilaçlar düşük dozlarda başlanarak yavaş yavaş arttırılır
ve etkinliği değerlendirebilmek için iki üç ay beklemek ve etkin dozda en
az 6 ay tedaviye devam etmek gerekir. Profilakside kullanılan ilaçlar çeşitli
gruplardandır, örneğin hipertansiyon kontrolü amaçlı ilaçlar (beta-blokerler: propranolol,
metoprolol, nöbivolol veya verapamil gibi), epilepsi ilaçları
(valproik asid, topiramat, gabapentin, pregabalin gibi) depresyon
ilaçları (amitriptilin, venlafaksin, duloksetin gibi) ve flunarizin
sayılabilir. Profilaksi altındaki bir hastanın kullandığı ilacın olası yan
etkileri konusunda önceden bilgi sahibi olması ve hekim kontrolünde kalması
önemlidir. Bu ilaçların büyük kısmı migren indikasyonu olmayan ilaçlar olduğundan
hastaya yan etkileri konusunda ayrıntılı bilgi verilmeli ve bilgilendirilmiş
olur imzalatılmalıdır. İlaç seçerken hastanın durumuna ve diğer hastalıklarına
göre olumlu (J)
veya olumsuz durumlar (L)
dikkatle ele alınmalıdır (Tablo 6). Önümüzdeki yıllarda CGRP ile ilişkili monoklonal antikorların profilakside kullanımı
devreye girecektir. Botulinum toksin tedavisi de profilaktik
amaçlı olup sadece kronik migrende indikedir.
Kontrollü
çalışmaların güvenli ve etkin olduklarını göstermesine rağmen, auralı migrende
beta-blokerlerin kullanımı tartışmalıdır. Ca kanal blokerleri, valproat,
topiramat, gabapentin ve lamotrijin auralı migrenlilerde diğer seçenekler
arasında sayılabilir.
Hastanın
iyi uyku düzeni, beslenme ve spor gibi, yaşam hijyenine
dikkat etmesi, tetikleyicilerden uzak durması öğütlenmelidir. Profilaksinin endike
olduğu olgularda en sık yapılan hatalar arasında tedavide gecikme, düşük doz
ve kısa süre kullanım ve ilaç seçerken komorbiditeye dikkat edilmemesi sayılabilir.
Tablo
6. Migren profilaksisinde ilaç seçiminde kormorbitenin rolü
Komorbid
durum |
Etki |
Profilaksi
seçimi |
Migren
+ hipertansiyon |
J |
Beta-bloker,
kalsiyum kanal blokeri |
Migren
+ anjina |
J |
Kalsiyum
kanal blokeri |
Migren
+ stres |
J |
Beta-bloker |
Migren
+ depresyon |
J L |
Trisiklik
antidepresan, SNRI Beta-bloker |
Migren
+ insomni |
J |
Trisiklik
antidepresan |
Migren
+ epilepsi |
J L |
Topiramat Trisiklik
antidepresan, valproat* |
Migren
+ tremor |
J L |
Beta-bloker,
gabapentin Valproat |
Migren
+ parkinsonizm |
L |
Kalsiyum
kanal blokeri |
Migren
+ obezite |
L J |
Valproat, flunarizin, amitriptilin Topiramat |
Migren
+astım |
L |
Beta-bloker |
Migren
+Raynaud fenomeni |
L |
Beta-bloker |
Migren
+yaşlı hasta |
L |
Trisiklik
antidepresan, kalsiyum kanal blokeri |
Migren
+zayıf beden |
L |
Topiramat,
beta-bloker |
Migren
+dikkat gerektiren iş |
L |
Trisiklik
antidepresan, topiramat |
Migren
+karaciğer hastalığı |
L |
Valproat |
Migren
+glokom |
L |
Topiramat |
Migren
+böbrek taşı |
L |
Topiramat |
*
valproat
doğurganlık çağında kadın olgularda kesinlikle kullanılmamalıdır
Migren
statusu 72
saatten uzun süren ataklar veya 4 saatten kısa süren ağrısız dönemlerin
dışında devam eden ataklar veya standart atak tedavisine cevapsız uzamış
migren şeklinde tanımlanabilir. Hastanın hızla kortikosteroidler (deksametazon
16 mg İV gibi), antiemetik (İV), antiepileptik (İV), magnezyum (1 gr İV),
ketodolak veya gereğinde opioidler gibi seçeneklerle tedavisi sağlanmalıdır.
Yeni
Geliştirilen Tedaviler
5HT1F
reseptör agonistleri,
triptanlardan farklı olarak kan damarları üzerindeki serotonin reseptörlerine
etki etmediği için koroner ve serebral vazokonstriksiyona neden olmaz. Bu
grupta yer alan lasmiditan (100-200mg, oral) migren atak tedavisinde etkili
bulunmuştur.
CGRP
ve reseptörlerinin trigeminal ganglion, trigeminal sinirde sonlanmaları ve
dural arterler çevresindeki dağılımı migren başağrısında ana hedefi oluşturmaktadır.
Küçük molekül CGRP antagonisti
olan gepantlar, atak kontrolünde oldukça etkili; triptanlar
gibi vasküler hemodinami üzerinde etki göstermediğinden de koroner ve periferik
arter hastalıklarında güvenli bulunmuştur. Ancak ilk geliştirilen gepant
grubu moleküller kullanım zorluğu ya da sistemik yan etkiler gibi çeşitli
olumsuz yönleri nedeniyle klinik pratiğe geçememiştir. Bu grupta, hem atak
hem profilaksi tedavisinde kullanılması amacıyla yeni moleküller geliştirilmektedir.
CGRP molekülüne veya reseptörüne bağlanarak nötralize
eden anti-CGRP monoklonal antikorları ise, migren proflaksisinde
öne çıkan yeni seçenekler arasındadır. Bunlar kan-beyin bariyerini geçmeyen,
karaciğer veya böbrekten atılmayan, peptid doğası nedeniyle oral kullanılamayan
ve yarı ömrü haftalar olan büyük moleküllerdir. Erenumab (70-140mg, aylık
deri altı injeksiyon) Amerika ve bazı Avrupa ülkelerinde gereken bilimsel
ve idari onayları almıştır, fremanezumab onu izlemiştir, galcanezumab ve eptinezumab
gibi moleküllerin çalışmaları da başarılı şekilde devam etmektedir. Bu maliyeti
yüksek ve uzun dönem yan etkileri henüz iyi bilinmeyen ilaçların diğer profilaksi
tedavilerine yanıt vermeyen migren hastalarında kullanılması önerilebilir.
Girişimsel
Tedaviler
Botulinum
nörotoksini, kronik
migren profilaksisinde kullanılmaktadır, epizodik migren tedavisinde etkinliğini
gösteren yeterli kanıt yoktur. Deriyi inerve eden trigeminal sinir uçlarından
retrograd transport ile santrale taşındığı ve CGRP ve P-maddesi gibi nöropeptidlerin
salınımını baskılayarak etki oluşturduğu düşünülmektedir. Kranyal ve servikal
bölgede 31 farklı noktaya, 3 ay aralıklarla uygulanır. Pahalı ve girişimsel
bir tedavi seçeneğidir, eğitimli ellerde yüksek bir riski yoktur, geçici felçler
olabilir. Kozmetik amaçlı kullanımı da olması bazı hastalarda sempati yaratmaktadır.
Sık
ataklı migrende, özellikle kronik migrende lokal
anestetikler ile büyük oksipital sinir (GON: great occipital
nerve) blokajı güvenli ve etkili girişimsel tedaviler arasında görülmektedir.
Ancak bu ucuz yöntem ile ilgili henüz bir standardizasyon geliştirilmemiştir;
tek taraflı blokaj yeterlidir; kranyal defekti,
injeksiyon yeri infeksiyonu ve lokal anestetiklere alerjisi olanlara yapılmamalıdır.
Son
yıllarda, özellikle medikal tedaviye yanıt alınamayan migren hastalarında
nörostimülasyon uygulamaları gündeme gelmiştir. Non-invazif
yöntemler arasında transkranyal manyetik stimülasyon, transkranyal doğru akım
uyarımı ve non-invazif vagal sinir stimülasyonu (VSS); invazif yöntemler arasında
ise oksipital sinir stimülasyonu ve implante VSS yer almaktadır. Henüz rutin
klinik kullanımları yoktur.
Son
yıllarda özellikle kronik dirençli migren olgularında başarılı olduğu öne
sürülen cerrahi bazı girişimler ise, ulusal ve uluslararası düzeyde idari
olarak kabul edilmeyen ve tedavi kılavuzlarında yer almayan uygulamalardır.
Üstelik bu yöntemler, geri dönüşümsüz komplikasyonlara
yol açabilmekte ve izlemde tedaviye dirençli nöropatik ağrı gelişimine neden
olabilmektedir. “Migren cerrahisi” adıyla duyurulmaya çalışılan bu yöntemlerin
kullanımları bilimsel kanıtlar ve bilimsel onayları olmadığından sakıncalıdır.
Migren
tedavisinde başarısızlığın nedenleri
Hormonal
tetikler,
Psikososyal
faktörler (depresyon ve madde bağımlılığı),
Başağrılarını
tetikleyen diğer ilaçlar,
Yaşam
şeklinin başağrısını tetiklemesi (stres, uykusuzluk, alkol kullanımı vb.)
Etkisiz
ilaç,
Yüksek
başlangıç dozu,
Yetersiz
devam dozu,
Yetersiz
tedavi süresi
GERİLİM
TİPİ BAŞAĞRILARI
Primer
başağrıları içinde en sık karşılaşılan tip gerilim tipi başağrılarıdır (GTB).
Türkiye’de yıllık prevalansı yaklaşık %32’dir. GTB’ler migrenden daha sık
görülmekle birlikte, görece daha hafif başağrılarına neden olduklarından hekime
başvuruda daha geri plandadır. Sıklıkla 20 yaş civarında başlar, her yaşta
görülebilir. Kadınlarda biraz daha sık görülmekle birlikte aradaki fark migrende
olduğu kadar çarpıcı değildir. GTB’nin lokalizasyonu değişkendir ve semptomları aynı hastada bile tek tip değildir. Bu
nedenle bir “çöp sepeti” tanısı gibi ele alan yazarlar vardır. Bazı araştırmacılar
ise migren ile aynı spektrumun diğer ucu olduğu görüşündedir. GTB’li olguların
%10 kadarında başağrısı zonklayıcı gibi hissedilebilir ve başka olgularda
tek yanlı ağrı olabilir. Kaslarda gerginlik %80 olguda palpasyonla saptanır
ve hastalar sıklıkla dikkat eksikliğinden yakınırlar. Depresif ruh durumu,
anksiyete bozukluğu, somatoform bozukluklar ve diğer yakınmalar eşlik edebilir.
Bazı hastalarda fibromiyalji ve miyofasyal ağrı sendromu
birlikteliği vardır.
Ağrının,
ataklar şeklinde gelebildiği gibi, kronikleşmiş halde de görülmesi seyrek
değildir. GTB, IHS sınıflamasında Tablo 7’de görüldüğü gibi seyrek,
sık ve kronik olarak gruplandırılmıştır ve bu hasta için sorun olma boyutu
ve tedaviyi yönlendirmek açısından anlamlıdır. Kronik gerilim tipi
başağrısı günlük olarak veya çok sık görülen epizodik GTB’den gelişen
bir durumdur. Başka bir hastalıkla ilişkili olmadığının gösterilmesi önem
taşır. Yurdumuzda oldukça sık rastlanan (%5’in üstünde) ve polikliniklere
sık başvuran grubu oluşturmaktadır. Yaşam kalitesi üzerine olumsuz etkisi
olan bir durumdur. İlaç aşırı kullanımına yol açabilir ve bazı olgularda kronik
migrenden ayrımı sorun yaratabilir.
Tablo
7. Uluslararası
Başağrısı Derneği (IHS) 2018 Sınıflama Sistemine Göre Gerilim Tipi Başağrısı
Seyrek epizodik gerilim tipi
başağrısı tanısı
için:
A-C kriterlerine
uyan, 30 dakikadan uzun ve 7 günden kısa süreyle, ayda ortalama 1 günden (yılda
12 günden) az olan, en az 10 başağrısı atağı gereklidir.
Sık epizodik gerilim tipi başağrısı
tanısı için:
A-C kriterlerine uyan, 30 dakikadan
uzun ve 7 günden kısa süreyle, 3 aydan uzun süredir ayda ortalama 1-14 gün olan,
en az 10 başağrısı atağı gereklidir.
Kronik gerilim tipi başağrısı
tanısı için:
A-C kriterlerine
uyan, saatler ya da günler süren ya da hiç geçmeyen başağrısının, 3 aydan
uzun süredir ayda 15 gün veya daha fazla olması gereklidir.
A.
Aşağıdaki özelliklerden en az
ikisi:
1.
Bilateral lokalizasyonda
2.
Baskılı veya sıkıştırıcı karakterde
3.
Hafif veya orta şiddette
4.
Rutin fiziksel aktivite ile kötüleşme
yok
B.
Aşadaki özelliklerden ikisi:
1.
Bulantı veya kusma yok
2.
Fotofobi veya fonofobi bulgularından
en fazla biri var
C.
Sınıflamada yer alan başka bir
başağrısı tanısına uymamaktadır
Gerilim
Tipi Başağrısında Patofizyoloji
GTB’lerin
patofizyolojisi net değildir, çok faktörlü olduğu öngörülmektedir. Muhtemelen
sadece anormal kas kasılmasının değil, anormal nöron duyarlılığı ve ağrının
kolaylaşmasının bir klinik yansımasıdır. Nitrik oksitin (NO) gerilim tipi
başağrısında lokal bir aracı madde olduğu savunulmaktadır.
Primer olarak kas kökenli bir başağrısı olduğu iddia edilmişse de kanıt yoktur
ve artmış EMG aktivitesi olmaması, botulinum toksin uygulamalarının başarısız
olması buna ters düşmektedir. Trigeminal siniri motor nöronlara bağlayan internöronlarda
anormal bir modülasyon bulunduğu düşünülmektedir. Bu anormallik bazal gangliadan,
limbik sistemden veya dorsal raphe nukleusundaki serotoninerjik nöronlardan
kaynaklanabilir. Bir görüşe göre kronik gerilim tipinde supraspinal fasilitasyon
sonucu trigeminal kaudal nukleus nöronları aşırı duyarlı hale gelmektedir.
Eğer migrende damarsal nosiseptörün aşırı duyarlılığı söz konusu ise, kronik
GTB’de de büyük olasılıkla perikranyal kaslarda miyofasyal nosiseptörün aşırı
duyarlılığı ile giden bir bozukluk söz konusu olabilir. Sekonder segmental
santral duyarlılaşma, uyarıların supraspinal modülasyon bozukluğu ve miyofasyal
dokudan doğan uzamış ağrılı uyarıların kronik forma dönüşünün de önemli olduğu
düşünülmektedir. Akut atak fiziksel veya psikolojik stresle, ya da fizyolojik
olmayan çalışma koşulları sonucu ortaya çıkabilir. Geçmişte GTB’nin önemli
bir psikolojik boyutu olduğunu savunanlar olsa da bu konuda bir kanıt elde
edilememiştir, stres faktörlerinin nörofizyolojik mekanizmaları tetiklediği
düşünülmektedir. Zorlanan kaslardan gelen nosisepsiyon artışı ağrı modülasyonu
bozulmuş bir kişide atağı tetikleyebilir. Emosyonel mekanizmalar da endojen
antinosiseptif sistemi baskılayabilir. Nosiseptif nöronların uzun vadeli potansiyasyonu
ve antinosiseptif sistemin aktivitesinin azalması kronik GTB’ne yol açabilir.
Trigeminal kaudal nukleus nöronlarının duyarlılaşması normalde ağrıya yol
açmayacak uyaranların ağrılı olması ve tetik noktaları oluşturarak migren
ve GTB belirtilerinin çakışmasına ve trigeminal vasküler sistemin de aktivasyonuna
yol açabilir. MSS kas tonusunu gama eferent nöronlar yoluyla kontrol etmekte
ve buradan hareketle kas iğlerine giden alfa-motor nöronlar etkilenmektedir.
Renshaw hücreleri GABA aracılığıyla sinaptik sisteme etki etmektedir. Başağrısız
dönemlerde de perikranyal kas hassasiyetinin varlığı önemlidir ve tek başına
kas kasılmasının başağrısından sorumlu olmadığını göstermektedir, bu hassasiyetin
nedeni tam bilinmemekle birlikte çizgili kastaki kan damarları çevresindeki
nosiseptörlerin rolü olabilir. Ayrıca kas yorgunluğuna yol açan metabolik
ve nörokimyasal değişiklikler önemlidir. Diğer kronik ağrılı durumlara benzer
şekilde kronik GTB formunun voksel tabanlı morfometrik MRG çalışmalarında
beyin yapısında değişikliklerle seyrettiği, ağrı yollarıyla ilişkili gri
maddede anlamlı azalmalar olduğu son yıllarda gösterilmiştir. GTB patofizyolojisi
alanındaki çalışmaların yetersizliği bu hastalığın sıklığı ve yarattığı yük
düşünüldüğünde çok dikkat çekicidir. Son yıllarda yapılmış olan ve henüz
doğrulanma bekleyen bazı ufak boyutlu çalışmalar interlökin-8, adiponektin
ve nörotrofik faktörlerin rolü üzerinde durmaktadır. GTB
ve migrenin tamamen ayrı hastalıklar mı yoksa primer başağrısı spektrumunun
iki ucu mu olduğu sorusunun yanıtı da henüz tartışmalıdır.
Gerilim
Tipi Başağrısında Tedavi
Gerilim
tipi başağrısının tedavisi migrene benzer prensipler içermektedir ve daha
az seçeneklidir. Atak sırasında genelde parasetamol gibi basit
analjezikler veya NSAİ ilaçlar yeterlidir, herhangi birinin diğerlerine
üstünlüğü gösterilmemiştir. Tedavide hasta temelli bir yaklaşım uygundur.
Kronik GTB‘de antidepresan ilaçlar kullanılır. Profilaksisinde
antidepresanların antinosiseptif etkisi antidepresan etkiden kaynaklanmamaktadır.
Profilakside amitriptilin en etkili ilaçlardandır. Sersemlik hissi, ağız kuruluğu,
taşikardi, kalpte ileti bloğu, nöbet, görme bozukluğu, idrar retansiyonu gibi
yan etkileri vardır ve ileri yaşta, obez hastalarda ve MAO inhibitörü kullanma
öyküsü olanlarda kullanılmamalıdır. SSRI grubunun da (Paroksetin 20 mg, Fluoksetin
20 mg, Citalopram 10-20 mg, Sertralin 50-100 mg, Fluvoksamin 50-100 mg ve
diğerleri) etkinliği vardır. Bulantı, uyuklama, terleme, ağız kuruluğu, impotans,
ekstrapiramidal bozukluklar ve nöbet gibi yan etkiler oldukça seyrektir.
MAO inhibitörü kullanan, karaciğer yetmezliği ve renal yetmezlik olan hastada
verilmemelidir. Bazı olgular tizanidin 2-8 mg/gün kullanımından yarar görebilir.
GTB’de ilaç tedavisi ile birlikte gevşeme teknikleri, stresle mücadele yöntemleri,
çeşitli egzersizler ve masaj gibi uygulamaların yapıldığı ilaç dışı tedaviler
de başarılı sonuçlar vermektedir. Bazı merkezlerde oksipital sinir blokajı şeklinde teknikler ilaç tedavisine yanıtsız
kronik olgularda denenmektedir.
TRİGEMİNAL
OTONOMİK SEFALALJİLER
Trigeminal
otonomik sefalaljiler (TOS) trigeminal
sinir dağılımına uyan bölgede başağrısı ve bununla birlikte kranyal otonomik
aktivasyon ile karakterize bir dizi başağrısı sendromundan
oluşur. En sık görülen tipi küme başağrısıdır.
TOS için
ortak özellikler ağrının çok şiddetli oluşu, her zaman tek yanlı oluşu, otonomik
belirtilerin atağa mutlaka eşlik etmesi (gözde yaşarma, kızarma, şişme, burunda
o yanda tıkanma veya akıntı, alında veya yüzde terleme gibi), hergün veya
gün aşırı oluşu ve önceki sayılan başağrılı durumlara göre kısa süreli oluşu
ve aynı gün içinde tekrarlayabilmeleridir (Tablo 5). Ağrı
yerleşimi ve karakteri tüm TOS için benzer olabilmekle birlikte, ağrı süreleri
ve tekrarlama sayıları en ayırdedici özellikleridir. Küme başağrısı,
otonomik sefalaljiler içerisinde yukarıda da anlatıldığı gibi en uzun süreli
olanı olup ataklar 15 dakika ile 3 saat arası sürebilir ve gün aşırı bir
kez ile günde 8 kez arasında değişen sıklıkta gelebilir. Paroksizmal
hemikranya ve SUNCT/SUNA ise çok daha nadir
durumlar olup küme başağrısından daha kısa süreli oluşlarıyla ayrılırlar.
Küme
(Demet, Cluster) Başağrısı
Küme
başağrısı, gerilim ve migren başağrısından sonra en sık görülen primer başağrısıdır.
Her yaşta rastlanmakla birlikte daha yaygın olarak 20-40 yaş arası ortaya
çıkmaktadır. Çocuklarda ve yaşlılarda çok seyrek görülür, erkeklerde ve sigara
içenlerde daha sıktır. Ağrının tipik özellikleri tek taraflı, çok şiddetli
ve migrene göre kısa süreli olmasıdır. Küme başağrısı olarak adlandırılmasının
en belirgin nedeni periyodik şekilde ortaya çıkmasıdır. Bu başağrısı primer
olabileceği gibi, nadir de olsa, sekonder bir nedenle de ortaya çıkabilir.
Deneysel çalışmalar ve insanda fonksiyonel görüntüleme incelemeleri ile oluşan
bilgi birikimi, bu başağrısı tipinde fizyolojik trigeminal parasempatik refleksin
aktive olarak sekonder kranyal sempatik disfonksiyona neden olduğunu düşündürmektedir
ve hipotalamusun nosiseptif ve otonom yollara modülatör rolü üzerinde durulmaktadır.
Orbital,
supraorbital, temporal tek taraflı, 15-180 dakika süren ve gün aşırı bir kez
ile günde 8 defaya kadar ortaya çıkan şiddetli ataklardır. Bilinmeyen nedenlerle
erkeklerde kadınlara göre 3-4 kez daha sıktır. Çoğu hasta atak sırasında
huzursuz ya da ajitedir. Başağrısı ile aynı tarafta olmak üzere, ataklara
aşağıdakilerden biri ya da daha fazlası eşlik edebilir:
•
Parsiyel Horner sendromu (miyoz, pitoz)
• Burun tıkanıklığı veya akıntısı
• Göz yaşarması (nazolakrimal kanalın blokajına bağlı olarak)
• Konjuktival kanlanma
• Alın ve yüzde terleme artışı (nadir)
• Ateş basması (nadir)
• Yüzü ve göz kapağını içeren ödem (çok seyrek)
• Supraorbital ‘cold spot’ (termografi ile saptanmış)
Sistemik
belirtiler
• Bradikardi
• Hipertansiyon
• Gastrik salgı üretiminde artış
Ataklar,
alışıldık biçimde aylar ya da yıllar süren düzelme dönemleri ile ayrılmış
olan, haftalarca ya da aylarca süren diziler (küme dönemleri) biçiminde ortaya
çıkar. Ancak hastaların yaklaşık %10-15’inde düzelme olmaksızın kronik belirtiler
olur ve bu durum “kronik küme” olarak adlandırılır. Bir küme dönemi sırasında
ve kronik tipte, ataklar düzenli olarak ortaya çıkar ve alkol, histamin ya
da nitrogliserin ile uyarılabilir. Ağrı her bir küme dönemi sırasında hemen
hemen değişmeksizin aynı yerde ortaya çıkar. Hastalar genellikle uzanamazlar
ve tipik olarak dolaşmak zorunda kalırlar. Akut ataklarda posterior hipotalamik
gri maddenin aktivasyonu olur. Küme başağrısı, olguların yaklaşık %5’inde
kalıtsal olabilir. Bazı hastalarda sadece bir tek küme dönemi de olabilmektedir.
Trigeminal nevralji ile birlikte olan küme başağrısı (küme-tik sendromu) da tanımlanmıştır.
Klinik
olarak, başağrısı konusunda tecrübe kazanmamış hekimler sıklıkla küme başağrısı
ile migreni karıştırmaktadırlar. Küme başağrısı tipik olarak 6-12 hafta süren
senelik ataklar halinde orta yaşlı erkeklerde ortaya çıkar. Bu “küme” dönemlerinde,
sabah erkenden (çalar saat başağrısı) ya da uyuduktan sonra bir saat içinde
ağrıyla uyanırlar. Alkol aldıktan sonra 20-30 dakika içinde kriz dönemi başlar
ve hastalar doktor tarafından sözü edilmeden önce bile alkolden kaçınmaları
gerektiğini bilirler. Periyodik olması ana özelliğidir, epizodları en çok
ilkbahar ve sonbaharda görülür. Atak dönemi 2-3 ay sürer ve remisyon devri
1-2 yıl (sınırları 2 ay-20 yıldır) devam eder. Atakta aura yoktur ve ağrı
10-15 dakikada en yüksek seviyeye ulaşır. Ağrının
en önemli özelliklerinden biri huzursuzluk hissi olarak da tarif edilen ajitasyonun eşlik etmesidir. Yeni tanı kriterlerine
göre otonom bulgu olmadan ajitasyon varlığı ile
aynı şekilde küme başağrısı tanısı koyulabileceği unutulmamalıdır.
Tedavi
Akut
atakta 5-8 litre/dakika oksijen inhalasyonu %70 oranında başarılı olmaktadır.
Medikal tedavi olarak intramusküler dihidroergotamin, tercihen subkütan veya
oral triptanlar ve akut atakta kortikosteroidler kullanılabilir. Küme başağrısının
tipik özelliği analjezik ilaçlara ve migrenin tipik profilaksisine çoğu kez
yanıtsızlıklarıdır. Verapamil, lityum ve steroidlerle profilaksiye ise yanıt
verirler.
Patofizyoloji
Kümenin
başağrısı da trigeminal sinirin nosiseptif oftalmik dalları yoluyla taşınır.
CGRP insanda bilinen en güçlü vazodilatatörlerdendir ve salınımı sonucunda
nörojenik bir inflamasyon tetiklenir ve dural kan damarları genişler. Küme
başağrısında da trigeminovasküler sistemin aktive olduğu hastaların küme atağı
sırasında eksternal jügüler venlerinde CGRP düzeylerinin arttığının gösterilmesi
ile kesinleşmiştir. Otonom bulgular ise kranyal parasempatik liflerin aktivasyonuna
sekonderdir. Bu lifler superior salivator nukleustan kaynaklanır ve trigeminal
nukleus kaudalis ile fonksiyonel bir beyinsapı bağlantıları vardır. Bu lifler
7.sinir ile seyreder ve pterigopalatin ganglionda sinaps yaparlar. Postganglionik
lifler beyin damarlarına ve nazal mukozaya vazomotor ve sekretomotor inervasyon
sağlarlar. Küme başağrılı kişilerde bu yolda aktivasyon olduğu, VIP kan düzeylerinin
atak sırasında belirgin şekilde arttığının gösterilmesi ile desteklenmiştir.
Horner sendromu gelişmesi postganglioniktir ve
karotid sempatik pleksusunun tutulumu ile bağlantılıdır. Karotis kavernöz
parçası, bu düzeyde parasempatik, sempatik ve trigeminal lifler biraraya
geldiğinden en uygun lokalizasyon gibi görünmektedir. Görüntüleme çalışmaları
da kavernöz sinüsde arteryel genişleme ve venöz dönüşte obstrüksüyon göstermiştir.
Sendromun periodisitesi ise henüz açıklığa kavuşmuş değildir. Oreksinler
gibi bazı genlerde mutasyon varlığı speküle edilmektedir. Verapamile yanıt,
erkeklerde sık olması ve sigara ile bağlantı da henüz yeterli şekilde açıklanabilmiş
değildir. Profilaktik tedavide güçlü bir anti-inflamatuar olan steroide çok
hızlı ve iyi yanıt alınması küme başağrısının temelinde inflamasyonun yattığını
akla getirmektedir ancak bu alanda bir kanıt yoktur. Hastalığın anılan şekilde
sirkadyen ve dönemsel özellikler göstermesi ve yeni görüntüleme verileri patofizyolojisinde
hipotalamusun rolünü desteklemektedir. Patofizyolojisi henüz net anlaşılamamış
olan bu tablonun nöronal, vasküler, genetik ve immün mekanizmaların karşılıklı
etkileşimi sonucu oluştuğu kanısına varılmıştır. CGRP monoklonal antikorlarının
bu tabloda da başarılı sonuçlar verdiği henüz yeni araştırmalarda dikkati
çekmektedir.
Paroksizmal
Hemikranya
Sjaastad
ve Dale tarafından 1974’de tanımlanmış olan paroksizmal hemikranya (PH),
çok seyrek görülen bir primer başağrısıdır. Kadınlarda daha sık görülür ve
25-40 yaş arasındaki kişilerde rastlanmaktadır. Ağrı kesinlikle hep aynı tarafta
şiddetli olarak ortaya çıkar, kısa süren ve remisyonsuz başağrılarıdır. Sıklıkla
kroniktir, ancak epizodik formu da tanımlanmıştır. Kişi hemen bir yere oturma
ya da yatma ihtiyacı duyar. Ağrının yapısı zonklayıcı, damar atar gibi, oyucu,
delici olarak tanımlanabilir. Atakların ortalama günlük sıklığı 5-20 arasındadır
ve her seferinde ağrı süresi 2-30
dakika arasındadır. İlişkili otonom değişiklikler
küme başağrısındakine çok benzer ancak tipik özellik indometazinle 3 gün
içinde tam kontrol edilebilmesidir. İlişkili otonom belirtilerin hemen
hemen tamamı kranyal parasempatik aktivasyonla ilişkilidir. Tek istisnası
muhtemelen kısmi bir sempatik defisite bağlı olan Horner sendromudur. PH ayırıcı tanısında sekonder nedenler
MRG ile araştırılmalıdır.
Tedavisi,
günde üç kez 25 mg indometazindir. Eğer cevap alınamazsa yavaşça 225 mg’a
çıkarılması önerilmektedir. İndometazine cevapsızlık ancak 150 mg oral (100
mg IM) veya üzeri dozlarda değerlendirilebilir. Tüm hastalarda olası gastrointestinal
yan etkilerine karşı önlem alınmalıdır. Epizodik formda indometazin genellikle
tahmin edilen atak süresinden daha uzun bir süre verilir ve azaltılarak
kesilir. Remisyon dönemleri olsa da, kronik formda çok uzun süreli tedavi
gerekir. İndometazinin etki mekanizması bilinmemektedir ve NO üretimini azaltıcı
etkisi ve CGRP ve VIP üzerinden etkili olduğu sanılmaktadır.
Hemikranya
Kontinua
Sjaastad
ve Spierings tarafında 1984’de tanımlanmıştır. Unilateral, otonom bulgu
ve migrenöz bulguların
eklendiği, şiddetlenmelerle giden 3 aydan uzun bir süredir varolan devamlı
bir başağrısıdır. Otonom bulgular diğer TOS’lara göre geri plandadır. Saplanıcı
komponenti de vardır. Aslında çok nadir olmadığı ve kronik günlük ağrıların
içinde tanınmadığı düşünülmektedir. Ayırıcı tanısında diğer TOS’lar dışında
kronik migren, kronik GTB ve yeni günlük süreğen başağrısı vardır.
Patofizyolojisi tam bilinmemektedir; migren ve TOS arası geçiş formu olarak
kabul edilmektedir. Fonksiyonel MRG kontralateral posterior hipotalamus
aktivasyonu ve ipsilateral mezensefalona uzanan dorsal pons aktivasyonu göstermiştir.
İndometazine yanıtlı bir ağrıdır. Çapraz bir çalışmada
oksipital sinir stimülasyonu 6 hasta üzerinde başarılı bulunmuştur.
SUNCT
Sendromu (Tek
taraflı göz yaşarması ve kızarmasının eşlik ettiği kısa süreli nevraljiform
ağrılar)
Sjaastad’ın
1978’de tanımladığı bu tablo primer başağrılarının en seyrek görülenlerindendir.
Patofizyolojisinde trigeminohipotalamik yolağın rol aldığı öne sürülmektedir.
Diğer ağrılardan farklı olarak ileri yaşlarda ortaya çıkar, ortalama görülme
yaşı 50’dir. Erkeklerde daha sık görülür.
Ağrının yapısı şiddetli, yakıcı, oyucu, elektrik çarpmış gibidir, 1-600 saniye
süren paroksizmler halinde gelir. Tanı için günde en az bir kez olması gerektiği
kabul edilmektedir. Öte yandan bir saatte 5-6 atak ve günde 200
atak gibi bir sıklığa ulaşabilir. Status formu da bildirilmiştir. Başağrısına
ayrı tarafta, göz kızarması veya yaşarması; burun tıkanıklığı veya burun
akıntısı, göz ödemi, alın ve yüzde terleme, miyoz veya pitoz gibi otonom
belirtilerden en az biri eşlik etmelidir. Ataklar genelde gündüz olur, bazı
olgularda ataklar trigeminal veya boyun gibi bölgelerde basınç, çiğneme veya
hareketle tetiklenebilir. Tedavide denenen ilaçların çoğu başarısızdır. En
çok antiepileptik ilaçlardan (Lamotrijin 200-400mg, topiramat 50-300mg, gabapentin
eklenmesi) yararlanabilir. Sekonder SUNCT sendromu
gösteren birçok olgu sunumu vardır ve sıklıkla arka çukur lezyonları ile ilişkilidir;
bu durum hastalara MRG incelemesi yapılmasının gerekliliğini ortaya koymaktadır. Fonksiyonel
MRG ile bir hastada ipsilateral hipotalamik aktivasyon bildirilmiştir. Dirençli
olgularda kortikostreoidler, azotioprin ve çeşitli invazif prosedürler önerilmiştir.
Göz kızarması
ya da yaşarmasından yalnız birinin olduğu ya da ikisinin de görülmediği
başağrısı formuna ise “kranyal otonomik
semptomların eşlik ettiği kısa süreli tek yanlı
nevraljiform başağrısı (SUNA)” denilmektedir.
Tablo
8. Kısa
süreli bazı başağrılarında ayırıcı tanı
Özellik |
Küme |
KPH |
EPH |
SUNCT/SUNA |
Saplanıcı başağrısı |
Trigeminal nevralji |
Cinsiyet (E:K) |
3-4:1 |
1:2-3 |
1:1 |
2.3:1 |
K>E |
K>E |
Atak Süresi |
15-180 dakika |
2-45 dak |
2-30 dak |
1-600saniye |
<1s |
<1s |
Atak sıklığı |
1-8/gün |
1-40/g |
3-30/g |
1/gün-30/saat |
değişken |
değişken |
Otonom bulgular |
+ |
+ |
+ |
+ |
- |
- |
Tedavi |
özgül |
|
|
zor |
|
CBZ |
İndometazin
etkisi |
+/- |
+ |
+ |
- |
+ |
- |
KPH:
kronik paroksizmal hemikranya EPH: epizodik paroksizmal hemikranya
SUNCT:
Tek taraflı göz yaşarması ve kızarmasının eşlik ettiği kısa süreli nevraljiform
ağrılar
SUNA:
kranyal
otonomik semptomların eşlik ettiği kısa süreli
tek yanlı nevraljiform başağrısı
İLAÇ
AŞIRI KULLANIM BAŞAĞRISI (İAKB)
Aşırı
analjezik ilaç kullanmaya bağlı başağrısı, ergotamin, triptan, basit analjezikler,
opioidler veya kombine analjeziklerin ayda 10-15 günden fazla alınmasına bağlı
olarak gelişen sekonder nitelikte başağrısıdır (Tablo 1B). Tipik bir klinik
tablosu yoktur, genelde altta migren gibi primer bir başağrısı vardır. Tüm
başa lokalize, künt, sıkıştırıcı veya zonklayıcı
olabilir. Genelde hafif, eşlikçi semptomu olmayan
devamlı bir ağrıdır, zaman zaman şiddetlenebilir. IHS tarafından belirlenen
kriterler; öncesinde primer bir başağrısı olması,
günlük veya çok sık ağrı (> 15 gün/ay); analjezik ilaçların uygunsuz kullanımı
(ilaç kullanımı > 10 gün/ay ve > 3 ayı aşan zamandan beri) ve ilaçların
bırakılması ile düzelme şeklinde özetlenebilir. Kadınlarda erkeklerden 3-4
kat fazla rastlanmaktadır, ortalama 40 yaşlarında tanı konulur. Bazı hastalarda
primer başağrısının devam süresi 20 yıl, kötü kullanımın süresi 10 yıl gibi
süreleri aşabilmektedir. Migren ve GTBA’dan sonra 3. en sık tip başağrısıdır
ve kronik günlük başağrısı olgularının 1/3’ü bu tanıyı almaktadır. Ergenlik
çağında ve hatta çocuklarda artan oranlar bildirilmesi endişe vericidir. Genel
popülasyonda %3 sıklıkta hatta daha sık olduğu
bildirilmektedir. İlginç bir durum, devamlı NSAİ kullanmak durumunda olan
artritlilerde seyrek gelişmesi ve sadece migreni olan artritlilerde ortaya
çıkmasıdır. Bu durum genetik yatkınlık ile açıklanabilir. İlaç bağımlılığı
(psikolojik ve fiziksel) ile benzer mekanizmalar içerdiği, santral sensitizasyonun
ve reseptör regülasyonunun (serotonin vs siklooksijenaz
sistemleri) rolü olduğu ileri sürülmektedir. Kronik suma- ve zolmitriptan
tedavisi ile hayvan modellerinde korteks ve beyinsapı serotonin reseptörlerinde
anlamlı azalma gösterilmiştir. Arka kök nöronlarında artmış uyarılabilirliğin
yanı sıra nöroplastik kalıcı değişiklikler olduğu ileri sürülmüştür.
Yurdumuzda
İAKB’ye en sık yol açan ilaç grubu hala ergo bileşikleridir. Triptanların
daha kısa sürede İAKB’ya yol açabildiği ama tedavisinin de daha kolay olduğu
bilinmektedir. Ancak basit analjeziklerle ortaya çıkmış çok sayıda İAKB olgusu
da vardır. Tedavide esas olan bu ilaçların tamamen kesilmesi, bu dönemdeki
geri çekilme semptomlarının tedavisi ve ileriye yönelik nüksü önlemek için
ve başağrısı sıklığını kontrol için profilaksi dahil
önlemlerin alınmasıdır. İAKB’de nükslerin sık olduğu bilinmektedir. Kombine
ilaçlar ve opioidlerle nüks daha sıktır.
ENDER
GÖRÜLEN DİĞER PRİMER
BAŞAĞRILARI
Hipnik
başağrısı: Tipik
olarak gece yalnız uyku sırasında ve uykuya daldıktan birkaç saat sonra ortaya
çıkan, uykudan uyandıran orta şiddette başağrılarıdır. Çok seyrek rastlanır
ve genelde 50 yaş üstünde görülür. Ağrı genellikle zonklama şeklindedir, birden
başlar ve tüm başa yayılır. Birlikte görülen herhangi bir organik etken yoktur.
Tartışmalı olmakla birlikte genellikle uykunun REM döneminde ortaya çıkar
ve kişiyi uyandırır. Ataklar 15 dakika ile 4 saat arasında değişen sürelerde
görülür, gecede birkaç kez tekrarlayabilir. Tek taraflı olabilse de bu ağrılar
genellikle yaygındır. Etkili tedavi için özellikle küme başağrısından ayırım
önemlidir. Bu tür başağrıları bulunan hastalar genellikle yatarken alınan
kafein, melatonin veya 200-600mg lityum karbonata cevaplıdır.
Primer
saplanıcı başağrısı: Altta
yatan organik bir bozukluk olmaksızın, kendiliğinden ortaya çıkan geçici ve
yerel/bölgesel saplanıcı ağrılardır. Genelde trigeminal alandadır ama başka
bölgelerde de olabilir ve yer değiştirebilir. Saplanmaların birkaç saniye
içinde (%80’i 3 saniye veya daha kısa sürede) sonlanarak gün içinde pek çok
kez değişen sıklıkta yeniden ortaya çıkması olasıdır. Seyrek olarak bazı
olgularda bıçak saplanır tarzda ağrılar günler boyunca tekrarlar. Saplanmalar
aynı baş yarısı veya karşı yarıda bir alandan diğerine hareket edebilir. Saplanma
ağrıları, genellikle ağrı hissetmeye alışılmış olan baş bölgesinde hissedilmek
üzere, sıklıkla migren (yaklaşık %40) veya küme başağrısı (yaklaşık %30)
tanısı alan hastalar tarafından bildirilmektedir. Tedavisi için kontrollü
çalışmalar olmasa da indometazine olumlu yanıt alınmış olgular bildirilmiştir.
Numüler
başağrısı:
‘Para şeklinde’ başağrısı olarak ifade edilen bu ağrı altta yatan yapısal
bir lezyon olmaksızın ortaya çıkan, sıklıkla kronikleşen, kafa derisinde 1-6cm
çapında gibi küçük bir alanda ve süresi oldukça değişken bir başağrısı olarak
tanımlanmaktadır. Bu tip başağrısında özellikle yapısal ve dermatolojik lezyonlar;
öykü, fizik muayene ve uygun araştırmalarla dışlanmalıdır. Numüler başağrısı
nadir görülen primer başağrıları arasında sınıflandırılmaktadır. Patogenezi
tam olarak aydınlatılamamış olan bu başağrısına sahip hastalar için net bir
tedavi algoritması yoktur. Ağrı şiddeti hafif olan olgular tedaviye ihtiyaç
duymayabilirler. Hastaların yarısından çoğunun bilinen analjeziklere (NSAİ,
parasetamol gibi) yanıtlı olduğu bildirilmektedir. Bu bilgilere rağmen, şiddetli
ağrısı olan, ağrısı süreklilik gösteren ve NSAİ’ye yanıt vermeyen hastalarda
gabapentin, trisiklik antidepresanlar gibi koruyucu tedavi gerekebilir.
Öksürük
başağrısı: Öksürükle,
hapşırıkla ortaya çıkan, eskiden Valsalva manevrası başağrısı denen nadir
bir başağrısıdır. Selim öksürük başağrısı yani bu tablonun
primer şekli çok nadir bir durumdur. Kırk yaşın üstündeki bireylerde ve erkeklerde
daha sık görülür. Başağrısı öksürük, hapşırık veya bir Valsalva manevrasından
(ağırlık kaldırma, zorlanma, dışkılarken ıkınma, sümkürme, ağlama veya şarkı
söyleme) hemen sonra veya birkaç saniye içinde ortaya çıkar. Başağrısı çok
şiddetlidir ve patlayıcı bir nitelik gösterir, saniyeler veya saatler (1 saniye-2
saat) sürer, genellikle iki yanlıdır, en yoğun ağrı vertekste veya diğer
bölgelerde hissedilir. Öksürüğün önlenmesi ile başağrısı engellenebilir. Nörolojik
muayene genellikle normaldir. Kusmanın bulunması, başağrısının altında organik
bir neden olduğunu düşündürür. Öncül bir solunum yolu infeksiyonu
bazen bulunur. Hastaların çoğu atak aralarında ağrısızdır, ancak bazı olgularda
atakların ardından künt bir ağrı birkaç saat boyunca sürebilir.
Öksürük
başağrılarının yaklaşık %40’ı semptomatiktir ve bu olguların çoğunluğunda
Arnold Chiari Tip I malformasyonu bildirilmiştir. Öksürük başağrısının diğer
bildirilen nedenleri arasında karotis veya vertebrobaziler sistem hastalıkları
ve beyin anevrizmaları yer almaktadır. Başlangıç yaşı semptomatik
öksürük başağrısı hastalarında selim öksürük başağrısı hastalarına
oranla daha gençtir. Bu nedenle bu tip başağrılarında MRG
mutlaka yapılmalıdır. Semptomatik öksürük başağrısı, selim öksürük
başağrısının aksine indometazine cevapsız da olabilir.
Egzersiz
başağrısı: Egzersizin
herhangi bir çeşidi ile alevlenen başağrılarıdır. Genelde migren tipi başağrısı
görülür, zonklayıcıdır, 5 dakika-48 saat sürer. Bu tipte başağrısı ilk kez
ortaya çıktığında subaraknoid kanama ve arteryel diseksiyonun dışlanması zorunludur.
Primer egzersiz başağrıları özellikle sıcak hava veya yüksek irtifada ortaya
çıkar. Ergotamin alımı ile bazı olgularda başağrılarının önlenebildiği bildirilmiştir.
Olguların pek çoğunda indometazin etkili bulunmuştur. Tedavide spordan yarım
saat önce NSAİ verilmesi sorunu çözebilir. Öksürük başağrısından daha erken
yaşta başlayan bir tablodur.
Semptomatik efor başağrısı genellikle
daha şiddetlidir, iki taraflıdır ve başlangıcı patlayıcı niteliktedir. Çeşitli
etyolojik nedenler arasında subaraknoid kanama, sinüzit ve beyin kitleleri
sayılabilir. Diğer başağrısı tipleri de eforla
tetiklenebilir. Migren, LP sonrası başağrısı ve intrakranyal hipertansiyona
bağlı ağrı da öksürükle şiddetlenebilir. Ayrıca Monro forameninden BOS akımını
engelleyen III. ventrikül kolloid kisti bulunan hastalarda da kafaiçi basıncın
ani yükselmelerine bağlı olarak paroksizmal başağrısı bulunabilir. Yan ventrikül
tümörleri, kranyofaringioma, pinealoma, serebral ve serebellar tümörleri bulunan
hastalarda da benzer başağrıları görülebilir. Feokromasitomalar da özellikle
egzersiz sırasında paroksizmal başağrılarına yol açabilirler. Bu
nedenle bu başağrısı tipinde de mutlaka ayrıntılı incelemeler yapılmalıdır.
Cinsel
ilişki ile ilişkili başağrısı: Cinsel
etkinlik sırasında ortaya çıkan ve cinsel uyarılma ile artan ağrı genellikle
iki yanlı çok şiddetli ve patlar gibi ortaya çıkar, nadiren zonklayıcı veya
saplanıcı özellik gösterebilir. Erkeklerde daha sıktır ve hastanın yaşam kalitesini
olumsuz etkiler. Süresi değişkendir, 1 dakikadan kısa sürebildiği gibi 3
saati aşabilir, 72 saate kadar uzayabildiği de bildirilmiştir. Sıklığı doğrudan
cinsel ilişki veya mastürbasyon sıklığına bağlıdır. Hastaların yaklaşık üçte
birinde fiziksel egzersizle benzer başağrıları ortaya çıkar. Koitus sırasında
ortaya çıkan patlayıcı başağrısı bir subaraknoid kanamaya bağlı olabileceği
gibi, primer bir başağrısı da olabilir. Bu hastaların uzun vadeli prognozu
olumludur. Başağrıları sık ve şiddetli ise, atakların kısa süreli olması
atak tedavisini anlamsız kılacağından, profilaktik tedavi gerekebilir. Bazı
hastalar indometazine veya naproksene iyi cevap verirler.
Tanımlanan
farklı tipler arasında preorgazmik başağrısı boyun veya
çene kasılmalarının eşlik ettiği künt tipte, baş ve boyunda yerleşen, cinsel
heyecan düzeyi arttıkça şiddetlenen bir başağrısıdır. Orgazmik
başağrısı, orgazm sırasında ortaya çıkan ani başlangıçlı ve şiddetli
bir başağrısıdır. Postüral tip ise koitus sonrasında
düşük BOS basıncı başağrısını andıran postüral değişkenlik gösteren başağrısıdır.
Kafaiçi bozukluk olmaksızın cinsel etkinlik ile tetiklenen başağrısı, genellikle
cinsel uyarılma ile künt iki yanlı ağrı olarak başlar ve orgazm sırasında
aniden yoğun hale gelir.
Yeni
günlük süreğen başağrısı: Çok net olarak tanımlanabilen başlangıç anından itibaren
aralıksız devam etmesi özelliği ile benzeri olmayan bir tablodur. Ağrı en
az 3 aydır devam etmektedir ve migren veya GTB tipinde olabilir. Ancak ani
ve net başlangıç özelliğinden dolayı kronik migren veya kronik GTB olarak
sınıflandırılmaz. Düşük BOS hacmi başağrısı, yüksek BOS basıncı başağrısı,
posttravmatik başağrısı, infeksiyonlara bağlı (özellikle viral) başağrısı
ve İAKB gibi sekonder başağrıları uygun araştırma yöntemleri ile dışlanmalıdır.
Tipik olarak aylar içinde tedavisiz düzelen kendini sınırlayan bir formu ve
yoğun tedavi programına rağmen devam eden dirençli şekli vardır.
Atipik
yüz ağrısı: Muayenede
ve geniş ayırıcı tanı listesinin gözden geçirilmesini gerektiren incelemelerde
bir bulgu saptanmayan devamlı idyopatik yüz ağrısıdır. Derin veya yüzeyel,
genelde tek yanlı periferik nöroanatomik sınırlara uymayan, yayılan ve hafif
subjektif duyusal yakınmaların eklendiği ve patofizyolojisi iyi anlaşılamamış
bir durumdur. Altta yatan bir nöropatik durum olduğu, hafif hasarların tetiklediği
uzun süreli nöroplastik değişiklikler ve deaferantasyona bağlı olduğu düşünülmektedir.
Kranyal
Nevraljiler
Baş
ve boyun ağrısı trigeminal, intermedyal, glossofaringeal, vagal, oksipital
sinirler aracılığı ile üst servikal köklerin afferent lifleri tarafından taşınır.
Bu sinirlerin basıya, distorsiyona, soğuk veya diğer zararlı uyarılara maruz
kalması veya santral yollarda ortaya çıkan bir lezyonla uyarılması sonucunda
semptomatik olarak ya da sık olarak da idyopatik olarak ilgili sinirin innerve
ettiği alanda akut saplanıcı veya sabit bir ağrı ortaya çıkar. Bu tablolar
uluslararası sınıflamada farklı bir grup olarak ele alınmaktadır.
En
sık görülen trigeminal nevralji iyi tanınan bir tablodur ve ayırıcı tanıda genelde problem
yaratmaz. Trigeminal nevralji tek taraflı, kısa şimşekvari ağrılar ile karakterize,
ani başlayıp ani sonlanan ve trigeminal sinirin ikinci veya üçüncü dalının
dağılım alanı ile sınırlı (birinci dalda %5) bir durumdur. Ağrı genelde yüz
yıkama, traş olma, sigara içme, konuşma ve/veya diş fırçalama (tetik faktörler)
gibi uyaranlarla ortaya çıkabildiği gibi, sıklıkla spontan da olabilir. Nazolabial
oluk ve/veya çenedeki küçük alanlar (tetik alanları) ağrının tetiklenmesine
eğilimli bölgelerdir. Tetik noktalarının daha çok idyopatik tipte olduğu düşünülmektedir.
Ağrılar değişik dönemler boyunca durabilir. Bazen zeminde künt bir ağrı devam
edebilir. Nevraljiler idyopatik veya nadiren semptomatik (herpes zoster
infeksiyonu veya MRG ile gösterilmiş yapısal bir lezyon şeklinde) olabilir.
Giderek artan görüntüleme incelemeleri sonucunda bu tabloda yüksek oranda
trigeminal sinir kökünün geniş ve kıvrımlı damarlar tarafından basıya uğradığı
gösterilmiştir. Olgularda ince kesitli bir MRG incelemesi mutlaka yapılmalıdır.
Ağrı karşıya geçmez, bilateral görüldüğünde multipl skleroz gibi bir tablodan
kuşkulanılmalıdır. Ağrı sırasında o taraf yüz kaslarında spazm gelişebilir
(ağrılı tik). Diğer sözü edilen sinir alanlarına ait nevraljiler de tanımlanmıştır
ama oldukça seyrektir.
Tedavide
analjezikler etkisizdir, altın standart olarak kabul gören karbamazepin (200-1200
mg yavaşça yanıt alınana dek titre edilerek ve lökosit, elektrolit ile transaminazlar
izlenerek) veya benzer etkide olduğu bildirilen okskarbazepin ilk seçenek
ilaçlardır. Gabapentin, pregabalin gibi diğer bazı epilepsi ilaçları da yanıtsız
olgularda veya yan etki varlığında ek olarak kullanılır. Tedavi bazı hastalarda
düşük dozlarla da sağlanabileceği için düşük dozla başlanıp klinik duruma
göre yan etkiler açısından takip edilerek arttırılmalıdır. Girişimsel çeşitli
sinir blokaj tedavileri deneyimli ellerde başarılı
olarak bildirilmektedir; ilaç tedavisine yanıtsız olgularda denenebilir. Çok
az sayıda dirençli olguda sinirin sıkıştığı bölgeyi rahatlatmaya yönelik cerrahi
girişim yapılabilir.
Tolosa-Hunt
sendromu: Üçüncü,
dördüncü ve/veya altıncı kranyal sinirlerin paralizisi ile giden, genellikle
kendiliğinden düzelen, ancak alevlenme ve yatışma eğilimleri sergileyen epizodik
bir tablodur. Bazen trigeminal birinci dal ve optik, fasyal veya akustik sinir
tutulumu da eklenebilir. Tedavi edilmezse haftalarca devam eden tek yanlı
orbital ağrı söz konusudur. Bu sendromda kavernöz sinüs, superior orbital
fissür ve/veya orbitada MR (kontrast verilmesi
genellikle gerekmektedir) ve biyopsi ile granülomatöz bir lezyonun varlığı
gösterilebilir. Kortikosteroidlerle genellikle 3 gün içinde düzelme gözlenir.
Diğer ağrılı oftalmopleji nedenleri örneğin tümörler, vaskülit, bazal menenjit,
sarkoidoz, IgG 4 birikimi, diyabet ve oftalmoplejik migren uygun yöntemlerle
dışlanmalıdır.
Şekil 5.
Tolosa Hunt sendromu tanısıyla izlenen bir olgunun
koronal MR kesitinde kavernöz sinüste tutulum dikkati çekmektedir.
BAZI
SEKONDER BAŞAĞRILARI
Tekrarlayan
Ağrılı Oftalmoplejik Nöropati (Oftalmoplejik migren) Eskiden
migren alt grubu olarak sınıflandırılmasına rağmen artık kranyal nöropatiler
grubunda yer almaktadır ve “tekrarlayan ağrılı oftalmoplejik nöropati” olarak
isimlendirilmektedir. Sıklıkla 3. kranyal sinir olmak üzere bir ya da daha
fazla oküler kranyal sinirde parezi ile birlikte ipsilateral migren benzeri
başağrısı ile karakterizedir. Bu tanı için hastanın benzer özellikleri gösteren
en az iki atak geçirmiş olması ve kranyal görüntülemelerinde orbital, parasellar
ve arka çukur lezyonlarının dışlanmış olması gerekmektedir. Oldukça nadir
bir tablodur. Başağrısı ve kranyal nöropatinin bir hafta ya da daha uzun süreli
olabileceği bilinmektedir. Hatta başağrısının oküler kranyal nöropatiden 2
hafta kadar önce başlayabileceği de bildirilmiştir. Parezi saptanan oküler
kranyal sinirin kranyal görüntülemelerde kontrast
tutulumu göstermesi nedeniyle patofizyolojik sürecin
demiyelinizasyonla seyreden bir durum olabileceği öngörülmektedir. Ayrıca
nadir görülen bir durum olsa da bu hastaların steroid tedavisine iyi yanıt
vermeleri de bu patofizyolojik sürece ait düşünceleri desteklemektedir. Hastaların
hem başağrısı atakları, hem de oftalmoparezileri steroide çok iyi cevap vermekte
ve tam düzelme görülmektedir. Tekrarlayan ataklarda ise steroid yanıtının
ilk atakta olduğu kadar iyi olmayabileceği bildirilmiş ancak “tekrarlayan
ağrılı oftalmoplejik nöropati” tanısı için henüz netleşmiş bir tedavi algoritması
oluşturulamamıştır.
Hipertansif
Ensefalopati
Akut
hipertansiyon, akut başağrısında önemli ancak oldukça yanlış yorumlara da
yol açabilen bir ayırıcı tanı olasılığıdır. MRG dahil
birçok ileri inceleme ve çok sayıda tedavi uygulaması ile kontrol edilemeyen
bir başağrısının nedeni hipertansiyon olabilir, bu nedenle her hastada mutlaka
arteryel tansiyon ölçülmelidir. Göz dibi bozukluğu, nöbetler, mental değişiklik
tabloya eşlik edebilir. Yeni başlayan hipertansiyon veya malin hipertansiyonun
dekompansasyonları bu tabloya neden olabilir. Ancak hipertansiyonun tanısı
konmuş ve tedavisi düzenlenmiş olduğu durumlarda başağrısını hipertansiyona
bağlamak yanlış bir yaklaşımdır.
Başağrısı
gerek artmış gerekse azalmış kafaiçi basıncının sık görülen bir klinik belirtisidir (Bakınız: Kafa içi basınç değişiklikleri).
Akut
Sinüzit
Seyrek
görülen bir başağrısı nedeni olan akut sinüzit genellikle nazal yollarda
pürülan akıntı ve infeksiyon bölgesine göre değişen bir ağrı profili ile karakterizedir. Sinüsler
üzerindeki ağrının mutlaka sinüzite bağlı olması gerektiği şeklindeki yanlış
inanç nedeni ile başağrısı nedeni olarak sinüzit tanısı fazla sık ve hatalı
olarak konmaktadır. Aslında frontal bölge yerleşimli ataklarla giden
başağrısı en sık migren ve GTB nedeniyle görülür. Burun tıkanıklığının başağrısına
yol açıp açmadığı da tartışmalı bir konudur. Sfenoid sinüzit hem klinik özellikler
hem tedavi açısından farklılıklar gösterir ve sık atlanır. Tüm sinüzit olgularının
sadece %3’ünü sfenoid sinüzitler oluşturmasına karşın, yaşamı tehdit edebilen
bir durum olması nedeniyle önem taşımaktadır.
Temporal
Arterit
Diğer
adıyla dev hücreli arterit, başlıca orta boy arterleri
etkileyen bir sistemik vaskülittir. Belirti ve bulguları arasında başağrısı
dışında, görme kaybı, halsizlik, kilo kaybı ve miyaljiler yer alır. Elli yaşından
önce görülmesi çok nadirdir, kadınlarda erkeklere göre üç kat daha sık görülür. Yeni
ortaya çıkan başağrısı bulunan veya başağrısı paterninde belirgin bir değişiklik
tanımlayan yaşlı bir hastada mutlaka bu tanı akla gelmelidir. En belirgin
bulgusu olan başağrısı, olguların %70-90’ında mevcuttur ve üçte birinde de
ilk belirtidir. Aralıklı veya sürekli olabilir; tipik olarak şakaklarda lokalize, zonklayıcı bir ağrıdır. Sıklıkla beraberinde
kafa derisi hassasiyeti ve tutulan damarların üzerinde cilt hassasiyeti bulunur.
Kas ağrısı ve eklem katılığı gibi belirtileri olan “polimiyalji romatika” ateş, kilo
kaybı, gece terlemeleri, çene (masseter) klodikasyosu (özellikle çiğnerken
ortaya çıkan yorulma), amarozis fugaks (hastaların yarısında iki yanlı olabilir),
kalıcı körlük (sıklıkla herhangi bir uyarı olmaksızın) veya kısmi görme kaybı
(sıklıkla anterior iskemik optik nöropatiye bağlı olarak) görülebilir. Diplopi
ve kranyal sinir felci nadir görülür. Ayrıca seyrinde koroner, mezenterik,
hepatik ve renal arter iskemisi, aort rüptürü, inme ve geçici iskemik ataklar
da görülebilir. En tutarlı laboratuvar bulgusu eritrosit sedimentasyon hızındaki
artıştır. Bunun dışında, C-reaktif protein artışı ve karaciğer enzimlerinde
hafif bir yükselme ile hafif bir anemi de sık görülür. Çok nadiren eritrosit
sedimentasyon hızı normal bulunabilir. Bazı olgularda, başlangıçta normal
olan eritrosit sedimentasyon hızının daha sonra yükselmesi, hastalık progresyonu
ile ilişkili bulunmuştur. Aspirin, NSAİ veya sistemik steroid
kullanan hastalarda eritrosit sedimentasyon hızı düşerek yalancı negatif
sonuç verebilir. Temporal arter biyopsisi tanıda altın standarttır ve mümkünse
steroid tedavisinin başlanmasından sonra en geç 48 saat içinde yapılmalıdır.
Biyopside klinik olarak etkilenmiş (hassasiyet, endurasyon veya nabız zayıflığı
bulunan) bir arter seçilir. Biyopsi negatifse (hastalık yama tarzı lezyonlar
oluşturduğu için bu mümkündür), pozitiflik oranını arttırmak için birden
fazla kesit incelenmelidir. Biyopsi negatifse ve tanı olasılığı yüksekse,
diğer temporal arterden tekrarlanmalıdır. Bazen teknik nedenlerle biyopsi
tekrarı da negatif kalabilir, klinik şüphe netse ve sedimentasyon yüksekse
temporal arterit tanısından vazgeçilmemelidir. Tipik bulgular ve eritrosit
sedimentasyon hızında artış görülen bir hastada, temporal arter biyopsi sonucu
beklenirken hemen tedaviye başlanmalıdır. Tedavinin başlıca hedefi ani gelişen
ve geri dönüşümsüz görme kaybının önlenmesidir. Başlangıçtaki prednizon
dozu günlük 60-80 mg’dır; bazı uzmanlar ilk dozları intravenöz yolla vermeyi
tercih etmektedir. Eğer hasta akut bir nörolojik sendromla
veya hızla kötüleşen bir nörolojik tabloyla başvurmuşsa, intravenöz pulse
steroid (1000 mg/gün) ile veya çok yüksek doz oral steroidle (120 mg/gün
prednizon) tedaviye başlanmalıdır. Başağrısı ve sistemik belirtiler
tipik olarak steroid başlandıktan kısa bir süre sonra düzelme gösterir.
Hasta belirtilerin kontrolü için en az 6 ay-1 yıl süre ile bir idame dozu
almalıdır. Eldeki sınırlı veriler, steroidlerin dışında en tutarlı biçimde
etkili immunsupresif ilacın siklofosfamid olduğunu ve bir nüks sonrasında
verildiğinde steroidin daha hızlı azaltılarak kesilebilmesini sağlayabildiğini
düşündürmektedir. Ayrıca azatioprin kullanımını da savunan klinisyenler
vardır.
Tablo
9. Akut
şiddetli başağrısında ayırıcı tanı listesi
Subaraknoidal
kanama
Diğer
kanayıcı serebrovasküler hastalıklar
subdural
ekstradural
intraserebral
hematom
Serebral
venöz sinüs trombozu (Behçet Hastalığı veya diğer etyolojilere bağlı)
Kafa
travması sonrası çeşitli sekonder nedenler
Geçici
iskemik atak ve inmede ek bir semptom olarak
Hipofizer
apopleksi
Spontan
intrakranyal hipotansiyon
İntermittan
hidrosefali
Arnold-Chiari
malformasyonu
İdyopatik
intrakranyal hipertansiyon
Hipertansif
ensefalopati
Servikosefalik
arteryel diseksiyon
MSS
ve diğer akut infeksiyonlar
menengoensefalit (bakteryel, viral, fungal)
serebral abse
Optik
nörit, akut glokom gibi göz hastalıkları
Temporal
arterit ve diğer vaskülitler
Feokromasitoma
Tiroid
hastalıkları
Hiperkarbi
Preeklampsi
Yer
kaplayıcı lezyonlar
İntoksikasyon
(örneğin karbonmonoksid)
İlaç
kötüye kullanımı
İdyopatik
gökgürültüsü başağrısı
Küme
başağrısı ve benzer tablolar
Akut
migren
Selim
efor, öksürük ve orgazm başağrısı
Akut
sinüzit ve dental infeksiyonlar
Başağrıları
yaşla birlikte değişiklikler gösterebilmektedir. Erişkin yaşta başağrılarının
büyük çoğunluğunu (yaklaşık %90) primer başağrıları oluştururken, ileri yaşlarda
sekonder başağrıları ön plana geçmektedir. Yaşlı hasta grubunda da başağrısı
kadınlarda daha sık bir semptomdur.
İleri
yaştaki migren hastalarında ortaya çıkan geçici görme kaybı, beyinsapı bulguları,
duysal semptomlar gibi fokal nörolojik bulguları
migren ile ilişkilendirmeden önce geçici iskemik atak ile ayırıcı tanısının
yapılması önemlidir. Vasküler risk faktörleri olan hastalarda dikkat edilmesi
gereken noktalardan biri triptan ve ergotamin preparatlarından kaçınılmasıdır.
Yine ileri yaş grubunda komorbidite olasılığı yüksek olacağından tedavi seçiminde
diğer hastalıkların da göz önünde bulundurulması gerekmektedir. Diğer önemli
nokta ise hangi ilaç tercih edilecekse düşük doz ile başlanması ve yavaş titre
edilmesidir. Yaşlı migren hastalarının atak tedavisinde parasetamol, NSAİ
ya da bazen kombine analjezikler tercih edilebilirken, koruyucu tedavi için hastanın komorbiditesine
göre beta-blokerler, kalsiyum kanal blokerleri, antidepresanlar ya da antiepileptik
ilaçlar tercih edilebilir.
Çocuklarda
başağrısı
Başağrısı
çocuk yaş grubunda ve ergenlerde de sık görülen yakınmaların başındadır. Özellikle
küçük çocuklar başağrısını tanımlamada sıkıntı çekebilirler. Bu dönemde de
başağrılarının çoğu primer başağrıları ve iyi huylu nedenlere bağlı olanlar
olmakla birlikte, sekonder nedenlerin dışlanması önem taşımaktadır. Çocuk
hastalarda öncelikle ilaç dışı tedavilerin tercih edilmesi, yaşam hijyeni ve alışkanlıkların gözden geçirilmesi ve farmakolojik
tedavi seçeneklerinin komorbid sorunlar göz önüne alınarak değerlendirilmesi
önerilmektedir.
KAYNAKLAR
1.
Baykan
B, Ertas M, Karli N, Akat-Aktas S, Uzunkaya O, Zarifoglu M, Siva A,Saip S;
MIRA-Neurology Study Group. The burden of headache in neurology outpatient
clinics in Turkey. Pain Pract 2007; 7:313-23.
2.
Ertaş
M, Baykan B. Başağrılarına Yaklaşım ve Akut Başağrıları. Ekspres Baskı, İstanbul
2007.
3.
Dodick
DW. Migraine. Lancet 2018; 391: 1315–30.
4.
Headache
Classification Committee of the International Headache Society (IHS). The
International Classification of Headache Disorders, 3rd edition. Cephalalgia
2018;38:1-211.
5.
Bartleson
JD, Black DF, Swanson JW. Cranial and facial pain. (Chapter 20) İçinde: Daroff
RB, Jankovic J, Mazziotta JC, Pomeroy SL. (editörler). Bradley’s Neurology
in Clinical Practice. 7th edition. 2016, Elsevier Inc; London :197-203.
6.
Garza
I, Schwedt TJ, Robertson CE, Smith JH. Headache and other craniofacial pain.
İçinde: Daroff RB, Jankovic J, Mazziotta JC, Pomeroy SL. (editörler). Bradley’s
Neurology in Clinical Practice. 7th edition. 2016, Elsevier Inc; London :1686-1719.
7. Holle D, Obermann M. Rare primary headaches. Curr Opin Neurol. 2014 Jun;27(3):332-6.
8.
Başağrısı
Tanı ve Tedavi Güncel Yaklaşımlar, Türk Nöroloji Derneği Başağrısı Çalışma
Grubu Uygulamaları. Galenos Yayınevi, İstanbul. 2018
Teşekkür: Prof
Dr Mustafa Ertaş ve Prof Dr Halil Atilla İdrisoğlu’na geçmişteki katkılarından
dolayı teşekkür ederiz.